Carl gustav jung



Yüklə 3,33 Mb.
Pdf görüntüsü
səhifə71/138
tarix18.06.2018
ölçüsü3,33 Mb.
#49331
1   ...   67   68   69   70   71   72   73   74   ...   138

216

ANALİTİK PSİKOLOJİ

gençlik  hayalinde  barınır.  Yaşlanmak  kimse  tarafından  hoş  karşılan- 

mamaktadır.  Yaşlanmak istememenin, çocukluktan çıkmak istememek 

kadar  anlamsız  bir  şey  olduğu  anlaşılmak  istenmemektedir.  Otuz 

yaşındaki  birinin  hâlâ  çocukluk  çağında  kalması,  nasıl  hoş  karşılan­

mazsa,  altmışlık  bir  genç  de  hoş  bir  şey  değildir.  İki  durum  da  sapık 

durumlardır,  üslupsuzdur  ve  psikolojik  bakımdan  doğaya  aykırıdır. 

Çaba  göstermeyen,  zafer  katamayan  bir  genç  gençliğinden  yararlan­

mamış  sayılır,  tepelerin  doruğundan  vadilere  yuvarlanarak  uğulduyan 

sellerin  sırrına  kulak  vermeyen  ihtiyarsa  anlamsız  biri  olup,  tam  bir 

geçm işte  dona-kalm ış  ruhsal  bir  m um yadır.  Kendi  yaşam ının 

dışındadır ve bunak bunak,  makine gibi kendini  yineler durur.  Bu gibi 

hayaletler gereksindiren  bir kültüre  ne demeli?

Yaşamımızın oldukça  uzun  istatistiki  süresi,  uygarlığın  ele geçir­

diği  bir şeydir.  Uzun  ömürlü olan ilkel  insanlar azdır.  Doğu  A frika’da 

gördüğüm ilkel kabilelerde ortalama altmışından yukarı aksaçlı pek az 

insan  gördüm.  Ama  bunlar  gerçekten  ihtiyardılar,  yaşlarını  öylesine 

benim sem işlerdi  ki,  sanki  hep  o  yaşta  yaşamış  gibiydiler.  H er 

bakım dan  oldukları  gibi  görünüyorlardı.  B izler,  çoğu  zaman 

olduğumuzdan  başka  türlü  görünmek  isteriz.  Sanki  bilincimiz  doğal 

temelinden  biraz  ayrılmış  da  doğal  süre  içinde  artık  iyi  görünmez 

olmuş.  Yaşamın  süresinin  bir  duyu  aldammından  ibaret  olduğuna, 

istendiğinde  değiştirilebileceğine  bizi  inandıran  bir  bilinç  gururunun 

acısını  çekiyoruz  sanki  (insan,  bilincin,  doğaya karşı  olma  yeteneğini 

nasıl  elde ettiğini  ve  bu  otoriterliğin  ne ifade ettiğini  bilmek istiyor).

Mermi  izi  hedefte  son  bulur;  yaşam  da,  yöneldiği  son  amaç olan 

ölümle  bitmekte.  Yükselişi,  doruğuna  varışı,  bu  amaca,  yani  ölüme 

varmak için basamak ve yollardır.  Çelişken formül,  mantığa uygun bir 

biçimde  yaşamın  belli  bir sona,  amaca  doğru  yönelmesinden  çıkmak­

tadır.  Burada  bir  tasım  oyunu  oynadığım  sanılmasın.  Yaşamın  yük­

selişinde  bir amaç  ve  anlam  buluyoruz da,  inişinde niye  bulmuyoruz? 

İnsanın doğuşu anlam la dolu da, ölümü  niye değil? Yirmi  yıldan daha 

uzun  bir  süre  boyunca  genç  insan varlığı,  bireysel  varoluşunu tam bir 

şekilde  açması  için  hazırlanmaktadır;  sonu  için  de  niye  yirmi  yıldan 

daha  uzun  bir  süre  hazırlanmamalı  ki,  doruğa  varmakla  bir  şeye




RUH VE ÖLÜM

217


erişilmiş  olduğu,  bir  şey  olunduğu,  bir şeyin  ele  geçirildiği  doğrudur. 

Ama ölümle nereye erişiyoruz?

İnsanın bir cevap beklemeye hakkı olduğu bir anda cebimden  bir­

denbire bir inanç çıkarıp da, bir inanç benimsemesine çağırmam hiç de 

hoşuma  gitmiyor.  K endim in  de  hiçbir  zaman  elimden  gelmediğini 

açıklamam  gerek.  Bu  bakımdan  şimdi  kalkıp  da,  ölümün,  mezarın 

ötesinde  sürekli  bir  varoluşa  götüren  ikinci  bir  doğuş  olduğuna 

inanılması  gerektiğini  ileri  sürecek  değilim.  Hiç  olmazsa  insanların 

ölüm  üstündeki  düşüncelerimin,  yeryüzünün  bütün  büyük  dinlerinde 

açık  ve  kesin  bir  şekilde  ifade  olunduğunu  söyleyebilirim.  Dahası  da 

var, bu dinlerin çoğunun karmaşık,  ölüme hazırlık sistemleri olduğu da 

söylenebilir;  öyle  ki,  yaşam  gerçekte,  deminki  çelişken  sözlerim 

açısından  son  amaç  olan  ölüme  bir  hazırlıktan  başka  bir şey  değildir. 

Bugün yaşayan iki  büyük din  ol.an Hıristiyanlık ve Budizmde yaşamın 

anlamı sonunda tamamlanmaktadır.

Aydınlanma  çağında  (aufklaerung)  dinlerin  özü  konusunda  bir 

düşünce  ortaya  atılmıştı,  çağa  özel  bir  horgörü  olmasına  rağmen 

yaygınlığı  yüzünden  burada sözü  edilmeye  değer.  Bu  düşünceye göre 

dinler  bir tür felsefe  sistemleriydi,  bu  bakımdan  dinler de,  felsefe  sis­

temleri  gibi insanların kafasından çıkmıştı.  Biri günün birinde bir tanrı 

hayal  etm iş,  birtakım   dogm alar  uydurm uş  ve  bu  «istekleri 

gerçekleştiren»  hayal  sayesinde  insanlığı  istediği  gibi  yöneltmeye 

başlam ıştı.  Bu  düşünceye  dinsel  sim geleri  zihnen  kavramadaki 

güçlüğün psikolojik gerçeği  karşı  duruyor.  Bu  simgelerin kaynağı  hiç 

de  akıl  değil,  başka bir  yerden çıkıyor;  belki  de  yürekten,  ya da,  derin 

psişik  bir  tabakadan,  bu  tabakanınsa  sadece  yüzeyi  oluşturan  bilince 

benzer  yanı  pek  az.  Dinsel  simgelerin  «vahiy»  niteliğinde  olması  bu 

yüzden;  yani  bunlar  genellikle  ruhun  bilinçdışı  faaliyetinin 

kendiliğinden vücut bulan ürünleri. Ne olursa olsunlar açık olan bir şey 

bunların düşüncenin  yarattığı  şeyler olmadığıdır;  insan ruhunun  doğal 

vahiyleri  olan  bu  sim geler  tıpkı  bitkiler  gibi,  binlerce  yıl  boyunca 

yavaş  yavaş  gelişip  büyümüşlerdir.  Bugün  de  tek  tek  bireylerde 

yabancı  bir  türün  çiçekleriymiş  gibi bilinçdışından  fışkıran  gerçek  ve 

sahici  dinsel  simgelerin  kendiliğinden  belirdiğini  görmekteyiz;  bilinç




218

ANALİTİK PSİKOLOJİ

bu ürünler karşısında şaşkına dönmekte ne yapacağını bilememektedir. 

İçindekiler  biçim  bakımından  bireysel  olan  bu  simgelerin,  büyük din­

lerdeki  gibi  aynı  bilinçdışı  «ruhtan»  (ya  da  herhangi  bir  yerden) 

geldiğini  saptamak  güç  olmasa  gerek.  Her  neyse,  edinilen  tecrübenin 

gösterdiğine  göre,  dinler- bilincin  marifeti  değildir,  bir  bakıma  tam 

ifadesi  olan  bilinçdışı  ruhun  doğal  yaşamından  çıkmaktadır.  Bütün 

evrene  yayılmış  olmasını  ve  tarih  boyunca  insanlık  üstüne  büyük 

etkide  bulunuşunu  açıklar  bu.  Dinsel  simgeler,  hiç  olmazsa  doğal 

psikolojik gerçekler olmasaydı  bu  olayları  anlayamazdık.

«Psikolojik»  kelimesinin  çoğu  kimse  için  birtakım  zorluklar 

çıkardığını  biliyorum .  Bu  eleştirileri  yatıştırm ak  için  kim senin 

«psişe»nin  ne  olduğunu  bilmediğim,  dolayısıyla  da  doğada  ne  denli 

geniş  bir  alan  kapladığını  söyleyemeyeceğini  belirtmem  gerek.  Psişe 

ile  sınırlanan  psikolojik  bir  gerçek,  maddeyle  sınırlanan  fiziksel  bir 

gerçek kadar  geçerli  ve  uygundur.

Dinlerde  ifade  olunan  kamuoyu,  görmüş  olduğumuz  gibi,  benim 

çelişken ifademe uyuyor. Bu bakımdan, ölümü, anlamdan yoksun basit 

bir duruş  gibi  göreceğimize,  yaşamın  anlamının  tamamlanması olarak 

ve  gerçek  amacı  olarak  düşünmenin  insanlığın  genel  ruhuna  daha 

uygun  olduğu  görülüyor.  Bu  konuda  aydınlanma  çağının  düşüncesine 

kapılanlar  psikolojik  bakımdan  yalnız  kalmış  oluyor  ve  genellikle 

insanlara değgin  olan  bir gerçeğe karşı  durmuş oluyor.

Bu  son  cümle,  bütün  nevrozların  temel  gerçeğini  içinde  bulun­

duruyor:  sinir  bozukluklarının  özü  aslında  içgüdülere  karşı 

yabancılaşm a,  bazı  temel  psişik  gerçekler  karşısında  bilincin 

bölünüşüdür.  «Aydın» düşünceler böylece, farkında olmadan nevrotik, 

belirtilerin  kapı  komşusu  durumunda  bulunuyor.  Nevrotik  belirtiler 

gibi  bu  düşünceler  de,  yüreğe,  ruhun  derinliğine,  temele  daima  bağlı 

kalan doğru psikolojik düşüncenin yerine konan bozulmuş  bir düşünce 

ifade  eder.  Açık  bir  biçimde  olsun  olmasın,  bilinçli  olsun  olmasın, 

doğa  ölüme  hazırlanmakta.  Bazı  anı  -  imgelerin  yanında,  kendini  ha­

yallere  veren  bir  gencin  düşüncelerini  dolaysız  olarak  gözlemleyip 

kaydedebilseydik, her şeyden önce  gelecekle  ilgili  birtakım  hayallerin 

varlığını  görürdük.  Nitekim  hayallerin  büyük  çoğunluğu  gelecekle




Yüklə 3,33 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   67   68   69   70   71   72   73   74   ...   138




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə