384
ANALİTİK PSİKOLOJİ
F an y B ow ditch'e
Saym Bayan Bovvditch,
Belli bir şey, başkalarına baktığınız ve kendi psikolojinizi onlara
yansıttığınız sürece, hiçbir zaman kendi kendinizle uyum içinde ola
mazsınız. Sırf benim varlığım korkarım, sizi sizden uzaklaştırıyor; bu
durumda, «libido»nuzu kendi bireyliğiniz üzerinde topladığınız ölçüde
benim değerimi düşürmeniz gerekecek. Bu yol, sizin yararınızaysa bir
diyeceğim yok. Bu tür insan çok... Bakışlarınızı kendi yüreğinize çevire
bilirseniz ancak görüşünüz aydınlanır. Dışta her şey çatışır durumdadır;
ancak içerde bir uyum içinde birleşebilir. Dışan bakanlar düş görmekte
dirler; uyanıklar içeri bakanlardır...
O skar A . H . Schm itz'e
26 Mayıs 1923
Sayın Oskar Herr Schmitz
Kitabınızı dikkatle okudum, böyle bir kitabı bana gönderdiğiniz için
bir kez daha teşekkür ederim.
İzin verirseniz, hakkında birkaç söz söyleyeyim: Psikanalitik ve
psikosentetik yöntem, kişinin kendini geliştirme aracı görüldüğü sürece,
Yoga ile yaptığınız karşılaştırma yerinde sayılabilir. Ancak, bunun, olsa
olsa bir benzerlikten öteye gitmeyeceğini vurgulamam gerek; çünkü,
çoğumuz, günümüzde Doğu'lu düşünce ve yöntemleri oldukları gibi be
nimsemeye ve bunları Batı'nm akıl diline çevirmeye hazırız. Bana öyle
geliyor ki, bu, hem bizler, hem de söz konusu fikirler için zararlı. Doğu
zihninin ürünleri bizimkinden kökten ayrılır, kendine özgü tarihleri vardır.
Doğudakiler, doğa ve cin perilerine inanıldığı ilkel durumdan yola çıkıp,
22 Ekim 1916
MEKTUPLARINDAN SEÇMELER
385
şaşmaz adımlarla çoktanrıcılığın doruğuna erişen kişiler, daha da ileri
giderek, başlangıçtaki o sihir ve büyü eylemlerini, kişinin kendini geliş
tirme yöntemine dönüştüren bir fikirler dini yaratmışlar. Bu geçmiş bizim
için geçerli değil. Daha dün, Roma Hıristiyanlığıyla bağdaşamayan
Germen boyları, arada çoktanrıcılığın da yer yer tomurcuk verdiği,
başlangıçtaki cinlere perilere tapar durumdaydılar. Henüz doğru dürüst bir
ruhban sınıfı, doğru dürüst bir ayin düzeni oluşmamıştı. Tanrıları,
Wotan'tn meşe ağaçlan gibi budanmış, çok daha yüksek bir kültür
düzeyindeki tektanncılıktan doğan, uyumsuz bir Hıristiyanlık, arkada
kalan bu budanmış kütüklere aşılanmıştı. Germen soyundan gelen insan
bu budanmanın acısını hâlâ çekiyor. Şimdiki durumun ötesine atılan her
adımın, budanan doğa cinlerinden başlanarak ileri atılması gerektiğine
inanmam için neden çok. Demek istediğim, içimizde henüz sağlığa
kavuşturulması gereken nice ilkellikler yattığı.
Kolu kanadı kopan bedenimize başka bir şey aşılayacak olursak,
büyük bir yanılgıya düşmüş oluruz gibime geliyor. Bu, başlangıçtaki
yarayı daha da beter etmek demektir. Kendimize yabancı, kendimizden
uzak şeylere karşı duyulan bütün özlemler hastalık belirtisidir. Öte yan
dan, kendi ilkel köklerimizden güçlü bir dürtü gelmedikçe, şimdiki kültür
düzeyimizden öteye gitmemiz olanaksız. Ancak şu var, kültür düzeyi
mizin gerisine giderek, içimizdeki bastınlmış ilkel insanın gelişmesine
olanak tanıyabiliriz. Bunun nasıl yapılması gerektiği konusunda yıllardır
çare arıyorum. Bildiğiniz gibi ben bir hekimim, dolayısıyla zihnimde
kurduğum şeylerin gerçeğin ağırlığı altında ezilip ezilmeyeceğine bakmak
zorundayım. Bunun bir yararı var, kurgulanmda gerçeğe aykın şeyler
varsa, ortaya çıkıveriyor. Sizin Darmstadt'da izler göründüğünüz yolun
tersine gitmek zorunda duyuyorum kendimi. Bana öyle geliyor ki, siz
şimdiki yapının tepesine yeni yapı kondurmaktasınız. Oysa alttaki çürük.
Neye yarar! Yeni temeller gerek bize. İçimizdeki ilkelliğe doğru kaz-
malıyız, çünkü ancak uygar insan ile barbar germen çatışması sonucu
bizim için gereken ortaya çıkar; yani yeni bir «Tanrı yaşantısı» demek
istiyorum. Bu yaşantının yapay egsersizlerle gerçekleştirilebileceğine
inanmıyorum.
3 86
ANALİTİK PSİKOLOJİ
.................................................................... İnsan içinden değişmeli, yoksa
yeni malzemeyi eski kalıplar içinde sindirmekten öteye gidilmez.
İlksel yaşantıdan korku doğaldır ya, bıraksak da Tanrı kendi konuşsa
daha iyi olmaz mı? Doğrudan doğruya kendi içlerinden doğan isteği
duyup benimseyinceye dek, hastalarımı ve öğrencilerimi eğitmeyi göre
vim ve ödevim sayıyorum. Öyle güç bir iş ki bu, kendi başlarına yürüye
cekleri yol boyunca kaçınamayacakları, göğüs germek zorunda olacakları
acıların yerine herhangi bir teknik yöntem düşünemiyorum.
K urt Pflachte'ye
10 Ocak 1929
Simge, bence, iç yaşantının duyularla algılanabilecek biçimde dile
getirilmesidir. Dinsel yaşantı, kendini dile getirmek ister; anlama
sınırlarını aştığı için de «simgesel» olarak dile getirilebilir ancak. Ne
yapıp, bir yolunu bulup, kendini ille de dile getirmek istediği kesin, haya
tî güce ancak bu yolla kavuşabiliyor. Adımını görünür düzeydeki yaşama
atarak somutlaşmak ister gibidir. (Ruh, etkin gücünü maddeyi yeniden
biçimlendirerek gösterebiliyor ancak.)
Puta, basmakalıp, «büyüsel» etki yaratmak için başvurulan taşlaşmış
bir simge desek, yeri. Simgenin (başka bir yerde, yani başka bir insan
topluluğunda) kendisini doğuran bilinçdışı katmanlarına dokunduğu
sürece büyüleyici etkisi olabiliyor. Yarattığı etki simgeninkinin tam tersi.
Simge, bilincin zenginleşmesidir. Putsa, bilinçdışına doğru gerile
mektir, yani bilincin yoksullaşmasının bir belirtisidir. Din önderi vizyo
nunun zenginliğinden doğan bir «kudret kelâmı» kullanır, çömeziyse,
büyüsel bir niteliği olduğu inancıyla kullanır onu. Din önderi, Aşai
Rabbani'de7: «Sana kendimi, etimi ve kanımı veriyorum,» demek ister,
çömeziyse, Tann'yı yuttuğunu, onun etini yediğini, kanını içtiğini sanır.
7
Aşai Rabbani: İsa’nın etini ve kanını sim geleyen ekm ek ve şarapla yapılan kut
sama.
Dostları ilə paylaş: |