Evrim Teorisi'nin Değerlendirilmesi
223
karşılaştırmalı anatomi ile homolojiyi belirlemeye çalışanla-
rın yüzleştikleri sorunların yerine yeni sorunların içine düşül-
mesine yol açmıştır. Bu problemlerin aşılabilmesi için ortak
ata belirlenmeye çalışılmaktadır.
459
Böylece ‘moleküler sevi-
yedeki homolojiye dayanarak belirlenen ortak ataya göre ho-
moloji belirlenmeye’ uğraşılmıştır ki, bu daha önce görülen
totolojiden kurtulunamadığını gösterir.
Evrim Teorisi’ni savunanların, morfolojideki homolog ya-
pıların, embriyo aşamalarında ve moleküler seviyede para-
lellik göstermesi gerektiğine dair beklentileri, moleküler se-
viyedeki verilerin sonucunda yeni sorunlarla karşılaşmıştır.
Genler üzerindeki çalışmalarla, aşağı yukarı kompleks can-
lılardaki her genin, birden fazla organı etkilediği tespit edil-
miştir. Genlerdeki bu çok etkililiğe ‘pleiotrophy’ denmekte-
dir. ‘Pleiotrophy’e bağlı olarak oluşan etkilerin ise türlere özel
olduğu saptanmıştır. Örneğin tavuğun sırf bir geninde oluşan
mutasyonlardan değişik birçok organın da etkilendiği anlaşıl-
mıştır; tavuğun tacının oluşumunu etkileyen bir gendeki mu-
tasyon, kafatasındaki bir yumruya da sebep oldu. Tüyü olma-
yan omurgalılarda, kafatası gibi tüm omurgalılarca paylaşılan
bir yapıyı oluşturacak genin, tavuğun tacını oluşturan genin
homoloğu olduğu düşünülemez. Bu tip örneklerin çokluğu,
De Beer’ın, homolog yapıların (fenotipin), mutlaka homolog
genlerce kontrol edilmediklerini söylemesine yol açmıştır.
460
Moleküllerin türler arasındaki benzerlik oranının ince-
lenmesinde de evrimci öngörüyle bağdaşmayan bazı sonuç-
larla karşılaşılmıştır. Örneğin Relaxin proteini üzerinde ya-
pılan bir araştırma, köpekbalıklarıyla domuzun, domuz ile
459 David M. Hillis, Homology in Molecular Biology, Novartis Symposium 222,
John Wiley And Sons, Chichester, (1999), s. 27-45; Aktaran: Jonathan Wells,
Icons of Evolution, s. 67.
460 Michael Denton, Evolution A Theory in Crisis, s. 149-151.
Evrim Teorisi, Felsefe ve Tanrı
224
kemirgenlerden daha yakın olduğunu göstermiştir.
461
Bu tip
örnekler, moleküler biyolojiden elde edilen bulgularda evrimci
öngörüyle uyuşmayan sonuçlara rastlandığı anlamına gelmek-
tedir. Moleküler seviyeden elde edilen verilerin Evrim Teorisi
ile uyuşmayan sonuçlar vermesi istisnai birkaç örnekle sınırlı
değildir. Evrimci öngörüye göre canlıların dış yapıları ne ka-
dar benzer ise moleküler yapıları da o kadar benzer olmalı-
dır. Aslında bu öngörüyü Evrim Teorisi’ni reddeden kişiler de
paylaşabilirler; canlıların dış görünüşünü belirleyen en önemli
faktör moleküler seviyedeki yapıdır. Fakat evrimci biyologlar
için bu öngörü kaçınılmazdır. Çünkü teoriye göre moleküler
seviyedeki mutasyonlar ile olan değişiklikler türlerin değişi-
mini sağlar; canlıların dış görünüşlerindeki benzerliklerine
göre akrabalık dereceleri saptanmış olduğu için ise, mutlaka
moleküler seviyedeki benzerlik, canlıların dış görünüşündeki
benzerliğe dayalı kurulan soy ağaçlarını bozmamalıdır.
Moleküler seviyedeki yapılar üzerinde gerçekleştirilen araş-
tırmalarda; örneğin, köpeklerin, birçok molekülün yapısında
kertenkelelere, tavuklardan daha yakın oldukları tespit edil-
miştir.
462
Bir araştırmadaysa, ele alınan protein moleküllerinde,
tavuğun ve timsahın sahip olduğu bu proteinlerin insanınkine
çok benzer olduğu göste-
rilmiştir. Eğer evrimci
öngörüye göre ‘benzer-
lik oranından akraba-
lık derecesine’ yükse-
leceksek; o zaman, sırf
bu moleküllerle sonuca
varsaydık, tavuk ve
timsahın insanın ya-
461 Cornelius G. Hunter, Darwin’s God, s. 42.
462 Mike Benton, ‘Is A Dog More Like Lizard or Chicken’.
Evrim Teorisi'nin Değerlendirilmesi
225
kın akrabası olduğunu söylerdik. Diğer yandan kemikli ba-
lıkların (lungfish) proteinlerinin memelilerden fark derecesi
ile lamprey’den (yılan balığına benzer su canlısı) fark dere-
cesi aynıdır. Oysa evrimci öngörüye göre kemikli balıklar ile
memeliler arasında çok uzak akrabalık ilişkisi olduğundan,
bunlar arasındaki moleküler farklılığın lamprey’den çok daha
büyük olması gerekirdi. Bakterinin Sitokrom-C proteini, ma-
yadan yüzde 69, buğdaydan yüzde 66, ipek böceğinden ve
ton balığından yüzde 65, güvercinden ve attan ise yüzde 64
oranında farklıdır. Hiçbir eukaryotik sitokromun (en önem-
lisinin Sitokrom-C olduğu proteinler) bakteri sitokromunun
ara formu olarak gösterilemeyeceği anlaşılmaktadır. Örneğin
buğday yüzde 20, ipek böceği yüzde 30, at yüzde 50 oranında
bakteri Sitokrom-C’sinden farklı olsaydı, bu evrimci öngörü-
lere daha uygun olurdu. Bu da eukaryotik hücrelere (çekir-
deği olan hücreler) sahip canlıların, bakterilerden (prokaryo-
tik -çekirdeksiz hücreli- canlılardan) tamamen ayrı, izole bir
sınıf oluşturduklarını gösterir.
463
Bu verilere göre Darwin’in beklentisinin tam tersine do-
ğada atlamalar -hatta büyük sıçramalar- vardır. Bu sonuç, sa-
dece Darwin ile değil, Evrim Teorisi’nin tam karşıt kampında
gösterilen Linnaeus gibi canlıları, ‘varlık merdivenleri’nde hi-
yerarşik olarak birbirinin ardınca dizen biyologların ve do-
ğada atlamayı reddeden Leibniz gibi filozofların da beklen-
tilerine terstir. Moleküler olarak, hiçbir canlının proteininin,
diğerlerinden daha ilkel veya daha gelişmiş olduğu söylene-
mez. Moleküler seviyedeki incelemelerle İbn Miskeveyh gibi
veya Linnaeus gibi veya Darwin gibi canlıları birbirinin ar-
dınca dizmek oldukça sorunludur. Canlıların bir kısmı birbir-
lerine çok benzer olsa da, kanadın ortaya çıkışı veya eukar-
yotik hücreye geçiş gibi çok büyük yeniliklerde; arının bal
463 Michael Denton, Evolution: A Theory in Crisis, s. 274-306.
Dostları ilə paylaş: |