|
![](/i/favi32.png) A I, taacüp haykırması; taaccüp veya memnuniyetsizlik edasiyle sual; 3keldele, -at sucuğunun yağını iri parçalar şeklinde doğramak ve haşlanmış ve doğranmış et üzerine koymak.
kele I
|
səhifə | 47/90 | tarix | 29.08.2018 | ölçüsü | 5,98 Mb. | | #65401 |
| keldele, -at sucuğunun yağını iri parçalar şeklinde doğramak ve haşlanmış ve doğranmış et üzerine koymak.
kele I, ver buraya! ver bana! Kele kolunğ dağını: elindekiyi ver! ; kele değen doom cok: hiçbir borcum yoktur; kele değen doom cok bolso, ınğk etken oorum cok bolso!ats.: bana karşı alacak davaları ve bir de en küçük bir hastalığım olmazsa (ne iyi olacaktı)!
kele II. 1. yaldız yahut sırma, tırtıl (iplik); 2. bir kıymetli kumaşın adıdır; keleden çapan men tüydüm folk. keleden çapan (kaftan) dikdim.
kelebay = = keleke, meni kelebay kılba:1) beni alaya alma: benimle eğlenme! ; 2) başımı ağırtma!
keleçe (kep sözü ile bir arada) yeni haber, hvadis; emine kep-kelece bar! : ne var, ne yok!, ne haberler var!
keleçek, gelecek, istikbal; keleçekte: istikbalde.
kelegey, tam değil, yarım kusurlu ayran kelegey uyup kalğan: yoğurt fena ekşimiş; tili kelegey: dilinde kusuru olan peltek konuşan.
keleke, istihza, alay.
kelektip, kon. = = kollektiv.
kelem, a. yahut kelem şarıp: Kur’an Kelami şerif).
kelebeç, maskara (gülünç); meni kelemeç kılba: beni maskara yerine koyma!
kelemiş, f. tarla faresi, sıçan.
kelender, kon.= =kalender
kelenğker: kelenğker çapçak: bir nevi saçbağı, saç örgüsü şerit; kelenğker çapçak kelin bar, boygo çetken uulu bar folk. : kelenker denilen saçbagısı olan gelini var, kos-koca oğlu var.
kelep f. : kelep cip: (makarada değil de) kangal, çile şeklinde olan iplik; bir kelep cip: bir çile iplik.
kelepte-, (ipliği) çile şekline koymak.
kelerki = = kelirki.
keleste 1. kelesso; 2. bir kuşun adıdır; 3. sıçan.
kelesi, gelecek; kelesi kün: gelecek gün; kelesi cılda: gelecek sene.
kelesso, aklı başında olmayan şuuru bozuk) ,delice, kaçık.
kelessolon- , şuuru bozuk olmak.
keleş = = kölöş.
kelgensi-,gelir gibi olmak, geliyormuş gibi gözükmek; munusu da az kelgensip: bu dahi ona az geliyormuş gibi gözüküyordu.
kelgin, 1. başka yerden kelen, yabancı muhacir; 2. göçücü kuşlar; kelgin keliptir veya kelgin kuş keliptir: göçücü kuşlar geldiler.
kelginci, başka yerden gelen yabancı adam.
kelgis, gelmez; anı kelgis kılam: öyle yaparım, ki o bir daha gelmez.
kelim, 1. geliş; kelim-ketim köp üy: (yabancıların, misafirlerin) çok gelip gittiği ev; 2. gelir, irat.
kelimsek, gelen, hariçten gelen, yabancı; üylüü kişinin kelimsek-ketimsegi köp bolot: evli kimsenin geleni-gideni çok oluyor.
kelin, 1. gelin; 2. genç kadın; beye tuumayınça batyal atı kalbayt, katın tuumayınca kelin atı kalbayt atsz. : kısrak doğurmadıkça “batyal” (bk.) adı kalkmaz; kadın doğurmadıkça “kelin” adı kalkmaz; kelinkesek bk. kesek 1.
kelinçek, genç kadın; eri ölüp ergetiygen katın kelinçek bolot ats. kocası öldükten sonra kocaya varan kadın yeniden “gelin gelincik” oluyor.
kelinçi, gelinci, gelini ile karı-koca gibi yaşayan.
keilndi, ticaret mallarının dışarıdan gelişi.
kelindik, gelink durumu.
kelirki, gelecek, müstakbel; kelirkide: istikbalde.
keliş I, geliş; keliş-ketiş: karşılıklı misafir kabul etme; keliş-ketiş tuuğandıktın belgisi ats. : karşılıklı misafir olma, akrabalığın belgesidir, (delilidir).
keliş- II, 1. hep beraber gelmek; 2. yuşmak, anlaşmak; kelişip ketüüçü sis. aykırı siyasi yön mümessilleri ile anlaşama, onlarla barışma.
kelişim, anlaşma, antlaşma, muahede; birikme kelişim yahut kolektiv kelişim: işverenlerle işçiler arasındaki anlaşma mukavele.
kelişimdüü endamlı, yakışıklı.
kelişkiç sis. Aykırı siyasî zümrelerin mümessillerile anlaşan, onlarla barışan.
kelişpööçülük, barışmazlık.
kelişsizdik, uygunsuzluk yakışmazlık.
keliştir-, uydurmak, bir işi iyi yapmak; keliştirip süylö- : yakıştırıp konuşmak.
kelişüü, uyuşma, barışma, anlaşma; akısı kelişüü colu menen: ücreti anlaşmaya göre.
kelişüüçü, sis. aykırı siyasî zümreleri mümessillerile anlaşan, onlarla barışan.
kemle, a. Dn. kelimei tevhid; kelme keltir: kelimei tevhidi söylemek; mec. müslüman olmak, islâmı kabul etmek.
kelte I, tifo.
kelte II f. kısa.
kelte III, bir nevi eski zaman tüfeği; ak kelte: Semetey bahadırın tüfeğinin adıdır.
kelteçe, kolsuz kaftan.
keltek, f. değnek; keltek ce-: dayak yemek; keltek cegiz-: değnekle dövmek; dayak atmak.
keltekte-, değenekle dövmek; dayak atmak.
keltelik, kısalık.
keltepoz, f. bir nevi karakuş, kartal.
keltey-, 1. kısalmak, daha kısa olmak; 2.bir yana meyletmek (mes. düzgün konulmamış tencere, tabak, çanak hakkında): 3. mec. mütevazi, sıkılgan olma.
kelteyt-, et. keltey-’den.
keltir-, getirmek, gelmeye müsaade etmek; keltirgen faktılar: getirilen olgu (factum) lar.
keltiril-, getirilmek,
keltirüü, getirme.
kem, f. daha az, eksik; daha fena; eksiklik, kusur; enğ keminde: en azı, asgarî; artık kemi cok: ne fazla, ne eksik, tam; seni kiyimden cetamaktan kem kıldımbı? : giyinmen ve yemen – içmen içmen hususunda bir eksiklik yaptım mı? ; kay cerinğde keminğ bar! folk. nen eksik? ; başkadan bir cerinğ kem emes: başkalarında hiçbir yerin eksik değildir;bulardin alardan kay ceri kem? : bunların ötekilerden nesi eksik?, al el içinde kemdin tukumunan bele?: onun soyu daha mı kötüdür? ; kem-ketik bk. ketik; kem-kem: tedricen azar; -azar; o, kem! : vay, miskin! ; kem bolbo! : (başkalarından) aşağı olma! Geri kalma! ; cumuşunğdun eç kem ceri cok: senin yaptığın işinin hiçbir eksiği yoktur.
kembağal, fakir, züğürt.
kembay, r. kon. konvoy: bir kafilenin yoldaşlığında bulunan muhafızlar takımı, convoi; kembaymenen: muhafızlar refakatında.
kembayla- kon. muhafızlar refakatında sevketmek, muhafaza altına almak.
kembaylan- , kon muhafızlar refakatında bulunmak.
kemburt, kon. = = konvert.
kemçet, kuduz; kemçet börük: kunduz kalpak.
kemçil, 1. (önüne gelen ablatif ile birlikte) bir şeye muhtaç olan; tondon kemçil boldunğbu? folk. : elbiseyemuhtaç mısın?; engin suundan kemçil bolbosun: ekinin suyu eksik olmasın; 2. (datif ile) aza malik olan; malga kemçil: hayvanları az olan.
kemçilik, 1. noksan, kifayetsizlik; kemçilki kör-: eksiklik ihtiyaç hissetmek; 2. kusur, sakatlık.
kemdik, kifayetsizlik bul mağa kemdik kılat: bu bana yetişemiyor.
keme, büyük sandal, gemi, vapur; aba kemesi: hava gemisi; keme bk. çayır.
kemeçi, sandalcı; salcı, araba gemicisi.
keme = = keme.
keemek = = bk. eek.
kemege, toprağı kazmak suretile yapılan uzunca ocak (obanın dışında yapılır)kemege bayge bk. bayge.
kemel, a. Kemal, kemalet; kemelge kel-: bulûğa ermek; kemiklinğekelbey öl! (söv.) vaktinden evvel geber!
kemendir, kon. = = komandir.
kemendiröpkö, kon. = komandirovka.
kemenger, hakîm, akıllı, dâhi, önder.
kementay, keçeden üst giyim.
kemer, f. 1. kayış kuşak; süslü kemer; 2. selin kazdığı çukur; 3. dere; dar vadi, 4. suyun eştiği kıyı.
kemi- , 1. eksilmek; 2. alçalmak, tezellül etmek.
kemik: bor kemik: kemik üzerindeki, yağla örtülmüş kıkırdak (ki gayet lezzetli sayılmaktadır); bor kemik kemir-: 1)kemiğin kıkırdağını kemirmek; 2) mec. büyük haz duymak, bir şeyden, zevkalmak, hoşlanmak.
kemiktet-, (karş. kemik) : bor kemiktet-: avutmak, hayır işi işlemek.
kemin, a. kefen; kemininğdi ceğir! yahut kemin buyurbay öl! : iyilik görmeyesin! bekerden kemin tabılsa, ölmek kerek ats.: bedava kefen bulunursa ölmeli.
keminde- ,kefenlemek; kefene sarmak, al etti kemindep ceyt al. : “eti kefenleyip yiyor”: eti hamurla beraber yiyor (yani haşlanmış eti haşlanmış hamura sararak).
kemindel-, kefenlemek, kefene sarılmak.
kemir-, kemirmek.
kemirçek 1. kıkırdak; kemirçeği kaykalay tüştü: karnı şişti (patlayıncaya kadar yedi, içti);2. bir otun adıdır.
kemirenğde-, dişsizlikten peltek peltek konuşmak.
kemirey-, 1. dişsiz ağız görünüşünde bulunmak, dişlerinde gedikleri, rahneleri olmak; zanğkayğan ak üylör, kemireygen caman üylöör daturat: hem muhteşem beyaz obalar, hem yırtık, külüstür obalar duruyorlar; 2. (Rad.) yarılmış olarak gözükmek.
kemirt-, et. kemir- ’den; söök kemirt-: birisine kemirmek için kemik vermek yahut kemirmeye müsaede etmek.
kemirüü, işs. kemir- ’den.
kemirüüçü, zool. kemirici hayvan.
kemisiye, kon. = = komisiya.
kemit-, 1. eskitmek; 2. alçatılmak, tezlil edilmiş olmak.
kemitüü, 1. işs. kemit-’ten; 2. mat. eskitme, tarh.
kemitüüçü, 1. eksiltici; 2.mat. matruh: çıkarılan (sayı).
kempir, kocakarı; kelindi kelgende kör, kempirdi ölgönde ats. : gelini (güveyin köyüne) geldiğinde gör, kocakarıyı ölürken; kempir = = cez tumşuk (bk. tumşuk).
kempiske, kon. = = konfiskatsiya; baydın malı kempiske boldu: bayın malı müsadere edildi.
kempiskelöö, kon. = = konfiskatsiyaloo.
kemput, r. “konfetı”: bonbon şekeri.
kemsel, kemsal, pamuk astarlı Kırgız paltosu.
kemsin- , kendini pek hakir saymak; küçültmek.
kemsint-, birisini yahut bir nesneyi pek hakir, aşağılık, liyakatsız saymak; birisine yüksekten bakmak.
kemsintiş- , müş. kemsint- ‘ten.
kemsit- = = kemsint.-
kemşegey, dişsiz ağızlı; peltek konuşan.
kemşenğde- , (dişsiz ağzıyla) peltek konuşmak.
kemşenğdet- , et. kemşenğde- ’den.
kemşiy- , kemşit (bk.) şeklinde olmak; üy kemşiyip kalıptır: ev bir yana eğilmiştir.
kemşiyt- , et. kemşiy-’den.
kemtik, 1. gedik; 2. eksiklik, kusur, hesap noksanı.
kemtiksiz, eksiksiz.
kemtilge, 1. noksan; eksiklik; 2. kusur, sakatlık.
kemunus, kon. = = komunist.
kemü, eksilme.
kemüüçü, 1. eksilen nesne; 2.mat. eksilen (matruhünminh).
kemzal = = kemsel.
ken, a. 1.maden kuyusu, maden ocağı; kömür keni: kömür ocakları; 2. maden, maden ocağından çıkarılan cevher; paydaluu kender: faydalı madenler; cakşı-eli menen, cer-keni menen (ats.) iyi (insan) eli, halkı ile (meşhur olur), yer ise- madeni ile.
kence, en küçük çocuk, son evlât, tekne kazıntısı; kençe uul: en küçük oğul; kence kozu: başka kuzulara nisbeten en sonra doğan kuzu; kence tuu: tekne kazıntısı; kence komandir: küçük komutan.(takım, manga v.s. komutanı).
kenç, f. define, hazne, servet.
kençi, maden işçisi.
kende, kısa boylu cüce.
kendidat, kon.= = kandidat.
kendir, Lâtince adı Vincetoxicum sibiricum olan bir bitkidir, ki lifi kendir yerini tutar; bayağı kenevir; kendir kesilgen bk. kesil II.
kendüü, maden cevherini ihtiva eden; kendüü cer: maden cevherleri mebzul olan yer.
kene, 1. kene, sakırga; cer kene: toprak kenesi: aç kenedey ele cabışat: aç kene gibi yapışıyor; kenedey: küçücük; azıcık kenedey uyalbayt: zerre kadar utanmıyor; kenedey: çocukluktan beri; en küçük yaştan beri.
kene- , II dikkat etmek; görmek (farkına varmak), hissetmek, aksülamelde bulunmak, tepkimek; kenebes: aldırmayan, lâkayit, etrafına olup- bitenlere aksülamel bulunmıyan, tepkimiyen; hassas olmayan; açka tokko kene begen: açlığa tokluğa ehemmiyet vermiyen; kançalık azap körsö da bir kenep koyğon cok: ne kadar azp çekse de aldırış ettiği yoktur.
kenebegensi- , aldırmazlıktan gelmek, ehemmiyet vermez gibi gözükmek.
kenebestink, aldırmazlık, kayıtsızlık, dikkatsızlık, gamsızlık; sayası kenebestik: siyasî gamsızlık.
kenel- , 1. büyümek; 2. lezzetlenmek, bol-bol almak; tamakka kenelip kaldık: bol-bol yiyecek aldık.
kenelt- , et. kenel- ’den.
kenen I, yetecek kadar, tamamile kâfi gelen, mebzûl, bol; barıbızga kene cetek: hepimize bol-bol yitişecek; kene bas- : serbest, sıkılmadan yürümek; üyünğ kenen, taza: evin-geniş ve temizdir.
kenen – II, = = ; kolhazdor aştıkka kenenip, tok boldu: kolhozlar bol-bol ekin aldılar ve tok oldular.
kenençilik, bolluk.
kenendik, genişlik, enginlik, ferahlık.
kenensi- , bolluk taslamak; sen emin kenensiysinğ? : sen neden bunca cömertlik gösteriyorsun? .
kenensit- , et. kenensi- ’den.
kenep, f. kenef farsçada bu söz keten kabuğundan bükülmüş gayet sağlam urgan demektir; (M.)
kenet: kenet-kenet: nadiren, seyrek.
kenğ, geniş, bol, engin; kenğ talaa: geniş sahra; geniş kır; kenğ ötük: bol çizme; kenğ otur- : rahat oturmak; içi kenğ kişi bk. iç I; kenğ bıçkan kiyim cırtılbayt ats. : bol biçilen giyim yırtılmaz; kenğ-kesiri, bk. kesiri.
kenğdik, genişlik, bolluk, engin; sağa bul çapan kenğdik kılat: sana bu çapan geniş geliyor.
kengeş I, 1. müşavere, danışık; kenğeş sal-: müşavere etmek; cakşı kengeş-carımırıs ats. iyi nasihat muvaffakiyetin yarısıdır; kengeşpengeş: her türlü nasihat; kengeş berüü dobuşu bk. dobuş; 2. sis. sovyet, şura; ayıl kengeşi: köy sovyeti; El Komissarlar Kenğesi; Halk komiserleri Sovyeti; “Sornarkom” ; Emgek koğoo kenğeşi: Emek ve müdafa Sovyeti (Şurası).
kenğeş- II, danışmak, müşavere etmek; iyri oturup, tüz kenğeşeli: yan-yana oturalım, iyice müşavere edelim (harf. : iğri oturup, doğru konuşalım): kenğeşip kesken kol oorubayt ats. : el ile gelen düğün bayramdır (harf. : müşavere ile kesilen parmak (kol sözü el demektir, parmak değildir M.) acımaz).
kenğeşçi, 1. nasihatçı, kenğeşçinğ bolboso, kabırğanğ menen kengeş!: nasihatçın yoksa, kaburgana danış!; 2. müşavir.
kenğeşçil, sovyetlere mensûp, müteallik; sovyet hâkimiyeti taraftarı, Kengeşçil kün cığıs: Sovyet Şarkı.
kenğeşçilik, 1. Sovyet hakimiyaetine ait bütün evsaf; 2. Sovyet hâkimiyeti.
kenğeşme, müşavere, danışma; öndürüş kenğeşmesi: istihsal, üretim müşaveresi.
kenğeşkor, k-f. nasihatçı; kendisine akıl danışılan kimse.
kenğeşteş- , akıl danışma ortağı.
kenğey- , genişlemek, bol, geniş, engin olmak; beyli kengeydi: kendini iyi, serbest hissetti.
kenği- , genişlemek, bollaşmak, enginleşmek.
kenğilçeer, geniz.
kengire-, şaşalamak; ne yapacağını bilmemek; karap turat kenğirep folk. şaşkın şaşkın bakıp duruyor.
kenğiri, geniş, mebzûl; kenğiri ukuktar: geniş haklar.
kengirilik 1. genişlik, mebzûllük; 2. cömertlik.
kenğiröö, bol, geniş, sıkmayan.
kenğirsi- , kendini serbest rahat hissetmek, geniş yayılmak; kensirsipcat-: serilip yatmak.
kenğiş, genişleme.
kenğit- , genişletmek.
kenğitil- , genişletilmek.
kenğitilü, işs. kenğitil- ’den; kenğitilüüğö tiyiş: genişletilmesi lâzım.
kenğitüü, genişletme.
kenğk, kesik ve yüksek sesi taklit; kenğ etip çüçkürüp aldı: yüksek sesle aksırdı.
kenğkeles, kalın kafalı; gabi.
Kenğkilde- , kesik-kesik ve yüksek sesler çıkarmak; kenğkildep ıyla- : hıçkırıkla ağlamak.
kenğri = = kenğiri.
kenğsalar, r. kançılarya, yazıhane, büro.
kenğsen- , kurulmak; caka satmak.
kenizek, f. folk. hizmetçi kız.
kent, f. Oturaklık yeri, meskûn mahal, şehir.
kep I, f. söz, kelime; konuşma; ciddi söz: kep ur- yahut kep uruş yahut kep sal-: sohbet etmek, çene çalmak; kep uruşup olturduk: kep ce-: söz dinlemek; başkasının sözüne hörmet etmek kep cebey ele aytışa beret: söylenen söze kulak asmadan boyuna münakaşa ediyor; kepke kel-: uyuşmak, nasihatlere kulak asmak, uysal almak; kep calgız anda emes: işin özü yalnız onda değil; ooz menen aytuu eş kep emes, kep kol menen birdey iştööçülüktö: yalnız lâfla olmaz; işle göstermek lâzımdır; kepten kep çıgıp: söz sözü çekerek; şıldınğdı koyup, kebinğdi ayt! : şakayı bırakıp, ciddî konuş!: al emi kep-kenğeşte çok mec. onun lakırdısı bile yok: papucu dama atılmış.
kep II, şekil, giyim, libas, maske; üydün kebi cakşı: evin şekli iyi; kep cığaç: kunduracı kalıbı; bürküt kep yahut kep baştık: keçeden bir torbadır, ki onun içine yakalanan yırtıcı kuşu koyarlar; kep takıya, bk. : takıya; kep çaç: eleçek’in (bk) aşağı, yani baş üzerinekonulan kısmı.
kepçi- , keyi sözün tekidir.
kepe, evcik, izbe, salaş, kulübe; tam kepe: toprak ev; çöp kepe: kuru ot anbarı; at kepe: tavla (at ahırı); uykep: inek ahırı; took kepe: kümes.
keper: keper-suuk: çok soğuk hava keper ısık: çok sıcak hava.
keperet, Keperetip kon. = = kooperatif.
keperez. r, zaç.
kepiç, deri kaloşlar, keşif.
kepil, a. 1. kefalet; zaman, garanti; kepil al-: kefalete almak; itelgi salba, kepil alba! ats. : itelgi denilen doğanla avlanma, kefil olmak; 2. kefil: kepil bol-: kefil olmak: kefalet etmek; doonğ cok bolso, kepil bol ats. davan yoksa kefil ol; 3. iki deri parçası arasına konulan astar.
kepildik, kefillik, kefalet.
kepin = = kemin.
kepinde- = = keminde- .
kepindel- = = kemindel.
kepke, r. kepi, kasket.
kepkir, f. kefgir, kepçe, süzgeç.
kepkor, f. konuşmayı seven, konuşkan; çene çalmayı seven.
kepsen, f. es. harman yerinde verilen hediye (harman döverken herkesgelerek bir parça hububatistiye ve alabilirdi; mes. oradan geçmekte olan yolcu dahi atına yedirmek için bir miktar hububat alırdı).
kepsende- , kepsen (bk.) toplamak.
kepşe, geviş getirmek.
kepşel- , mut. Kepşe- den.
kepşir- keybir.
kepşire- , 1. çenelerini oynatmak; 2. mec. ahmakça sözler söylemek, saçmalamak.
kepte- , gererek giyinmek, sokmak, tıkmak; başınğa keptep kiy: başına ögüz karağayğa keptep cügün şıpırdı: öküz çamlar arasında kalarak, üzerindeki yükünü devirdi.
keptel- , tıkılmış olmak, sıkıştırılmak, sokulmak, eşikke keptelip kaldı: kapıya sıkıştırıldı (ve orada takılıp kaldı).
kepteme, kon. mec. ağız; keptemesine kuy! : ağzına dök!
kepten- , bir şekle girmek; aç coruday keptenip folk. : aç coru kuşuna benziyerek.
kepter, f. güvercin (kebuter).
kepteş I, arasındaki çukur, dere (= = sala, fakat daha derin ve kıyıları dik olur).
kepteş- II, biri-birini itmek, sıkıştırmak; hep beraber sokulmak (mes. dar kapıya sokulan iki kişi hakkında).
keptet-, et. kepte-’den.
keptöör, bir böğaz hastalığının adıdır.
keptüü, münasip uygun, iyi eşkâlde olan, endamlı; keptüükiyim: iyi biçilmiş ve tam gelen elbise.
kepusta, r. lahana.
ker I, koyu doru (at donu); ker ooz at: çenesi, paçaları ve kasıkları sarıya çalan koyu doru at; ker muruttu: siyah bıyıklı.
ker II, kin, gazap; ker ayak: muvafakat etmiyen; ker caak: anlaşma temayülü göstermiyen, inatçı; kermür aytış: ağız kavgası etmek, dalaşmak.
ker III: ker tart- : gerisin-geri gitmek, kıçın-kıçın gitmek; keyü bar, ker tartu cok ats. pişman olmak var, fakat vazgeçmek yok.
ker IV. f. sağır; kulağın ukpas ker kılam folk: kulağını işitmez hale koyacağım, sağır yapacağım.
ker- V. f. germek, çekmek, uzatmak, arken kerdim: urgan gerdim; urup-kerip: pataklayıp döverek: kere karış bk. karış I. kere cutum; (mayii) alabildiğine içmek.
kerben, f. 1. tar. kerven; kerben bakışı; it üröt kerben cüröt ats. it ürür, kervan yürür; 2. = = kerbençi:, 3. okşama sözü: kerbenim: sevgilim, canım.
kerbençi tar. kervan işleten yahut yurttan yurda mal nakletmekle alış veriş eden tüccar.
kerbes == kerbez.
kerbez, f. 1. kendini beğenen; 2. çıtkırıldım; 3. züppe; 4. kerbez ündüü db. sabit sadalı ses.
kerbezden- , 1. kendini bğenmek; 2. züppelik etmek.
kerbezdüü = = kerbez.
kerbişte-, (Rad.) başla işaret etmek.
kercenğde-, oynamak (uzun, zayıf boyun hakk.); keçirgesi kercenğdep folk. uzun, zayıf) boynunu döndürerek.
kercenğdet- , et. kercenğde-’den.
kercey- , içeriye çekilmek (zayıf insanın yahut hayvanın baynu hakk.); geçirgesi kerceyip, til albay ketti: inat ederek, söz dinlemeden gitti.
kerçöö, (koyunun derisile birlikte çıkarılmış göğüs yağı.
kerde- : kerdep tur (başlıca, obanın ağaç iskeleti hakk.): çıplak halde bulunmak.
kerden I. kerden kese: büyük kâse.
kerden II, f. boyun.
kerdir-, et. ker- V’ten.
kere I: kere karış, bk. karış I.
kere II = = kerüü I.
kere III. Tülkü kerep kaldı: tilki art ayakları üzerine durdu ve göğdesini uzattı.
kerebet, r. “krovat”: karyola.
kereeli: kereeli kekçe: akşam geç vatka kadar; kereeli kekçe ayta berbe: artsız-arasız aynı şeyi tekrar etme.
keres = = kereez.
kereez, vasiyet ölüm, önündeki nasihat.
kerege, keçe evin duvarını teşkil eden ağaç kafes; keregenin başı: keregenin üst kısmı; keregenin ayağı: keregenin alt kısmı; karegenin göğü: keregenin değneklerinin kesiştiği ve onların topçu (bk. topçu II) vasıtasiyle birleştirildiği mahal; kerege çalgıç: kerege ile turduk(bk.)arasından keregenin üst kısmından geçen şerit; kerege cay-: kerege yaymak; kerege gazeta (söylenişte kezit ):duvar gazetesi; karegege butunğdu artpağın folk. : keregaye bacaklarını dayama; mec. terbiyesizlik etme; vaziyetini unutma; kerege sakal: kaba sakal.
Dostları ilə paylaş: |
|
|