“alıntı” Zizek


Aleviler hakkında doğrudan küfürlü konuşmaya başlayanlar olmaktadır



Yüklə 1,37 Mb.
səhifə12/26
tarix25.06.2018
ölçüsü1,37 Mb.
#51103
növüYazı
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   26

Aleviler hakkında doğrudan küfürlü konuşmaya başlayanlar olmaktadır.



Tokat'tan bir örnek:

K - Gittim oraya. Bizim de enişte oluyor. Bizim sordum işte: “Eniştenin yatağı neresi?” Dediler: “Şurası.” Gittim yatağa yattım. Kayserili bir adam, içmiş içmiş, kızı da bizim Alevilerdeymiş. Kızını kocası dövmüş. Olabilir severken iyi de döverken kötü mü. Bir de adam içmiş içmiş çıktı geldi. Bende yatıyorum uyuyorum. Bir tane daha var Yüksel Amcamın oğlu. Dedi: “Anasını avradını ...Kızılbaş'ın, bizim kızı dövmüş,” dedi. Adam bizi tanımıyor. Biz de yatakta yatıyoruz. Hemen kalktım “kime diyorsun lan,” dedim. “Yav!” dedi, “ben Kızılbaş'a diyorum, sana demiyorum ya,” dedi. “Lan ben Kızılbaş'ım,” dedim. “Yav sen, demin Bilal’ın kayınçosuyum demedin mi?” dedi. Dedim: “Bilal Alevi değil ki sen Alevi olasın,” Dedim: “Bu Alevi nasıl oluyor ki alnında bir yazı mı var yoksa. Boynuzu mu var?” dedim. Dedi: “Yav sen yalan söylüyorsun,” dedi. “Siz,” dedi “Alevi değilsiniz,” falan. “Yav niye Alevi değiliz arkadaş?” dedim. “Biz Aleviyiz. Bak ben seni tanımıyorum sen de beni tanımıyorsun söverken sen ne dedin? Hem de kızına sövüyor bak.” Ben de dedim “ne kadar Sünni varsa onun anasını avradını...” Ben gitmişim İsviçre’de yakalanmış gelmişim. Neyse bizi koymadılar. Adam geldi dedi ki: “Sana bir şey demiyorum arkadaş,” dedi. “Akşam Bilal gelince görüşeceğim,” dedi. Neyse Bilal geldi, bizim enişte. “Bilal sana bir şey soracağım,” dedi. “Sor,” dedi o da. “Siz Alevi misiniz?” dedi. “Ya Aleviyiz,” dedi. Adam şöyle dedi: “Ben dedi öyle babanın anasını avradını...” “Niye?” dedim. “Babam bizi hep yanlış bilgilendiriyormuş, biz 8 kardeşiz,” dedi adam. İşte “Aleviler adam kesiyormuş,” işte “mum söndü yapıyormuş,” işte “adam yakıyormuş.” “Lan, 2 aydır bu çocuklarla beraber çalışıyorum,” dedi, “bu adamlar bizden Müslüman,” dedi ya. “Biz, gavuruz,” dedi adam bu sefer kendi kendine. Şimdi hala o adamla benim eniştem ailece birbirlerine gelip gidiyorlar. Yani bilmiyorlar. Bizde kendimizi biraz saklamışız başkanım. Yani kaçmışız daha doğrusu, azınlıktaymışız, yahutta korkakmışız demek ki; ben öyle yorumluyorum. Ya işte korkakmışız. Azınlık olduğun için korkuyorsun.
Çerkezköy'den bir örnek:

K - Ben başımdan geçen bir olayı anlatayım. Aslında dediğiniz gibi her noktada başımızdan bir çok olay geçiyor ama maden istediniz bir tane anlatayım falan. Ya en basiti askerde böyle bir şey başıma geldi. Tabi askerde bazen çaresiz kalıyorsunuz. Yani sivil olduğunuz zaman elinizde belki bir çok şey, bir çok şeyi daha çok rahat yapabilirsiniz ama askerde her şey daha zor. Yeni gittim tabi askere, bir ay falan olmuş. Acemiyiz yani acemi olduğumuz için tabi üst tertipler daha baskın daha sertler falan. Onlara karşı hiçbir şey yapamıyoruz. İşte bir ay içerisinde edindiğim arkadaşlarla beraberim. Tabi bunlar çoğunluğu Kürt kökenli arkadaşlar. Kendimi onlara yakın hissettiğim için onlarla beraberim. Ha Batıda büyüdüğüm için Batılı arkadaşlarım da vardı. Onlarla beraberde iyiydik. Şimdi bir gün yanlarına yanaştım. Benim Alevi olduğumu bilmiyorlar tabi. Konuşuyorlar böyle konu da din. O sırada Alevilik muhabbeti açıldı. Ve ben çok şaşırdım. Alevilik hakkında konuşurken direkt küfürle başladılar. “Aleviler,” dediler, “ne anasını tanır, ne bacısını tanır onlar Müslüman değil, onlar birileriyle mum söndü yaparlar, işte kardeş abla kimi denk getirirse herkes birbiriyle yatar,” falan filan. İşte bu tür şeyler söylediler. “Onlar tanrı tanımaz, Allah tanımaz,” falan dediler. Tabi ben yanlarındayım ama ben bir şey diyemiyorum onlara, kalkıp da “ben Aleviyim siz nasıl böyle konuşuyorsunuz?” diyemiyorum. Çünkü öyle bir şey demeye kalksam, en az dört beş kişilerdi, hepsi üzerime yürürlerdi, yani bir şekilde hırpalarlardı, bunu da yapabilirlerdi. Sonra ben çaresizliğin verdiği sonuçla sadece oradan ayrılmayı tercih ettim. Yani ya oradan ayrılacaksın ya karşı çıkıp kavga edeceksin. Zaten her zaman karşı çıkamadığın için kavga da etmiyorsun, mecburen kabuğuna çekiliyorsun. İşte bizim bu kabuğa çekilme olayımız her zaman oluşuyor. Kabuğa çekilmemizin nedeni de güçsüz oluşumuz, kendimizi tanımlayamamamız. Bu tür şeylere maruz kalıyoruz.
Bir hakaret biçiminde ise Alevilerin Sünnetsiz olması konu edilir:
İstanbul'dan örnekler:

K1 - Şimdi efendim benim başıma gelen şeyi ben, şöyle bir gün oturuyoruz tabi arkadaşlarla. Arkadaş dediğim tabi benden bayağı büyükler. İşte Aleviden laf açıldı, konuşuyorlar falan, bu dediğim çok oldu. “Sünnet olmazlar, böyle yapmazlar....” Burada ağzımı bozmayım şimdi, “sen ne diyorsun lan,” dedim. Adam dev gibi zaten. Kalktı, “ne dedin sen ne diyorsun?” Dedim: “Ben de Aleviyim tamam mı?” Ee tabi şimdi öyle söyleyince, işte “yapmıyorsunuz, etmiyorsunuz,” derken işte özür diliyorum yani ben de pantolonumu sıyırdım aşağı. Dedim ya benim kardeşlerim “burda” kusura bakmasınlar. Zom oldu yani. Ondan sonra ..ktir olup yani adam gitti. Ama size diyorum yani bunlar konuşulacak şeyler değil.

A - Yok başınıza gelen her şeyi konuşmamız gerekiyor değil mi?

Şimdi tabi ki ama mesele bu değil. Bu Alevilere tarih boyunca denecek yani. Ama ben de zannediyorum ki önümüzdeki inşallah yıl ders kitaplarına bu girecektir, Alevileri tanıyacaklardır. Alevileri tanıdıkça da kendilerinde utanacaklardır. Ben teşekkür ediyorum.


K2 - Şimdi bir gün yine dernekte toplantıya girdik. Aynı abinin dediği gibi, vardım bir tane Kürt çocuk bana dedi ki: “teyze, sizin erkekler sünnet olmuyor.” Çok af edersin yani artık konuşma hakkım yani.

A - Tabi tabi buyurun.

Ben dedim: “Arkadaş, sizin eşler, kızlar gelinler bizim bu kocaların yanına yatıp kalktılar mı ki bunların sünnet olmadığını biliyorlar?” Teyze: “Sen nasıl konuşuyorsun? Sen nasıl konuşuyorsun?” dedi.


Bir çok yurttaş farklı biçimlerde hakaretlere maruz kalmaktadır.
İstanbul'dan bir katılımcı anlatıyor: “Erzincan Depremi Alevilere bağlanıyor”

K - Aslında çok şey yaşıyoruz ama en çok etkilendiklerim beni şu an hafızamda kalanlar üzüyor. Birkaç kelimeyle özetleyim. İnancımızdan dolayı kuyruklu muyuz kuyruksuz muyuz tartışmasına maruz kaldık, inancımızdan dolayı bir doğal afetin, bir depremin, bir doğa olayının nedeni olarak gösterildik. Tunceliliyim, Erzincan’da büyüdüm. Oturduğum mahallede kamplar oluşturuldu sırf inançlarımızdan dolayı belli kampların nedeni olarak gösterildik. Onun dışında arkadaşlıklarımızın sağlamlığının sınandığı neden olarak görüldü inançlarımız. Her Ramazan ayında öğrenciyken, sürekli birlikte ders çalıştığımız, sürekli aynı ortamları paylaştığımız arkadaşlarımızı acaba ne kadar samimiydik, acaba arkadaşlığımız ne kadar sağlammış diyecek konuma geldik. Çünkü, oruç tutanlar bir tarafta, tutmayanlar bir tarafta, adeta ayrı ayrı bir konuma giriyorduk. Böyle oldu. Çok etkilendiğim olaylardan bir tanesi Erzincan’da 1992 yılında deprem olduğunda, biz Aleviler örtünmeyenler olarak “sokağa çıkamazsınız,” denmişti. Biz bir doğa olayının nedeni olarak görülüyorduk. Ve gerçekten çok ciddi hakaretlere, çok ciddi saldırılara maruz kaldık.

A - Açıkça kaldığınız oldu mu böyle saldırıya maruz kaldığınız?

K - Saçıma küfür edildiğini, pantolon giydiğim için arkamdan çok kötü hakaretler edildiğini duydum.

A - Depremden sonra?

K - Depremden sonra duydum. Alış veriş yapamaz bir duruma gelmiştik. Üstelik başı açıktık ve arkasını dönüp gidiyordu ordaki tüccarlar ve esnaflar. Kendi parayı bırakır, üstünü beklemek zorunda kalıyorduk, e bizden para almıyorlardı. Bunlar çok ciddi yaşadığımız olaylardı. Onu dışında üniversite öğrencisiydim, Ankara Hukuk Fakültesi gibi bir yerde okuyordum. Arkadaşım döndü bana üniversite öğrencisi, “Alevilerin kuyruğu yokmuş bunu seni tanıdıktan sonra gördüm,” dedi. Ve çok üzülmüştüm gerçekten. Bu kadar olumsuz tanınmamızı ve bu sıralara gelmiş bir insanın hala bu mantıkta olmasına çok üzülmüştüm.
İstanbul'dan bir yurttaş aktarıyor: “Alevinin geldiği cenaze mundar olur”

K - Benim hikayem, yakın komşumuzun bir tane oğlu intihar etti. Biz oradan geriden tabi vardık, kendi komşumuz yani. Biz böyle geziyoruz. Bir şeyle getirdiler. Kamyonetle, herkes kardeşi, annesi, babası işte gidip bakıp geliyorlar. Ağlıyorlar, şey yapıyorlar, bayılıyorlar. Biz de geriden izledik. Ertesi günü oldu başsağlığına gittik oraya. Kapı komşumuz ya yakın. Oradan işte birisi dedi ki: “Bu çocuk mındar gitti.” Niye? Niye bu kadın böyle konuşuyor? Elhamdulullah biz de Müslümanız. Herkes yanımıza Alevi olmayla niye dışlanıyoruz ki. Biz varıp cenazeye bakmadık, geriden. Başsağlığına gittik. Görmedik yani. Geriden böyle gözledik. Herkes ağlıyor, biz de ağlıyok. Onlarla beraber. Dedi işte “Aleviler gözledi, bu çocuk mındar gitti.” Vallaha bak. O zaman benim çok ağrıma gitti. Çok sorun yaşadık.
İzmir'den bir katılımcı Alevilerin tavşan eti yemeyişi ile dalga geçilmesini örnekliyor:

K - Mesela bir yerde bir öğretmen evine davet etti bizi ailece görüşüyoruz. Konya’nın bir köyünde hanımı ev hanımı, beyi öğretmen. Tavşan etini pişirmişler, bizim haberimiz olmadan bize yedirmişler. Benim için tavşan eti nedir yani. Et ettir benim için hiç fark etmez. Şekilci sizsiniz ben değilim. Ama yaptığınız şey terbiyesizlik yani. Bu ne etiydi diye yedikten sonra gündeme getiriyorlar. Önce yemeğe davet ediyorlar. Sonra da ne yapıyorlar. “Bu ne etiydi?” diye soru sordular bana, ben de dedim ki: “Tavuk etine benziyor bilmiyorum,” dedim. Arap eti diye oranın özel bir yemeği var. Onu yapmışlar. “Bu ne eti?” diye sordular. Ben de “tavuk etine benziyor,” dedim. “Tavşan eti,” dediler, bizim canımız sıkıldı. Eşim de sinirlendi “lanet olsun! Siz insan mısınız?” dedi kalktı. Evi terk ettik. Buna benzer durumlarda ben hiçbir yerde susmadım, ben her yerde “Aleviyim,” dedim yani asla susmadım.
Havza okullarda dağıtılan bir dergide, Alevilere hakaretler:

K -Merhabalar,” diyorum. Gelen arkadaşa, Ulaş Bey’e de isminden dolayı tekrar “merhaba” diyorum. İsminize “merhaba,” diyorum. “Hoş geldiniz,” diyorum. Amasya’da, Taşova İlçesi’ne bağlı Kalapsalan Kasabası’ndanım. 1967 yılında doğdum. İlk ve orta öğretimi kasabamda tamamladım, 1976 mezunuyum. Şu anda Toprak Mahsulleri Ofisi’nde 21 yıllık memurum. İsmim Turgut .... Bu yaşamım süresi içersinde de sevgili çok değerli ehli kamil abilerimin de belirttiği üzere, o iftiraları biz yıllarca çevremizde de dinliyorduk. Hatta gençliğimizde, Hüseyin İlmiışık’ı, emekli Albay, Hüseyin İlmiışık, Işıkçılar Tarikatı’na mensup grubun kitapları geliyordu dağıtılıyordu gençliğimizde. İşte “Dinde Reformcular” “İslamın İç Düşmanları” gibi böyle bir takım kitaplar satılıyordu. Ve bu kitaplarda okuduğumuz kadarıyla, fırkaların Hz. Ali’den sonra geldiğini ve aşama aşama anlatıyordu. Hatta geçende de tanık olduk, “Beyan Dergisi,” Beyan Dergisi’nin 73. sayısında, derneğimize geldi, arkadaş getirmiş. Tepki göstermiş Eğitim-Sen’li öğretmen arkadaşlarımız. İşte Alevilerin Cuma kılmadığını, namaz kılmadığını, cemde şarap içip birbirlerine sarıldıklarını, işte efendim gusül abdesti bilmezler gibi böyle abes abes yazılar yazılmış.
Varto'dan katılımcı anlatıyor: “Semah ekibine çirkin yakıştırmalar”

K - Biz semah dönüyorduk, işte bu Dernekte semah öğrendik, gösterilere çıktık, işte bir köye gittik, burada Varto’da. İşte orada gösteriye çıktık, arkadaşlar beni merak etmişler izlemeye gelmişler. Bir gün sonra işte okula gittim işte şey diyor: “Ne biçim hareketler,” diyor “Ya, siz orda resmen birbirinizi taciz ediyorsunuz falan!” gibisinden eleştiriler aldım ben. Ben de hepsinin anlamlarını tam olarak bilmesem de söyledim. İşte sonra ben de onlara, belki yanlış oldu ama, kalkıp onlara dedim ki: “Siz de camide hepiniz iç içesiniz, birinizin kafası diğerinin bilmem neresinde gibi,” eleştiri yaptım. Onun eleştirisi bayağı bir kötüydü, benimki yine onunkine oranla iyiydi, ondan sonra sınıfta, daha bir Alevilik konuları falan bayağı bir açılıp kapanmaya başladı ki genelde benim üzerime geliyorlar. Ben derneğe geldiğim için genelde hep yorumları eleştirileri falan ben yapıyorum. İşte Aleviliği falan, ben savunuyorum. Ondan sonra onların ister istemez bu derneğe olsun Aleviliğe olsun saygıları var. Benim karşımda kalkıp da Alevilere bir şey diyemiyorlar.
Sivas'tan bir öğretmen anlatıyor: “Alevinin değdiği yerlere elimizi vurmayız”

Bir teftişte öğretmeni gördüm, karı-koca öğretmenler, son derece de başarılı, akşam evinde misafirim. Odada güzel yemekler çıkarttılar, yedik, içtik, sabahleyin kahvaltıda dedim: “Sizler…” Orada da Terekeme diyorlar Sünni; Şii, Türkmen diyorlar, Alevi. Şii de yine Ali’yi sever de, fakat Alevi falan demiyorlar, onlar Şiiler diyorlar. Dedim: “karı-koca Terekeme misiniz, Şii misiniz, Türkmen misiniz?” falan. Dedi ki: “ben Azeriyim, Şiiyim, beyim de Terekeme.” “Ne kadar hoşuma gitti, işte öğretmensiniz, Atatürk öğretmeni böyle olması gerekir. Bak, ne güzel, biriniz Şii, biriniz Sünni, evlenmişsiniz, güzel çocuklarınız da olmuş.” Orada Alevilere Türkmen diyorlar Kars’ta. “Alevilerden, Türkmenlerden kız alıp, verir misiniz?” dedim. Hem de Şii olan bunu söylüyor, “Allah göstermesin, değil kız alıp vermek, onların elini vurduğu yerlere elimizi vurmayız, hatta bir Türkmen Alevi karısı geldi, çeşmeden su doldurdu da, annem o gittikten sonra orayı sabunla güzel bir yıkadı, ondan sonra suyu doldurdu,” dedi. Dedim ki: “Yavrum, keşke bunu akşamdan bana söylesen ne vardı. Bak, o zaman benim ayağımın geldiği yerleri hep dezenfekte edeceksiniz, yatağı yıkayacaksınız veyahut da yakacaksınız, ben elimi neye vurdum, buraları hep badana yapacaksın, sana bir sürü zahmet verdim” “Niye?” dedi. “Zira ben de Aleviyim,” dedim. Öyle diyince, kadın: “O kadar mı kötü oldu, o kadar mı kötü oldu, öğretmen bu da.” Dedim ki: “Kızım, hoca hanım, bak sizi gerçekten başarılı gördüm, hatırınıza bir şey gelmesin ki, bundan dolayı notunuzu kıracam. Ne gördümse onu şey yapacam. Ancak çok üzüldüm, bir Atatürk öğretmeni böyle düşünmemesi gerekir, aydın bir kişi böyle düşünmemesi gerekir.” Neyse oradan gittim, bu şehre nakletmişti, birkaç kez okula geldim, okulda bakarım, o bayan öğretmen, sınıftan dışarı utandığından şey yapamazdı, çıkamazdı. Bir gün sınıfına kadar gittim: “Hoca hanım, niye gelmiyosun, teneffüslerde öğretmenler odasına? Hâlâ bakıyorum, sıkıntı çekiyosun. İşte bu da size bir ders olsun, insan konuşurken, acaba karşıdakini yaralar mıyım, ona dokunur mu veyahut da bu gerçek midir, bunlar hakkında söylenenler, bunlara göre konuşmanızı isterim, yoksa gördün, raporumu gördün, çalıştın, beğendim de, ben senin hakkında kötü düşünmüyorum. Gel ya, beraberce oturalım, konuşalım,” dedim. Buna rağmen, utandığından dışarı çıkmadı.


Varto'dan bir örnek:

K - Biz Varto’da birbirimiz hep tanıdığımız için bu tür şeyleri pek yaşamıyoruz, ama mesala benim bir arkadaşım Muş’a gitti. Bir mağazaya falan gitmişler şivelerinden falan Varto’lu olduları belliymiş işte mağaza sahibi işte orda çalışan bayan demiş ki Vartolu musunuz? Evet! Alevi misiniz? Evet!. Bir tanesi Alevi bir tanesi de Kürtmüş. Arkadaş demiş işte ben Aleviyim o Sünni demiş. Ama demiş kadın benim bildiğime göre Varto’lu Aleviler çok çirkin kızlarmış, yani siz güzelsiniz nasıl ki? İşte arkadaşım hemen savunmaya geçmiş yok demiş olur mu Alevi kızlardan da güzel var. Kasiyer de demiş ilk defa güzel bir Alevi kız görüyorum demiş. Yani Alevi kızları çirkin olarak biliyorlar, ya maksadı değişik biçimde biliyorlar.
Milas'tan bir katılımcının aktardığı bir örnek:

K - Sene 1975, Ankara Türk Elektrik Kurumu Merkez Sitelerinde iş başı yaptım. Orada 35, 40 kişinin çalıştığı şey vardı, bir mekanik atölye servisimiz vardı. Atölyedeki arkadaşların hemen hemen tamamı gençti, yeni girmişti işe. Fakat içimizde genç olmayan, hani birazcık da yaşlı bir arkadaşımız vardı. Kendisi aslen Kayserili, tip olarak da yani bizim oradaki genç arkadaşlara göre potansiyel olarak sanki alnında Kürt yazıyormuş gibi. Birazcık da yani şive olarak ta onu andırıyor. Fakat yani insan, her yönüyle insan, efendi, biz gençlere göre, iş başı yapan gençlere göre. Şey, ekonomik olarak da işte para kazanacağız. Avansla, para alacağız aylığımızı alacağız, hatta gidip bir yerlerde de oturup içeceğiz veya kitap alacağız. O arkadaşımızın ekonomik durumu da herkese yeterdi, herkese yardım ederdi. Beraber olduğumuz bir arkadaş hiç adını unutmam, ağzından kaçırdı: “Bu Kürt var ya!” dedi, “Alevi”. “Hani Kürt olduğu yetmiyormuş gibi bir de Alevi,” dedi. Öyle der demez adamın gırtlağına sarılmam bir oldu. “Yav! o Kürt ve Alevi değil, her şeyden önce insan!”. Biz yemekhaneden yemek yerdik, o ise evinden yemek getirirdi. Getirdiği yemeklerden hepimize tattırırdı. 35 kişiye yani gönlü bol olan bir insandı. Ha bunun anlamı şu. Hem Kürt hem de Alevi olup mutlaka iyi olmak anlamında değil, kötü bir insan da olabilir ama onu yargısı şeydi: “Bu Kürt var ya bu Kürt, Alevi... Yetmiyormuş gibi bir de Alevi.” Bu işte yaşadığım bir olay.
Varto'dan bir örnek:

K - Ben de Varto Belediyesi’nde çalışan bir arkadaşınızım. Sürekli bir arkadaşımızla bazı konularda tartışırken, bana işte: “Sen Alevisin, sen cehenneme gidersin, sen böyle yaparsan cehennemliksin, şusun, busun...” Böyle esprilerle sürekli beni aşağılıyordu yani arkadaşımız.


5. Bölüm: ALEVİ-SÜNNİ KADIN-ERKEK İLİŞKİLERİ
Bu bölümde, kadınlarla erkekler arasındaki ilişkilerde Alevilik-Sünnilik ekseninde ortaya çıkan ayrımcılık pratikleriyle ilgili öyküler aktarılıyor. Öykülerin bir kısmı, evlilikle sonuçlanmayan duygusal ilişkilerde yaşananlarla ilgili. Bu sorundan kaynaklı olarak evliliğe dönüşmeyen bir çok ilişki olduğu görülüyor ve bu noktada yaşananlar da oldukça çarpıcı. Görece daha fazla sayıda öykü ise evlilik öncesinde ve sonrasında yaşananlarla ilgili. Bu hikayeler arasında; Alevi kadının, eşinin Sünni ailesi içinde yaşadığı ayrımcılıklar ve Alevi erkeğin, evlenmek istediği kadının Sünni ailesi içinde uğradı ayrımcılıklarla ilgili öyküler öne çıkıyor.
Bu başlık altına taşınan anlatılarda birkaç önemli noktaya dikkat edilmeli. Birincisi, kadın-erkek ilişkileri ve evlilikle zorunlu hale gelen aileler arasındaki temaslar, Alevilerle Sünniler’in birbirlerine en fazla yakınlaştıkları alanı oluşturuyor. İkincisi, Alevi kadın ve erkeklerin, Sünni erkek ve kadınlarla ilişkileri sırasında maruz kaldıkları ayrımcılıklar ve yaşadıkları zorluklar, temel olarak ailenin ve geniş sosyal çevrenin ilişkiye dahil olmasıyla ortaya çıkıyor. Üçüncü olarak öne çıkarmak istediğimiz nokta, kadın-erkek ilişkilerinin Aleviler ile Sünniler’in ayrımcılıkta en eşit oldukları alan olması. İki tarafın da benzer şekilde (ama farklılaşabilen gerekçelerle) karşı tarafa kız vermek konusunda çekinceleri olması dikkat çekici. Dördüncü ve son olarak -belki de en önemlisi- üzerinde durmak istediğimiz nokta toplumda ifadesini “kız alıp-verme” tabirinde bulmaktadır. Bu başlık altında değerlendirdiğimiz örneklerde, hem Alevi hem de Sünni kesim için genellikle esas sorunun “kız alıp-verme” sorunu olduğunu belirtmemiz gerekir. Damat alan taraf için genellikle bir sorun bulunmamaktadır.
Sünni ailelerin Alevi bir gelini ya da kimi durumlarda damadı reddetmelerindeki önemli bir motivasyonun da “çevre ne der!” kaygısının oluşturduğu baskı olduğu göze çarpıyor. Bu yüzden mümkünse birliktelik engelleniyor. Kaçınılmaz olan durumlarda ise durum mümkün olduğu oranda gizleniyor.
Sünni aileler arasında yine yaygın olan bir yaklaşım ise kız almanın sevap, vermenin ise günah olduğu yönünde. Bu aileler, aldıkları kızı Müslüman ettiklerini ve bu sayede de cennetlik olduklarını düşünüyorlar. Tersi bir durumda ise büyük günah işlemiş oluyorlar. Öte yandan, kimi ailelerin Müslüman etmek için Alevi bir kızı gelin olarak almayı yeterli görmedikleri, ayrıca onu çeşitli ritüellerle temizlemeyi, arındırmayı da kendilerine bir görev atfettikleri anlaşılıyor. Bu durum, gelin gelen Alevi kadın için büyük bir eziyete dönüşebiliyor. Kimi durumlarda Müslümanlaştırma operasyonu bununla da sınırlı kalmıyor, evlilik boyunca gelin üzerinde Sünni inanç pratiklerinin uygulanması için bir baskı oluşuyor. Görüşmelerde bu tür evliliklerin genelde boşanmayla sonuçlandığına dair bir çok örnek dinledik. Yine anlatılanlardan ailelerin pek dahil olmadığı, çiftlerin kendi kararları ve iradeleriyle başlayan ve yürüyen evliliklerin ise daha başarılı olduğu göze çarpıyor.

Son olarak örneklere geçmeden önce, dinlediğimiz anlatılardan Alevilerin de Sünnilerin de kızlarını karşı tarafa “vermek” konusunda genel olarak sıkıntıları olduğunu tespit edebiliriz.


Milas'tan bir katılımcı eşinin evlenmeden önceki sancısını aktarıyor:

K - Ben üniversitedeyken, eşime ilk çıkma teklif ettiğimde her gün ağlıyordu. “Allah Allah!” diyorum. “Bu niye ağlıyor falan.” “Niye ağlıyorsun falan?” dedim. “Ya!” dedi, “sen Alevisin,” dedi. “Ee,” dedim. “Benim ailem işte, Çingene’ye git, Arnavut’a git neye gidersen git, ama Aleviyle evlenme falan,” diye söylüyorlarmış.

A - Yıl kaç bu arada?

K - 94, 93’ler yani. 10-12 sene önce yani. Ve biz mesela evlendik, onun dedesi, yani babasının babası ve annesinin babası, ikisinin de bilmemesi gerekiyormuş benim Alevi olduğumu. Biz boşandık hala bilmiyorlardı yani ki onlar öyle bir gözle bakıyorlarmış ki yani mesela benim kaynanam bile hanımla bana soru sordurtuyor: “Gusül abdesti alıyor muymuşum ben?” Yani bunu merak ediyor, öyle şey olmuş ki bunu merak ediyor yani.
Antalya'dan bir katılımcı Alevi olma “engelini” örnekliyor:

K - Benim iki tane oğlum var, biri 21 yaşında biri 16 yaşında. İkisinin de sevgilisi var. Birinin sevgilisi Mardinli, kızın babası Mardinli, Şafi ve Kürt, annesi Türk ve Sünni, Hanefi. Benim oğlum da Alevî. Geçen gün bana dedi ki: “Baba bizim çocuklarımıza ne diyeceğiz?” dedi, tamam mı. Yani: “Yarın öbür gün evlenirsek bu çocuklar kendini nasıl ifade edecek?” dedi tamam mı. “İnsan olarak!” dedim, “oğlum! başka bir şey değil, insan ya!” Küçük oğlumun da kız arkadaşı var. O da daha 16 yaşında liseye gidiyor. Geldi geçen gün bana dedi ki: “Baba kız benim Alevî olduğumu öğrenmiş” dedi. “Lan nasıl öğrenmiş oğlum!” dedim, hemen. Düşün daha yeni, 3 günlük flört yapıyorlar. Daha 3 aylık falan arkadaşlar. Hemen bunun Alevî olduğunu birileri kıza gammazlamış yani. Şimdi çocuğun da sol gözünde 9 yıldır süren bir ameliyatlar zinciri var. Sol gözü böyle perde var gözünde şu anda. Kornea nakli gerekiyor. Ergenlikten sonra işte yaptıracağız. Kurtarırsak kurtardık, bir özür yani. Sonuçta görsel anlamda karşıdan baktığında bir gözünü kör gibi hissediyorsun. Yani kapalı gibi görünüyor, gri bir gözü. Şimdi çocuk zaten gözünü kafasına takmış, o bir korkuyla kıza yaklaşıyor, gözünden dolayı bu kız beni reddeder diye korkuyor. Diyor ki: “Baba, bu yetmiyormuş gibi bir de,” diyor, “Alevî olduğumu kıza söylemişler” diyor. “Ne yapacağım ben!” diyor, “affedersin ne bok yiyeceğim!” diyor. “Oğlum, korkma! Sevgi her şeyin ilacıdır, eğer gerçekten onla bir arkadaşlık varsa bu sevgiye dönüşürse, o yıkılmaz bir kaledir sen hiç korkma”. “Peki sen destekliyor musun?” “Oğlum, ben destekliyorum valla, isterse piç olsun!” dedim, “arkadaşın”. Çünkü, o çocuğun piç kelimesi benim tercih ederek söylediğim bir kelime değil. Amiyane bir tabir olduğu için söylüyorum. Çocuğun dünyaya gelişinde çocuğun bir kusuru yoktur. Annen midir, baban mıdır o da o kadar önemli değildir. Çocuktur sonuçta, dünyaya gelmiştir ve babasız dünyaya gelmek onun kusuru, suçu değildir. İsterse babası annesi, annesi bellidir de, isterse babası belli olmasın o insanın. O insan da benim için aynı derecede senin kadar kıymetlidir, öbür kız kadar değerlidir, şöyle bir elini attı dedi ki: “Baba bu kadar çağdaşlık bizi bozmasın; karşı taraf bunu algılayamıyor,” dedi. Çünkü, kızın ailesi: “Arkadaşlık yaptığın çocuk Alevî mi Sünni mi?” diye sormuş, madem ki olay böyle başlamış, kız başlamış bundan gizli bunun arkadaşlarına: “Ozan, Alevî mi Sünni mi? diye sorgulamış. Oradan da bir çocuk demiş ki: “Ben biliyorum Alevî,” demiş. Yani bunlar da Alevî olmanın... 16 yaşında bir çocuk, 21 yaşında bir başka çocuk, işte benim çocuklarım yani sonuçta.
Yüklə 1,37 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   26




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə