(narcissism) durumudur. «Eğer bir şey söylemek gere
kirse ona zihnin son derece normal bir durumudur di
yebiliriz...» Chao-Chou’nun (Joshu)
(2i) dediği gibi
«Zen sizin her günkü düşüncelerinizdir. İşin aslı ka
pının menteşesinin ne tür takıldığmdadır. Kapı içeriye
de açılabilir dışarıya da (25)». Satori’yi yaşantıya dö
nüştüren kimse üzerinde satori'nin değişik bir etkisi
oluyor. «Zihin bütün bilip yaşamış olduklarımızdan da
ha doyurucu, insanın içini iç barışla dolduran, daha
çok sevinç ve kıvanç veren bir uyum içinde çalışmaya
başlıyor. Hayatın rengi, ezgisi değişiyor. Zen’e erişmiş
kimse kendini yenilenmiş buluyor. Bahar çiçekleri daha
canlı, daha renkli, dağdan akıp gelen derenin suyu da
daha saydam daha serin görünüyor (Z6)».
Hiç kuşkusuz Dr. Suzuki’nin yukarda açıkladığı bi
çimiyle satori'yi esenliğin tam olarak gerçekleştirilmesi
olarak tanımlayabiliriz. Eğer aydınlanmayı ruhbilimin
deyimleriyle anlatmaya çalışırsak; bir kimsenin içinde
ki ve dışındaki gerçekle tam bir uyum, tam bir ayar
içinde olması ve bu durumun da tam olarak ayırdmda
olması, tam olarak kavraması demek olduğunu söyleye
biliriz. Bu durumun ayırdmda olma dediğimiz zaman
amacımız zihniyle, beyniyle ya da gövdesinin herhangi
bir yanıyla değil varlığının her yanıyla, bütün insan
olarak bu durumun ayırdmda olmaktır. Karşısında du
ran bir nesnenin düşünerek kavranışı gibi değil de,
tıpkı bir çiçeğin, bir köpeğin, bir insanın, onun, kendi
sinin, tüm gerçeğin ayırdmda olunduğu gibi ayırdmda
(24) Çinli Zen ustası Chao-Chou’nun (778-897) adının Japonca
söyleniş biçimi Joshu’dur (çevirenin notu).
(25) D. T. Suzuki Introduction to Zen Buddhism (Londra, Rider,
1947) S. 97.
(26) Aynı yapıt S. 97-98.
72
olmaktır. Uyanan kimse dünyaya karşı açık ve duygu
lu olur. Çünkü artık dünyaya sanki sahip olunacak bir
şeymiş gibi sarılıp kendine saklamaktan vazgeçmiştir,
böylece de kendini boş ve alıcı bir duruma getirmiştir.
Aydınlanma demek «insanın bütünlüğüyle gerçeğe
uyanması» demektir.
Aydınlanmanın insanın, gerçekte horul horul uyur
ken uyanmış olduğunu sandığı bir trans ya da bir çö
zülme, ayrışma durumu olmadığını iyice anlamamız
çok önemlidir. Kuşkusuz Batılı ruhbilimciler satori’nin
öznel bir iç durum olduğuna, kendi kendine telkin yo
luyla varılan bir trans durumu olduğuna inanmak eğili
mindedirler. Zen’e o kadar ilgi duymuş olan Dr. Jung bile
aynı yanlışa düşmekten kendini kurtaramamıştır. Jung
şöyle diyor : «İnsanın hayal gücü de ruhsal bir olgudur,
bunun için de aydınlanma olayı ister gerçek olsun, ister
düşsel olsun macîdesellikten yoksundur. Satori’ye eriş
tiğini sanan kimse aydınlanmış da olsa aydınlandığı sa
vunusunda da olsa, her iki durumda da aydınlandığı ka
nısındadır. Hatta yalan söylemiş de olsa yalan da bir
manevî olgudur (27)». Elbette bu düşünceler biraz da
Jung’un dinsel yaşantının gerçekliği konusundaki göre-
ci (relativistic) tutumuna bağlanabilir. Ben Jung’dan
ayrılıyorum, bana göre yalan hiç bir zaman manevî olgu
olamaz. Ne de başka bir olgu olabilir. Yalan olsa olsa
yalandır. Jung’un yukardaki düşüncelerinin değerinin
tartışılmasını bir yana bırakarak Jung’un tutumunun
Zen Budistler tarafından paylaşamadığını söyleyebilirim.
Bunun tersine, onlara göre gerçek konusunda doğru ve
yeni bir bakış açısı getiren hakiki satori’yle, isteri ya
da çıldırı türünden yalancı bir yaşantı arasında bir
(27) Suzüki’ye önsöz, Introduction to Zen Buddhism, S. 15.
ayırım yapmak lâzımdır. Zen öğrencisi satorVye erişti
ğini sandığı zaman Zen ustası yaşantısının satori olma
dığını ona iyice anlatmak durumundadır. Zen ustası
nın başlıca görevlerinden biri öğrenciyi gerçek ve düş
sel aydınlanma durumlarına karşı uyarmaktır.
Gerçeği olduğu gibi görebilmeyi sağlayabilecek tam
aydınlanmayı gene ruhbilimin deyimleriyle anlatmaya
çalışırsak, her şeyin en uygun, en verimli bir ayar
içinde olması durumu diye tanımlayabiliriz. Bunun için
de insan dünyayla bir şeyler kazanmak, yararlanmak,
biriktirmek için bir pazarlamacı gözüyle değil, yaratıcı
olarak, (Spinoza’mn anladığı anlamda) yapıcı olarak
bir bağlantı kurmalıdır. Tam, en uygun, en verimli bir
ayar içinde olma durumunda, ben’i ben olmayandan
ayıran perde aradan kalkmıştır. Şu nesne artık bir nes
ne değildir; benim karşımda olan bir şey değildir. Be
nimle birlikte olan bir şeydir. Artık gördüğüm gül, dü
şüncemin konusu olan ve onu gül kategorisine koyarak
«şu gördüğüm şey bir güldür», diyeceğim biçimde değil
de «bir gül bir güldür bir güldür (28)», diyebileceğim
şekilde var. Böyle en uygun, en verimli bir ayar içinde
olma durumu bir yandan da en yüksek düzeyde yansız,
nesnel bir bakış açısı da getiriyor. Karşımdaki nesneyi
tutkularımın ya da korkularımın etkisiyle gerçek gö
rüntüsü bozulmuş, çarpıtılmış olarak görmüyorum. O
şeyi ya da o kimseyi olmasını ya da olmamasını istedi
ğim biçimiyle değil, gerçekte nasılsa öyle görüyorum.
Bu tür algılamada ilintisiz çarpıtma (parataxic distor
tion) yok. Tam olarak yaşamın içinde olmak, öznellikle
nesnellik arasında bir sentez var. O nesneyi her ne ise,
(28)
«A rose is a rose is a rose» (bir gül bir güldür bir güldür)
Amerikalı yazar Gertrud Stein’in (1874-1946) ünlü bir dizesidir (çe
virenin notu).
74
Dostları ilə paylaş: |