38
w w w . k a r t e p e z i r v e s i . c o m
Çok tehlikeli politik hareketler deneyimledik Avrupa ülkelerinde. Ve bu hareketler
Avrupa değerlerinin lehine değildir. Kimi değerlerin aleyhine işlemektedir. İslam
mı göçmen mi ya da Türkiye’nin olası katılımını karşı kimi düşünceler mevcut.
Euro entegrasyonuna ya da küreselleşmeye karşıt kimi görüşler mevcut. Bunun
üzerine politik, medya veya ekonomik kuruluşlar mevcut aslında bu görüşler ya
da kuruluşlar kimi toplulukları bir araya getiriyor.
Politik nüfuz sahibi olmak için yalnızca bir seçim kazanmanıza gerek yok. Bu-
nun örneğini Hollanda’da Avusturya’da da gördük. Yalnızca kimi uç fikirlerle var
olmanızda o kötü etkileri doğurabiliyor. Ana akım partilerin yanlış verdiği tepki-
lerden dolayı kimi yeni hareketler doğdu ve o yeni hareketler gündemi belirleme
gücüne sahip artık. Kimi politik gelişmeleri kimi politik kararları yeni topluluklar
belirleyebiliyor. Dolayısıyla bu noktada çok dirayetli olmak durumundayız. Sade-
ce “Dur bir görelim” diyemeyiz. Değerlerimiz, fikrilerimiz ve düşüncelerimiz için
savaşmalıyız.
Değinmek istediğim ikinci nokta ise şöyle: Avrupa Birliği düşünce hiç olmadığı
kadar önemli hale gelmişken burada bir aslında hayatta kalma durumu söz ko-
nusu Avrupa da artık. Yani birlik olacak mı bu birlik ayakta kalacak mı? Bunların
da sorgulandığı bir döneme geldik. Çünkü muazzam değişiklikler yaşandı ve gü-
nümüz dünyasında bu değişiklerin hala yaşandığını görüyoruz. Yarın dünya nasıl
dönecek ona dair hiçbir fikrimiz yok. Ancak şunu biliyoruz ki, kimi demografik
kimi ekonomik trendler belki değişebilir. 2050 yılına kadar mesela Avrupa Birliği,
dünya nüfusunun %5’inden daha az nüfusa sahip olacak. 2050 yılında bütün
Avrupa kıtası dünya nüfusunun yalnızca %7’ sini temsil ediyor olacak. Yine 2050
yılına kadar Afrika nüfusu mevcut seviyesinden iki katından da üzerine çıkmış
olacak. 1.3 milyar daha fazla kişiden bahsediyoruz. Ancak yeteri kadar yiyecek
içecek ya da hayatta kalması içi ihtiyaç duyacağı ne varsa buna erişebilecek mi?
Geleceğe dair tek bir soru: Ekonomik açıdan ele alacak olursak Çin 2050 yılına
kadar, açık ara en büyük ekonomi olacak ve bunu Hindistan takip edecek. Ve
Avrupa’yı ilk temsil edecek ülke Almanya olacak. Fransa yine ilk 10 büyük eko-
nomi arasında yer alamayacak. İtalya da yer alamayacak. Bu hafta çok önemli
küresel bir gelişme yaşandı. Küresel dengeyi değiştirecek bir gelişmeydi bu.
Çin Komünist Partisi’ni takip ettiyseniz şunu görmüşsünüzdür: Çin politikasında
temelde bir değişimi yaşandı. Çin’in şu zamana kadar uyguladığı doktrinler ve
dış politikalara olan ilgisizliği ve dış politika üzerindeki meseleler üzerinde bir
değişme yaşandı. Komünist Partisi dedi ki yalnız biz bir öncü rol oynamayacağız
ama aynı zamanda politik bir aktör olarak da küresel seviyede harekete geçe-
ceğiz. Önümüzdeki yıllarda herhangi bir Avrupa ülkesinin bu Çin tarafındaki ge-
lişmelere ayak uyduracağını düşünmüyorum. Ya da küresel çatışmalara hemen
bir çare bulup karşı karşıya olduğumuz ciddi sıkıntıları; terörizm olsun kitle imha
silahları olsun, göç yahut çevresel katliamlar gibi çok büyük problemler olsun
hemen çözüm bulamayacağız. Belki tek bir ülke, tek bir devlet olarak çözüm ge-
tiremeyeceğimiz aşinayken güçlerimizi ve yeteneklerimizi kaynaklarımızı bir ara-
ya getirip birlikte hareket edebiliriz. Avrupa entegrasyonu düşüncesini yeniden
39
w w w . k a r t e p e z i r v e s i . c o m
küresel kılmak istiyorsak kimi hayati prensipleri hayata geçirmek durumundayız.
Avrupa süper devlet mesela. Avrupa Birleşmiş Devletleri ya da Avrupa Cumhu-
riyeti gibi fikirler realist değildir. Hatta istenilesi de değildir. Biz Amerika Birleşik
Devletleri gibi değiliz. Bizim kimliğimiz öncelikle bizim milli kimliklerimizdir. Be-
nim kimliğimi sorarsanız ben önce Avrupalıyım demem. Ben size Almanyalıyım
ve Avrupalıyım derim. Ama her zaman ikisi de mevcuttur. Avrupalı ülkelerin bin
yılı aşkın süreden beri var olan gelenekleri mevcuttur. Ve Avrupa Birliği düşün-
cesi bunları alıp bir kenara bırakmaz; Avrupa’nın entegrasyonu yine her şeyi
eşit hale getirip her şeyi uyumlaştırmak değil aksine Avrupa’nın güçlü kültürel
politik tarihi çeşitlilikten geldiğini anlamaktır. Ve bu çeşitlilik bizi zengin kılar asla
zayıflatmaz.
Bir yeniden düzenlemeye gitmemiz gerekiyor. Ulusal ve bölgesel özellik ve sü-
per ülke gücünü düşündüğünüz zaman son yirmi senedir güç, ulusal seviyeden
uluslar üstü seviyeye çıkar gibi oldu ve o denge bozuldu. İnsanların artık çok
fazla nüfuz ve güç peşinde olduğunu görüyoruz. Prensipte kararların yalnızca
çok gerekli olduğunda ortak alınacağını haricinde ulus hatta bölge seviyesinde
alınması gerektiği unutuldu. Aşırı denetleme, demokrasi ve tekno-pratik karar-
lar ve karar alınma süreçlerindense; demokratik bir katılıma ihtiyacımız var ve
o demokratik katılımı sağlayıp güçlü bir politiği de beraberinde getirebilirseniz
işte o zaman üye ülkeler ve potansiyel aday ülkeler Avrupa’nın entegrasyonunu
destekleyecektir. Ve bunun lehine oy kullanacaktır.
Peki, Türkiye perspektifine gelecek olursak; Türkiye’nin bunu gerçekten isteyip
istemediğini ben bilemem. Ancak şunu söyleyebilirim biz burada Türkiye için
perspektifini yani Avrupa perspektifini konuşmak yanlış anlaşılmalara sebebiyet
verebilir. Türkiye’nin Avrupa desteğine ihtiyacı yok çünkü bir Avrupa ülkesi öyle
değil mi? Ve bunu hiç kimse sorgulayamaz. Türkiye’nin Avrupai bir bakış açısına
ihtiyacı var diye kimse söyleyemez. Bakın, öyle bir şey lazım değilse Avrupa
Birliği’nin öyle bir bakış açısına ihtiyacı vardır. Bunlar birbirinden çok farklı an-
lamlardır.
Türkiye’nin Avrupa ya ait olup olmadığını tartışmıyoruz. Türkiye zaten Avrupa’nın
bir parçası. Türkiye o entegrasyonda bir rol oynayacak mı mesela? Belki bunu
masaya yatırabiliriz. Üye ülkeler arasında belki bunu görüşebilirim. Ben mese-
la şahsi görüşümü soruyorsanız şöyle söyleyebilirim: Stratejik çıkarlar ve uzun
vadedeki gereksinimleri düşündüğümüz zaman bunlar değişmedi. O ihtiyaçlar
hala aynı. Türkiye Avrupa Birliği’ni politik ve ekonomik anlamda gerçekten güç-
lendirir. Türkiye güvenlik meselelerinde elzemdir Avrupa Birliği’ne katılımında da
ve bütün bu süreç kimi kuralların düzenlemelerin kotaların vs. hayata geçirilmesi
değil üretim vs. meseleleri değil. Bütün bu süreç çok daha temelden gelen bir
şeye dayanıyor.
Avrupa bakış açısı Türkiye’ye karşı gerçekçi olacaksa o şu anlama gelir. Türkiye
ve Türk vatandaşları Avrupa ulusları tarafından tamamen eşit şartlarda algılan-
malı. Eşit görülmeli. Ben esas meselenin bu olduğunu düşünüyorum. Eğer bu