Demokratik Paradoks
Chantal Mouffe (1943—); Louvain Katolik Üniversitesi ve
Essex Üniversitesi’nde eğitim gördü.
Westminster Üniversitesi’nde politika teorisi profesörüdür.
Avrupa, Kuzey Amerika ve Latin Amerika’nın çeşitli üniversi-
telerinde dersler verdi. Harvard, Cornell, California Üniversi-
tesi, Princeton Enstitüsü ve Paris-Centre National de la Rec-
herche Scientifique’te araştırmacı olarak çalıştı.
Ernasto Laclau ile ortak çalışması olan “Hegemonya ve Sosya-
list Strateji”de (Birikim Yay.–1992) ortaya attıkları “post-
Marksizm/radikal demokrasi” kavram çiftiyle halen genişley-
erek devam eden yeni ve kategorik bir tartışma dönemini baş-
lattılar.
Yazar “Demokratik Paradoks”la birlikte yayınevimizden
yayımlanan Siyasetin Dönüşü’nü (2009), Siyasal Üzerine
(İletişim Yay.–2010) “Hegemonya ve Sosyalist Strateji”de E.
Laclau ile ortaya koydukları post-Marksist/radikal demokrat
tezlerini geliştirmeye adamıştır.
© EPOS YAYINLARI-8
Bilim-Felsefe-Politika Kitapları-4
Chantal Mouffe
DEMOKRATİK PARADOKS
İngilizceden Çeviren:
A. Cevdet Aşkın
Yayıma Hazırlayan:
M. Serdar Kayaoğlu
Kitabın Orijinal Adı:
The Democratic Paradox
© Verso, 2000
©Epos Yayınları, 2001
Düzelti:
Fikriye Özen, Zeynep Yıldırım
Kapak Deseni ve Tasarımı: Epos
Uygulama: Karizma
Dizgi ve Baskı Öncesi Hazırlık:
epos
Baskı ve Cilt:
Sözkesen Matbaası (0.312) 395 21 10, Ankara
İvedik OSB 1518. Sk. Mat-Sit İş Merkezi No: 2/40
Yenimahalle, Ankara
Birinci Baskı, Ankara 2003
İkinci Baskı, Ankara 2009
Üçüncü Baskı, Ankara 2015
ISBN: 978-975-6790-08-3
Sertifika No: 16468
EPOS YAYINLARI
GMK Bulvarı 60/20 (06570) Maltepe-Ankara,
Tel.Fax: (0.312) 232 14 70 - 229 98 21
eposkitap@eposyayinlari.com
www.eposyayinlari.com
Chantal Mouffe
DEMOKRAT‹K
PARADOKS
İngilizceden Çeviren
A. Cevdet Aşkın
© EPOS YAYINLARI-8
Bilim-Felsefe-Politika Kitapları-4
Chantal Mouffe
DEMOKRATİK PARADOKS
İngilizceden Çeviren:
A. Cevdet Aşkın
Yayıma Hazırlayan:
M. Serdar Kayaoğlu
Kitabın Orijinal Adı:
The Democratic Paradox
© Verso, 2000
©Epos Yayınları, 2001
Düzelti:
Fikriye Özen, Zeynep Yıldırım
Kapak Deseni ve Tasarımı: Epos
Uygulama: Karizma
Dizgi ve Baskı Öncesi Hazırlık:
epos
Baskı ve Cilt:
Sözkesen Matbaası (0.312) 395 21 10, Ankara
İvedik OSB 1518. Sk. Mat-Sit İş Merkezi No: 2/40
Yenimahalle, Ankara
Birinci Baskı, Ankara 2003
İkinci Baskı, Ankara 2009
Üçüncü Baskı, Ankara 2015
ISBN: 978-975-6790-08-3
Sertifika No: 16468
EPOS YAYINLARI
GMK Bulvarı 60/20 (06570) Maltepe-Ankara,
Tel.Fax: (0.312) 232 14 70 - 229 98 21
eposkitap@eposyayinlari.com
www.eposyayinlari.com
Chantal Mouffe
DEMOKRAT‹K
PARADOKS
İngilizceden Çeviren
A. Cevdet Aşkın
Herkes, evrensel yanlış anlamayla anlaşıyor
*
Charles Baudelaire
Yolcu, yol yok,
Yol yürüyerek açılır
**
Antonio Machato
*
C’est par le malentendu universel que tout le monde s’accorde
**
Caminante, no hay camino/Se hace camino al andar
İçindekiler
Ö
NSÖZ
/11
Giriş: Demokratik Paradoks . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .13
1. Demokrasi, İktidar ve ‘Politik Olan’ . . . . . . . . . . . . . . .29
2. Carl Schmitt ve Liberal Demokrasinin Paradoksu . . . . .46
3. Wittgenstein, Politika Teorisi ve Demokrasi . . . . . . . . .67
4. Agonistik Demokrasi Modeli Üzerine . . . . . . . . . . . . .85
5. Hasımsız Bir Politika (mümkün mü?) . . . . . . . . . . . . .111
Sonuç: Demokrasi Etiği . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .130
Adlar Dizini . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .141
AÇIKLAMA ve TEfiEKKÜR
Bu kitaptaki makaleler aşağıda gösterilen biçimlerde yayım-
landılar:
‘Demokrasi, iktidar ve “politik olan”’biraz farklı bir versiyon-
da ‘Demokrasi ve çoğulculuk: Rasyonalist yaklaşımın eleştiri-
si’ başlığıyla Cardozo Law Review, Sayı 16’da, 5 Mart
1995’de; ‘Carl Schmitt ve liberal demokrasinin paradoksu’
The Canadian Journal of Law and Jurisprudence, Sayı 10’da
1 Ocak 1997’de yayımlandı. ‘Agonistik bir demokrasi üzerine’
biraz farklı bir versiyonda, Noel O’Sullivan editörlüğünde ba-
sılan Political Theory in Transition’da (Routledge, 2000) ya-
yımlanmak üzere kaleme alındı. ‘Hasımsız bir politika (müm-
kün mü?)’, farklı bir versiyonda ‘Radikal merkez: Hasımsız bir
politika’ başlığıyla Soundings, Sayı 9’da 1998 yazında yayım-
landı. ‘Wittgenstein, politika teorisi ve demokrasi’ ise Ocak
1996’da Bielefeld Üniversitesi’ndeki bir konferansta sunulan
tebliğin geliştirilmiş halidir.
Kitabın baskıya hazırlanmasındaki yardımından dolayı Da-
niel Hahn’a teşekkür etmek isterim.
9
ÖNSÖZ
Bu kitapta toplanan makaleler son beş yılda yazıldı. Makalele-
rin çoğu, bir kısmı farklı versiyonda olmak kaydıyla daha önce
yayımlandı. İçlerinden yalnızca biri – bir konferansta sunulan
bir tebliğdir – ilk kez burada yayımlanıyor. Giriş ve sonuç bö-
lümleri özel olarak bu kitap için yazılmakla birlikte, bu kitaba
alınmayan birkaç makalede geliştirilmiş fikirleri de içeriyor.
Temel temaların bir bölümü açısından belirli ölçüde tekrar-
lar olduğunun bilincindeyim. Her bölümde ileri sürülen fikir-
lerin anlaşılabilirliğini etkilemeden bu tekrarlardan kaçınabil-
mem imkânsız olduğu için onları ilk halleriyle bırakmaya ka-
rar verdim.
Demokratik Paradoks’ta tartışılan konular Ernesto Laclau
ile ortaklaşa Hegemonya ve Sosyalist Strateji [Hegemony and
Socialist Strategy]’de
*
başlatılan ve Siyasetin Dönüşü [The
Return of the Political]’da
**
sürdürülen düşünce çizgisinin de-
vamıdır. İkinci kitabın yayımlanmasından bu yana meydana
gelen ve sosyal-demokrat partilerin uzlaşmacı merkez politi-
kasına doğru giderek artan eğilimini beraberinde getiren poli-
tik olaylar, demokratik politika teorisindeki hâkim çerçeveye
alternatif bir sunuşun, politika teorisi açısından âciliyetine
11
*
Türkçesi için bkz.: Ernesto Laclau-Chantal Mouffe, Hegemonya ve Sosya-
list Strateji, Çev.: Ahmet Kardam-Doğan Şahiner. Birikim Yay., 1992.
**
Türkçesi için bkz.: Chantal Mouffe, Siyasetin Dönüşü, Çev.: Fahri Bakır-
cı, Ali Çolak, Epos Yay., Ankara 2009.
DEMOKRATİK PARADOKS
olan inancımı güçlendirdi. ‘Üçüncü Yol’un özündeki temel sa-
katlıkların kavranması, politikanın çatışmalı doğasının ve anta-
gonizmanın sökülüp atılamazlığının kabul edilmesini gerekti-
rir. Gittikçe moda olan ‘müzakereci demokrasi’ yaklaşımının
reddetmek için büyük zahmete girdiği nokta da tam olarak bu
meseledir.
Bu metinleri yayıma hazırlarken, farklı şekillerde de olsa,
hepsinin modern liberal-demokrasinin paradoksal doğasını
vurguladığını fark ettim. Tartıştığım rasyonalist düşünürler ara-
sında paradokslardan haz etmeyişin yaygınlığı nedeniyle libe-
ral-demokrasinin çalışmamın vurgulanmaya değer yönü oldu-
ğuna karar verdim. Bu kitabın adı da bu düşünceden çıktı.
G‹R‹fi:
DEMOKRAT‹K PARADOKS
Bu kitapta toplanan yazıların tümü, farklı şekillerde de olsa
modern demokrasinin ‘paradoksu’ olarak nitelendirdiğim dü-
şüncenin çeşitli politik ve teorik çağrışımlarını incelemeye ça-
lışmaktadır. Düşünce çizgim, hakkıyla târif edilmekten çok
uzak olduğunu düşündüğüm modern demokrasinin doğasına
ilişkin bir sorgulamayla başlar. Evvela şunu sormak gerekir:
Batı’da son iki yüzyıl zarfında yerleşik hale gelen yeni tipteki
demokrasiye işaret etmenin en iyi yolu nedir? Modern demok-
rasi, temsilî demokrasi, parlamenter demokrasi, çoğulcu de-
mokrasi, anayasal demokrasi ve liberal-demokrasi gibi çeşitli
terimler kullanıldı. Bazıları nezdinde antik demokrasiyle ara-
daki esas fark, daha büyük ve daha karmaşık toplumlarda doğ-
rudan demokratik yönetim biçimlerinin artık mümkün olma-
masında yatar; modern demokrasinin temsilî olmasının nedeni
budur. Claude Lefort gibi düşünenler ise modern demokrasi-
nin ortaya çıkışını mümkün kılan simgesel dönüşümde ısrar
ederler: “Kesinlik işaretlerinin yok oluşu.”
1
Lefort’a göre,
modern demokratik toplumdaki iktidar, yasa ve bilgi, radikal
12
13
1
Claude Lefort, Democracy and Political Theory, Oxford, 1998, s.19.
DEMOKRATİK PARADOKS
olan inancımı güçlendirdi. ‘Üçüncü Yol’un özündeki temel sa-
katlıkların kavranması, politikanın çatışmalı doğasının ve anta-
gonizmanın sökülüp atılamazlığının kabul edilmesini gerekti-
rir. Gittikçe moda olan ‘müzakereci demokrasi’ yaklaşımının
reddetmek için büyük zahmete girdiği nokta da tam olarak bu
meseledir.
Bu metinleri yayıma hazırlarken, farklı şekillerde de olsa,
hepsinin modern liberal-demokrasinin paradoksal doğasını
vurguladığını fark ettim. Tartıştığım rasyonalist düşünürler ara-
sında paradokslardan haz etmeyişin yaygınlığı nedeniyle libe-
ral-demokrasinin çalışmamın vurgulanmaya değer yönü oldu-
ğuna karar verdim. Bu kitabın adı da bu düşünceden çıktı.
G‹R‹fi:
DEMOKRAT‹K PARADOKS
Bu kitapta toplanan yazıların tümü, farklı şekillerde de olsa
modern demokrasinin ‘paradoksu’ olarak nitelendirdiğim dü-
şüncenin çeşitli politik ve teorik çağrışımlarını incelemeye ça-
lışmaktadır. Düşünce çizgim, hakkıyla târif edilmekten çok
uzak olduğunu düşündüğüm modern demokrasinin doğasına
ilişkin bir sorgulamayla başlar. Evvela şunu sormak gerekir:
Batı’da son iki yüzyıl zarfında yerleşik hale gelen yeni tipteki
demokrasiye işaret etmenin en iyi yolu nedir? Modern demok-
rasi, temsilî demokrasi, parlamenter demokrasi, çoğulcu de-
mokrasi, anayasal demokrasi ve liberal-demokrasi gibi çeşitli
terimler kullanıldı. Bazıları nezdinde antik demokrasiyle ara-
daki esas fark, daha büyük ve daha karmaşık toplumlarda doğ-
rudan demokratik yönetim biçimlerinin artık mümkün olma-
masında yatar; modern demokrasinin temsilî olmasının nedeni
budur. Claude Lefort gibi düşünenler ise modern demokrasi-
nin ortaya çıkışını mümkün kılan simgesel dönüşümde ısrar
ederler: “Kesinlik işaretlerinin yok oluşu.”
1
Lefort’a göre,
modern demokratik toplumdaki iktidar, yasa ve bilgi, radikal
12
13
1
Claude Lefort, Democracy and Political Theory, Oxford, 1998, s.19.
GİRİŞ: DEMOKRATİK PARADOKS
DEMOKRATİK PARADOKS
bir belirlenemezlik durumuyla karşı karşıyadır. Bu, prensin ki-
şiliğinde cisimleşen ve aşkın bir otoriteye bağlanan iktidarın
ortadan kalkışına yol açan ‘demokratik devrim’in sonucudur.
İktidarın demokratik devrimle birlikte “boş bir yer” haline gel-
mesiyle birlikte, toplumsala ait yeni bir tür kurumsallaşma dö-
nemi açıldı.
Lefort gibi, yeni bir simgesel çerçevenin ortaya çıkışını ve
nihai bir garanti, kesin bir meşruluk sağlamanın günümüzdeki
imkânsızlığını vurgulamanın hayatî önemde olduğu görüşünü
taşıyorum. Bununla birlikte, demokrasinin modern biçimini,
iktidarın boş yer’iyle basitçe özdeşleştirme yerine, esasen iki
yön arasındaki ayrıma vurgu yapmak isterim: Bir tarafta, bir
yönetim biçimi yani halk egemenliği ilkesi olarak demokrasi;
ve diğer tarafta, bu demokratik yönetimin uygulandığı simge-
sel çerçeve. Modern demokrasinin yeniliği, ki onu hak ettiği
biçimde ‘modern’ kılan da budur; ‘demokratik devrim’in orta-
ya çıkışıyla birlikte eski bir demokratik ilkenin yani ‘iktidar
halkın elinde olmalı’ düsturunun bu kez, bireysel özgürlüğün
değeri ve insan haklarına güçlü vurgu aracılığıyla liberal söy-
lemin biçimlendirdiği simgesel çerçeve içinde yeniden öne
çıkmasıdır. Liberal geleneğin merkezini işgâl eden bu değerler,
modern dünya görüşünün esasını oluştururlar. Bununla birlik-
te, temel değerleri – eşitlik ve halk egemenliği – farklı olan de-
mokratik geleneğin en önemli ve ayrılmaz parçaları haline ge-
tirilmemelidir. Gerçekte, kilise ile devletin, kamusal alan ile
özel alanın birbirinden ayrılması ve liberal(izm) politika(sı)nın
merkezinde yer alan Rechtsstaat [hukuk devleti] fikri, demok-
ratik söylemden kaynaklanmaz, başka bir yerden doğar.
Bu nedenle modern demokrasi dediğimizde, özgüllüğü iki
farklı gelenek arasındaki eklemlenmeden doğan toplumda ye-
ni bir politika biçimiyle uğraştığımızın anlaşılması çok önem-
lidir. Bir tarafta hukuk düzeni, insan haklarının korunması ve
bireysel özgürlüğe saygıdan oluşan liberal gelenek, diğer ta-
rafta ise ana fikirleri eşitlik, yöneten ve yönetilen arasındaki
özdeşlik ve halk egemenliğini içeren demokratik gelenek. Bu
iki farklı gelenek arasında zorunlu bir ilişki yoktur, yalnızca
olumsal bir tarihsel eklemlenme söz konusudur. Liberalizm C.
B. MacPherson’un vurgulamaya düşkün olduğu böylesi bir
eklemlenmeyle demokratikleşmiş, demokrasi ise liberalleş-
miştir. Şunu unutmayalım: Bugün liberalizm ve demokrasi
arasında bir bağ olduğuna kesin gözüyle bakma eğiliminde ol-
mamıza karşın, liberalizm ve demokrasinin birliği pürüzsüz
bir süreç olmak şöyle dursun sert mücadelelerin sonucunda
gerçekleşti. Pek çok liberal ve pek çok demokrat, mantıkları
arasındaki karşılıklı çatışmanın ve liberal demokrasinin kendi
hedeflerinin gerçekleşmesine dayattığı sınırların bilinciydeydi.
Aslında taraflar, liberal demokrasinin kurallarını sürekli olarak
kendi amaçlarına daha uygun bir şekilde yorumlamaya çalıştı.
Teorik bir bakış açısından, F. A. Hayek gibi kimi liberaller,
‘demokrasi esas olarak içbarışın ve birey özgürlüğünün korun-
masının bir aracı, yararlı bir âleti[dir]’
2
çizgisini savundu. On-
lara göre demokrasi, liberal kurumları tehlikeye atmadığı süre-
ce yararlıydı, ama [liberal kurumları] tehlikeye sokması halin-
de de bir kenara atılmalıydı. Kimi liberaller ise, halkın aldığı
kararların “rasyonel bir tarzda” cereyan etmesi durumunda,
haklara ve özgürlüklere karşı çıkmayacaklarını, fakat meşrulu-
ğu içermeyen kararlara da karşı çıkacaklarını açıkça ilân eden
bir başka strateji izlediler. Diğer taraftan kimi demokratlar,
‘biçimsel burjuva özgürlükler’ olarak niteledikleri liberal ku-
rumları bir kenara atmaya ve bu kurumların halkın iradesinin
engelsiz biçimde ifade edildiği doğrudan demokrasi biçimle-
riyle değiştirilmesi için mücadele etmeye hevesliydi.
Günümüzün demokrasi konusundaki hâkim eğilimi, mo-
dası geçmiş kabul edilen halk egemenliği unsurunun sadece
Rechtsstaat ve insan hakları savunusuyla özdeşleştirilen bir
tasavvur biçimi aracılığıyla saf dışı bırakılmasına dayanır. Bu
14
15
2
F. Hayek, The Road to Serfdom, Londra, 1944, s. 52.
GİRİŞ: DEMOKRATİK PARADOKS
DEMOKRATİK PARADOKS
bir belirlenemezlik durumuyla karşı karşıyadır. Bu, prensin ki-
şiliğinde cisimleşen ve aşkın bir otoriteye bağlanan iktidarın
ortadan kalkışına yol açan ‘demokratik devrim’in sonucudur.
İktidarın demokratik devrimle birlikte “boş bir yer” haline gel-
mesiyle birlikte, toplumsala ait yeni bir tür kurumsallaşma dö-
nemi açıldı.
Lefort gibi, yeni bir simgesel çerçevenin ortaya çıkışını ve
nihai bir garanti, kesin bir meşruluk sağlamanın günümüzdeki
imkânsızlığını vurgulamanın hayatî önemde olduğu görüşünü
taşıyorum. Bununla birlikte, demokrasinin modern biçimini,
iktidarın boş yer’iyle basitçe özdeşleştirme yerine, esasen iki
yön arasındaki ayrıma vurgu yapmak isterim: Bir tarafta, bir
yönetim biçimi yani halk egemenliği ilkesi olarak demokrasi;
ve diğer tarafta, bu demokratik yönetimin uygulandığı simge-
sel çerçeve. Modern demokrasinin yeniliği, ki onu hak ettiği
biçimde ‘modern’ kılan da budur; ‘demokratik devrim’in orta-
ya çıkışıyla birlikte eski bir demokratik ilkenin yani ‘iktidar
halkın elinde olmalı’ düsturunun bu kez, bireysel özgürlüğün
değeri ve insan haklarına güçlü vurgu aracılığıyla liberal söy-
lemin biçimlendirdiği simgesel çerçeve içinde yeniden öne
çıkmasıdır. Liberal geleneğin merkezini işgâl eden bu değerler,
modern dünya görüşünün esasını oluştururlar. Bununla birlik-
te, temel değerleri – eşitlik ve halk egemenliği – farklı olan de-
mokratik geleneğin en önemli ve ayrılmaz parçaları haline ge-
tirilmemelidir. Gerçekte, kilise ile devletin, kamusal alan ile
özel alanın birbirinden ayrılması ve liberal(izm) politika(sı)nın
merkezinde yer alan Rechtsstaat [hukuk devleti] fikri, demok-
ratik söylemden kaynaklanmaz, başka bir yerden doğar.
Bu nedenle modern demokrasi dediğimizde, özgüllüğü iki
farklı gelenek arasındaki eklemlenmeden doğan toplumda ye-
ni bir politika biçimiyle uğraştığımızın anlaşılması çok önem-
lidir. Bir tarafta hukuk düzeni, insan haklarının korunması ve
bireysel özgürlüğe saygıdan oluşan liberal gelenek, diğer ta-
rafta ise ana fikirleri eşitlik, yöneten ve yönetilen arasındaki
özdeşlik ve halk egemenliğini içeren demokratik gelenek. Bu
iki farklı gelenek arasında zorunlu bir ilişki yoktur, yalnızca
olumsal bir tarihsel eklemlenme söz konusudur. Liberalizm C.
B. MacPherson’un vurgulamaya düşkün olduğu böylesi bir
eklemlenmeyle demokratikleşmiş, demokrasi ise liberalleş-
miştir. Şunu unutmayalım: Bugün liberalizm ve demokrasi
arasında bir bağ olduğuna kesin gözüyle bakma eğiliminde ol-
mamıza karşın, liberalizm ve demokrasinin birliği pürüzsüz
bir süreç olmak şöyle dursun sert mücadelelerin sonucunda
gerçekleşti. Pek çok liberal ve pek çok demokrat, mantıkları
arasındaki karşılıklı çatışmanın ve liberal demokrasinin kendi
hedeflerinin gerçekleşmesine dayattığı sınırların bilinciydeydi.
Aslında taraflar, liberal demokrasinin kurallarını sürekli olarak
kendi amaçlarına daha uygun bir şekilde yorumlamaya çalıştı.
Teorik bir bakış açısından, F. A. Hayek gibi kimi liberaller,
‘demokrasi esas olarak içbarışın ve birey özgürlüğünün korun-
masının bir aracı, yararlı bir âleti[dir]’
2
çizgisini savundu. On-
lara göre demokrasi, liberal kurumları tehlikeye atmadığı süre-
ce yararlıydı, ama [liberal kurumları] tehlikeye sokması halin-
de de bir kenara atılmalıydı. Kimi liberaller ise, halkın aldığı
kararların “rasyonel bir tarzda” cereyan etmesi durumunda,
haklara ve özgürlüklere karşı çıkmayacaklarını, fakat meşrulu-
ğu içermeyen kararlara da karşı çıkacaklarını açıkça ilân eden
bir başka strateji izlediler. Diğer taraftan kimi demokratlar,
‘biçimsel burjuva özgürlükler’ olarak niteledikleri liberal ku-
rumları bir kenara atmaya ve bu kurumların halkın iradesinin
engelsiz biçimde ifade edildiği doğrudan demokrasi biçimle-
riyle değiştirilmesi için mücadele etmeye hevesliydi.
Günümüzün demokrasi konusundaki hâkim eğilimi, mo-
dası geçmiş kabul edilen halk egemenliği unsurunun sadece
Rechtsstaat ve insan hakları savunusuyla özdeşleştirilen bir
tasavvur biçimi aracılığıyla saf dışı bırakılmasına dayanır. Bu
14
15
2
F. Hayek, The Road to Serfdom, Londra, 1944, s. 52.
29
1.
DEMOKRAS‹,
‹KT‹DAR ve ‘POL‹T‹K OLAN’
‘İnsan doğası’, ‘evrensel akıl’ ve ‘rasyonel özerk özne’ gibi ka-
tegoriler son birkaç onyılda giderek daha çok sorgulanmaya
başlandı. Farklı bakış açılarındaki bir dizi düşünür, hem koşul-
suz evrensel doğrunun imkânlarının, hem de insan doğası ve
evrensel insan doğasının ancak rasyonalitenin evrensel kanunu
aracılığıyla bilinebileceği fikrinin eleştirisine giriştiler. Aydın-
lanmacı evrenselciliğin ve rasyonalizmin böyle bir eleştirisi
Jürgen Habermas gibi bazı yazarlar tarafından – kimi zaman
‘post-modern’ diye söz edilen – modern demokratik projenin
kuruluşuna bir tehdit olarak sunuldu. Bu yazarlar, Aydınlan-
manın demokratik ideal ile rasyonalist ve evrenselci perspek-
tif arasındaki mevcut bağda, ikincinin reddedilmesinin zorun-
lu olarak birinciyi de tehlikeye sokacağını düşünüyorlar.
Bu bölümde, konuyu bu açıdan ele almak ve karşıt tezi sa-
vunmak istiyorum. Demokratik talepler çoğulculuğun ve çağ-
daş politik mekânların çoğalmasına uygun tarzda yer açacak
radikal demokratik bir politikanın amaçlarının formüle edilme-
si mümkündür – ‘post-modern’ olarak kabul edilen yaklaşımın
DEMOKRASİ, İKTİDAR ve “POLİTİK OLAN”
ilişkilerin simgesel düzenlenişindeki derin dönüşüme işaret
eder. Bu, John Rawls’ın anladığı tarzdaki bir çoğulculuk ger-
çeğinden söz edildiğinde tümden ıskalanan bir şeydir. Elbette
bir gerçek vardır ve bu gerçek, iyi kavramının liberal bir top-
lumda karşılaştığımız çeşitliliğidir. Ama önemli olan fark, am-
pirik bir fark değildir; simgesel düzeyle ilgilidir. Söz konusu
olan, çatışmanın ve bölünmenin meşrulaştırılması, bireysel öz-
gürlüğün öne çıkması ve herkes için eşit özgürlük iddiasıdır.
Çoğulculuğun modern demokrasinin tanımlayıcı özelliği
olarak kabul edilmesi halinde, çoğulcu demokratik bir politi-
kanın kapsam ve doğasına yaklaşımın en iyi yolunun ne oldu-
ğunu sormaya başlayabiliriz. Bana göre, çoğulculuğun biçim-
lendirdiği radikal demokratik bir proje, sadece ‘farklılık’ın va-
rolabilmenin koşulu olarak yorumlandığı bir perspektif bağla-
mında formüle edilebilecektir. Aslında, ‘nesnelliği’ ‘şeylerin
kendilerine’ ait gören ve ‘mevcudiyet olarak varlık’ fikrini
zımnen içeren bir toplumsal mantığın dayattığı tüm çoğulculuk
biçimlerinin çoğulculuğun zorunluluğa indirgenmesine ve ni-
hai yadsınışına yol açacağını ileri sürüyorum. Liberal çoğulcu-
luğun, çoğulculuğu ve farklılıkları fiilen konu dışındaki özel
alana havale etmeyi amaçlayan başlıca biçimleri, farklılıklarla
başa çıkılacak prosedürleri, ‘çoğulculuk gerçeği’ olarak kabul
ettikleri unsur aracılığıyla tanımlamaktadırlar.
Çoğulculuk meselesi tam tersinden yani anti-özcü teorik
bir perspektiften tasavvur edildiğinde, bizlerin gönülsüzce
katlanmak ya da indirgemeye çalışmak zorunda olduğumuz
bir şey ya da sadece bir gerçek değil, ama aksiyolojik bir ilke-
dir. İlân etmemiz ve geliştirmemiz gereken bir şey olarak gö-
rülen çoğulculuk, tam da modern demokrasinin doğasında
kavramsal düzeydeki bir kurucu olarak kabul edilmektedir.
Dolayısıyla savunduğum çoğulculuk tipinin farklılıklara pozi-
tif bir statü atfetmesinin nedeni, daima açıklanması gereken ve
dışlayıcı eylem temelli bir kurgu olan oybirliği ve homojenlik
hedefinin sorgulanmasıdır.
DEMOKRATİK PARADOKS
gayet önemli gördüğüm katkısı –, dolayısıyla konuyu özcülü-
ğün eleştirisini hesaba katan bir politika teorisi bağlamında ele
almak istiyorum.
1
ÇO⁄ULCULUK ve MODERN DEMOKRAS‹
Argümanımı geliştirmeden önce, modern liberal demokrasiyi
nasıl tasavvur ettiğime işaret eden birkaç şey söylemek istiyo-
rum. İlk olarak, demokratik kapitalizmden ayırt edilmesi gere-
ken liberal demokrasiyi, ekonomik bir sistem ile eklemlenme
ihtimali bir kenara bırakılarak sadece politik olan düzeyinde
tanımlanan politik bir toplum biçimi ve klasik politika felsefe-
si açısından bir rejim olarak anlamanın önemli olduğunu düşü-
nüyorum. Liberal demokrasi – anayasal demokrasi, temsili de-
mokrasi, parlamenter demokrasi, modern demokrasi gibi çe-
şitli adlarda – kimilerinin anladığı gibi demokratik modelin
daha geniş bir bağlama uygulanması değildir; bir rejim olarak
anlaşıldığında toplumsal ilişkilerin simgesel düzenlenişi ile il-
gilidir ve salt bir ‘hükümet biçimi’nden çok daha fazla bir şey-
dir. İnsanların iki farklı gelenek arasındaki eklemlenmelerinin
sonucunda bir arada varolmalarının politik olarak organize
edilişinin özgül bir biçimidir: Bir tarafta politik liberalizm
(hukuk düzeni, güçler ayrılığı ve bireysel haklar) ve diğer ta-
rafta demokratik halk egemenliği geleneği.
Diğer bir deyişle, antik ve modern demokrasi arasındaki
fark büyüklük değil, doğa farkıdır. Can alıcı fark, modern libe-
ral demokrasinin kurucusu olan çoğulculuğun kabul edilme-
sinde yatar. ‘Çoğulculuk’ ile Claude Lefort’un ‘kesinlik işaret-
lerinin yok oluşu’ dediği iyi yaşama ilişkin özlü fikrin sonunu
kast ediyorum. Çoğulculuğun bu şekildeki kabulü, toplumsal
30
31
1
Çeşitli vesilelerle, post-yapısalcılığı post-modernizmle birleştirme girişimi
olan ikiyüzlülüğe işaret ettim, dolayısıyla burada tekrar etmeyeceğim. Be-
nim onayladığım anti-özcülük, post-yapısalcılıkla sınırlanmak şöyle dur-
sun, çok sayıda farklı düşünce akımının birbirine yaklaşma noktasını oluş-
turmaktadır; Derrida, Rorty, Wittgenstein, Heidegger, Gadamer, Dewey,
Lacan ve Foucault gibi farklı yazarlarda bulunabileceğini anımsayalım.
DEMOKRASİ, İKTİDAR ve “POLİTİK OLAN”
ilişkilerin simgesel düzenlenişindeki derin dönüşüme işaret
eder. Bu, John Rawls’ın anladığı tarzdaki bir çoğulculuk ger-
çeğinden söz edildiğinde tümden ıskalanan bir şeydir. Elbette
bir gerçek vardır ve bu gerçek, iyi kavramının liberal bir top-
lumda karşılaştığımız çeşitliliğidir. Ama önemli olan fark, am-
pirik bir fark değildir; simgesel düzeyle ilgilidir. Söz konusu
olan, çatışmanın ve bölünmenin meşrulaştırılması, bireysel öz-
gürlüğün öne çıkması ve herkes için eşit özgürlük iddiasıdır.
Çoğulculuğun modern demokrasinin tanımlayıcı özelliği
olarak kabul edilmesi halinde, çoğulcu demokratik bir politi-
kanın kapsam ve doğasına yaklaşımın en iyi yolunun ne oldu-
ğunu sormaya başlayabiliriz. Bana göre, çoğulculuğun biçim-
lendirdiği radikal demokratik bir proje, sadece ‘farklılık’ın va-
rolabilmenin koşulu olarak yorumlandığı bir perspektif bağla-
mında formüle edilebilecektir. Aslında, ‘nesnelliği’ ‘şeylerin
kendilerine’ ait gören ve ‘mevcudiyet olarak varlık’ fikrini
zımnen içeren bir toplumsal mantığın dayattığı tüm çoğulculuk
biçimlerinin çoğulculuğun zorunluluğa indirgenmesine ve ni-
hai yadsınışına yol açacağını ileri sürüyorum. Liberal çoğulcu-
luğun, çoğulculuğu ve farklılıkları fiilen konu dışındaki özel
alana havale etmeyi amaçlayan başlıca biçimleri, farklılıklarla
başa çıkılacak prosedürleri, ‘çoğulculuk gerçeği’ olarak kabul
ettikleri unsur aracılığıyla tanımlamaktadırlar.
Çoğulculuk meselesi tam tersinden yani anti-özcü teorik
bir perspektiften tasavvur edildiğinde, bizlerin gönülsüzce
katlanmak ya da indirgemeye çalışmak zorunda olduğumuz
bir şey ya da sadece bir gerçek değil, ama aksiyolojik bir ilke-
dir. İlân etmemiz ve geliştirmemiz gereken bir şey olarak gö-
rülen çoğulculuk, tam da modern demokrasinin doğasında
kavramsal düzeydeki bir kurucu olarak kabul edilmektedir.
Dolayısıyla savunduğum çoğulculuk tipinin farklılıklara pozi-
tif bir statü atfetmesinin nedeni, daima açıklanması gereken ve
dışlayıcı eylem temelli bir kurgu olan oybirliği ve homojenlik
hedefinin sorgulanmasıdır.
DEMOKRATİK PARADOKS
gayet önemli gördüğüm katkısı –, dolayısıyla konuyu özcülü-
ğün eleştirisini hesaba katan bir politika teorisi bağlamında ele
almak istiyorum.
1
ÇO⁄ULCULUK ve MODERN DEMOKRAS‹
Argümanımı geliştirmeden önce, modern liberal demokrasiyi
nasıl tasavvur ettiğime işaret eden birkaç şey söylemek istiyo-
rum. İlk olarak, demokratik kapitalizmden ayırt edilmesi gere-
ken liberal demokrasiyi, ekonomik bir sistem ile eklemlenme
ihtimali bir kenara bırakılarak sadece politik olan düzeyinde
tanımlanan politik bir toplum biçimi ve klasik politika felsefe-
si açısından bir rejim olarak anlamanın önemli olduğunu düşü-
nüyorum. Liberal demokrasi – anayasal demokrasi, temsili de-
mokrasi, parlamenter demokrasi, modern demokrasi gibi çe-
şitli adlarda – kimilerinin anladığı gibi demokratik modelin
daha geniş bir bağlama uygulanması değildir; bir rejim olarak
anlaşıldığında toplumsal ilişkilerin simgesel düzenlenişi ile il-
gilidir ve salt bir ‘hükümet biçimi’nden çok daha fazla bir şey-
dir. İnsanların iki farklı gelenek arasındaki eklemlenmelerinin
sonucunda bir arada varolmalarının politik olarak organize
edilişinin özgül bir biçimidir: Bir tarafta politik liberalizm
(hukuk düzeni, güçler ayrılığı ve bireysel haklar) ve diğer ta-
rafta demokratik halk egemenliği geleneği.
Diğer bir deyişle, antik ve modern demokrasi arasındaki
fark büyüklük değil, doğa farkıdır. Can alıcı fark, modern libe-
ral demokrasinin kurucusu olan çoğulculuğun kabul edilme-
sinde yatar. ‘Çoğulculuk’ ile Claude Lefort’un ‘kesinlik işaret-
lerinin yok oluşu’ dediği iyi yaşama ilişkin özlü fikrin sonunu
kast ediyorum. Çoğulculuğun bu şekildeki kabulü, toplumsal
30
31
1
Çeşitli vesilelerle, post-yapısalcılığı post-modernizmle birleştirme girişimi
olan ikiyüzlülüğe işaret ettim, dolayısıyla burada tekrar etmeyeceğim. Be-
nim onayladığım anti-özcülük, post-yapısalcılıkla sınırlanmak şöyle dur-
sun, çok sayıda farklı düşünce akımının birbirine yaklaşma noktasını oluş-
turmaktadır; Derrida, Rorty, Wittgenstein, Heidegger, Gadamer, Dewey,
Lacan ve Foucault gibi farklı yazarlarda bulunabileceğini anımsayalım.
DEMOKRASİ, İKTİDAR ve “POLİTİK OLAN”
ÇO⁄ULCULUK, ‹KT‹DAR ve ANTAGON‹ZMA
Çoğulculuğun kabul edilmesinde, iktidar ve antagonizmanın
sökülüp atılamaz karakteri söz konusu edilmektedir. Mesele,
sadece demokratik teoride baskın olan nesnellik ve özcülüğü
sorgulayan perspektif aracılığıyla kavranabilir. Hegemonya ve
Sosyalist Strateji’de,
2
herhangi bir toplumsal nesnelliğin ikti-
dar fiilleriyle kurulduğunu ileri süren bir yaklaşımı tanımladık.
Tanımımız, herhangi bir toplumsal nesnelliğin eninde sonunda
politik olduğu ve – Derrida’yı örnek alarak ‘kurucu dışsal’ de-
nilebilecek – toplumsal nesnelliğin kuruluşunu yöneten dışla-
ma fiillerine ait izlerin gösterilmesi gerektiğini içermektedir.
Bu nokta belirleyicidir. Çünkü her nesne, bizatihi kendi var
oluşuna kendinden başka bir şeyi de kaydeder ve sonuçta her
şey farklılık olarak kurulur, dolayısıyla nesnenin var oluşu saf
‘varlık’ ya da ‘nesnellik’ olarak tasavvur edilemez. Her kimlik,
kurucu dışsalın gerçeğin bir imkânı olarak daima içeride mev-
cut olması nedeniyle katıksız biçimde olumsal olur. Bu kimlik-
lerin kendilerini kurmalarından ziyade iki kimlik arasındaki
önsel-kuruluş ilişkisine dışsal olmayan bir iktidar kavramsal-
laştırmasını içerir. Nesnellik ve iktidar arasındaki bu kavşak
noktası, ‘hegemonya’ olarak adlandırdığımız şeydir.
Demokratik politikanın anti-özcü bir perspektiften tasav-
vur edilişi aracılığıyla, herhangi bir toplumsal failin demokra-
sinin mevcut olduğu toplumsal temelde neden hâkimiyet iddi-
asında bulunamayacağını anlayabiliriz. Bu anlamda toplumsal
failler arasındaki ilişkinin daha demokratik olabilmesi sadece
iddiaların sınırlılığının ve kısmiliğinin kabulüne; yani iktidarın
kendi aralarındaki karşılıklı ilişkide sökülüp atılamazlığının
teslim edilmesine bağlıdır. Dolayısıyla artık demokratik top-
lum, toplumsal ilişkilerde eksiksiz bir uyum düşünün gerçek-
leştirileceği bir toplum olarak tasavvur edilemez. Toplumun
DEMOKRATİK PARADOKS
Bununla birlikte, böyle bütünsel çoğulculuğa izin verme-
yen bir görüşün aksine, geniş çaplı tâbiyet ilişkisine meydan
okumayı hedefleyen demokratik bir politikanın çoğulculuğun
gerektirdiği sınırları kabul etmesi önemlidir. Bu nedenle bura-
da savunduğum pozisyonun, hiçbir sınırı bulunmayan – tüm
farklılıklara değer biçilmesi olarak anlaşılan – çoğulculuktan
ve heterojenlikle, kıyaslanamazlığa vurgu yapan aşırı çoğulcu-
luk tipinden ayırt edilmesi gereklidir. Aslında daha demokratik
olduğunu iddia eden böyle bir perspektifin, hem belirli farklı-
lıkların nasıl olupta tâbiyet ilişkileri olarak kurulduğunu hem
de bu ilişkiye radikal demokratik bir politika aracılığıyla karşı
durulması gerektiğini fark etmemize engel olduğunu düşünü-
yorum. Sadece ortak paydası olmayan kimlikler çokluğu söz-
konusudur, çünkü varolan ama varolmaması gereken farklar
ile varolmayan ama varolması gereken farklar arasında ayrım
yapmak imkânsızdır.
Böyle bir çoğulculuğun ıskaladığı politik olan’ın boyutu-
dur. Bize iktidar ilişkileri ile silinen antagonizmaların ardından
antagonizmasız bir çoğulculuğun tipik sol kanat liberal yanıl-
saması kalır. Aslında, liberalizme karşı gayet eleştirel olma
eğilimi taşıyor görünen aşırı çoğulculuk tipi, tam da tâbiyete
karşı farklı mücadelelere girişen muhtemel talepleri eklemle-
yecek kolektif bir kimlik olan ‘biz’i kurma yönündeki her gi-
rişimi reddetmesi nedeniyle politik olandan liberal kaçışa ka-
tılımı içerir. Bu türden kolektif kimliklerin kuruluş gereğinin
reddedilerek, demokratik politikanın sadece azınlıklar ya da çı-
kar grupları çoğulunun hak iddia etme mücadelesi açısından
kavranması, gözlerin iktidar ilişkileri karşısında kapatılmasın-
dan başka bir şey değildir. Dolayısıyla mesele, haklar âlemin-
de mevcut olan bazı hakların tam da başkalarının tâbileştiril-
mesi ya da dışlanmasına dayanan bir olgu temelinde(ki) geniş-
lemesiyle kurulan sınırlarının görmezden gelinmesidir.
32
33
2
Ernesto Laclau ve Chantal Mouffe, Hegemony and Socialist Strategy:
Towards a Radical Democratic Politics, London 1985.
Dostları ilə paylaş: |