42
Şöyle ki, insan organizmayı yani, bedeni rahatlatmaya doğal olarak (fıtrî
olarak) meyilli olduğundan, savunma mekanizması da çoğunlukla bu yönde işler.
Kaygı halini ruhsal değil de bedensel doyumla gidermeyi dener. Ancak, bu tür bir
doyumla hissedilen hazlar, tampon vazifesi görerek, kişiye geçici bir ferahlama hissi
sağlasalar da daimi huzuru sağlayamazlar. Bu sebeple, kişi sürekli başka hazlar -ki
bunlar çoğu kez aklın bertaraf edildiği ve sadece organizmayı doyurmaya odaklı
yeme, içme, cinsellik gibi bedensel hazlardır- aramaya yönelir ve gitgide hazza
bağımlı bir hale gelir. Bu hal, insanın en zavallı ve manevi olarak en düşük
mertebedeki halidir.
Kötü huyun alışkanlıkla kuvvetlenmesi durumunda kişiyi bundan
vazgeçirmek çok daha güç hale geleceğinden, insanın doğasında kesinlikle var olan,
gerekli olduğu gibi bir o kadar da risk oluşturan kaygı hissini ve kaygıdan kaçarken
onu hazlara meylettiren zayıf yönünü “ergenlik çağından itibaren” tanımaya
başlaması büyük önem taşımaktadır.
Hz. Muhammed (s.a.v) hayatımızı anlamlandırırken kaçınmamız gereken
bakış açısını şu sözlerle açıklamaktadır:
48
“Sizin için korktuğum şeylerin en başında, nefsinin isteğine uymak ve uzun
emelli olmak gelir. Birincisi hak yoldan alıkoyar; ikincisi ise ahireti unutturur.”
Kaygıyla “bilinçli” başetme için; fiziksel varlığımızdaki değişimler
paralelinde iç kaynaklarımızın da harekete geçirmesi gerekir. Diğer bir deyişle
fiziksel gelişime paralel manevi gelişim şarttır.
İç kaynakları harekete geçiren temel unsurlar varoluşsal kaygı, akıl ve
tecrübe, dini inanç ve değerlerdir.
48
Özdoğan, s. 121.
43
1-Varoluşsal kaygı:
Doğal bir motivasyon kaynağı olan varoluşsal kaygı, doğuştan sahip olunan
iç kaynakları harekete geçirmeye yarayan bir fonksiyona sahiptir. Kişinin kendi
yaşamında bir anlam bulma arayışı, insandaki temel güdülendirici (motive edici)
güçtür.
49
Ancak, isteklendirme ve güdülendirmeyi de içine alan “human motivation”,
haz ilkesi “pleasure principle”, enerjinin korunması ilkesi gibi Freud’cu kavramlar
bir motivasyon öğretisi olarak yıllardır teşvik edilmiş ve bunlar insanların nefs-i
emmaresini beslemekten başka bir işe yaramamıştır. Zira, Freud’un yazılarında
Darwin’le pek çok yönden benzerlikler mevcuttur. Son araştırmalar Darwin’in,
Freud’un psikanalitik teorisi üzerinde etkisi olduğunu desteklemektedir.
50
İnsanın
manevi gelişiminin önüne set çekerek onu “aşağıların aşağısı” bir varlık konumuna
sürükleyen Freud’cu terapilerde zaman zaman ön plana çıkan “haz ilkesi”
51
, İslam’ın
insanlığa sunduğu manevi gelişim yaklaşımı ile çelişmektedir.
49
Frankl, s. 113.
50
Duane P. Schultz & Sydney Ellen Schultz, Modern Psikoloji Tarihi (I. Basım), Çev: Yasemin
Aslay, İstanbul: Kaknüs Yayınları, 2007, s. 577.
51
Freud üzerinde Darwin’in yanısıra etkili olan diğer bir nokta hazcılık öğretisidir. 18. ve 19.
Yüzyılların zihinsel iklimi bir motivasyon öğretisi olarak hedonizmi kapsıyordu. Özellikle Jeremy
Bentham ve onun faydacılık görüşüyle birleşen hedonizm ayrıca bazı İngiliz empiristler tarafından da
desteklenmişti. Freud’un kavramlarından biri olan “haz ilkesi” hedonizm tarafından şiddetle
desteklenmiştir. Bkz. Schultz s. 578.
20. Yüzyılın önemli psikiyatrlarından,
varoluşçulukta çığır açmış, anlama dayalı psikoterapi olan
logoterapinin kurucusu
ünlü psikiyatri profesörü
Viktor E. Frankl da, Freud’cu psikanalizde merkezi
bir öneme sahip haz ilkesine karşı çıkmıştır. Şöyle ki;
Logoterapi, insanın, kendi varoluşunun gizli logos’unun (anlamının) farkına varmasını sağlaması
ölçüsünde analitik bir süreçtir. Bu kadarıyla logoterapi psikanalize benzer. Ne var ki, bireyin bilinç
altındakileri bilince çıkarma çabasında, logoterapi kendini bilinç altındaki içgüdüsel olgularla
kısıtlamak yerine, anlam istemi kadar bireyin kendi varoluşunun potansiyel anlamı gibi varoluşsal
gerçeklikleri dikkate alır. Kişinin, varlığının derinliklerinde gerçekten özlediği şeylerin farkına
varmasına çalışır. Logoterapi, insanı temel ilgisi sadece itkilerinin ve içgüdülerinin doyumu ve
giderilmesinden ya da id’in, egonun veya süperegonun çatışan istekleri arasında sadece uzlaşma
sağlamaktan ve uyarlamaktan değil, bir anlam bulma çabasından oluşan bir varlık olarak görmesi
ölçüsünde psikanalizden ayrılır. Bkz. Viktor E. Frankl, İnsanın Anlam Arayışı (6. Baskı), Çev. Selçuk
Budak, İstanbul: Okuyan Us Yayınları, 2012, ss. 113, 117.
44
2-Akıl ve tecrübe:
Tecrübe (deneyim), kişinin gözlemleme mekanizmasının, diğer bir deyişle,
değerlendirme kapasitesinin ürünüdür. Tecrübelerinden ders çıkaran kişiye akıllı
denilmesi de bundandır. Akıllı insan, kapasite artırımının önündeki engelleri,
zayıflıkları ve tehditleri teşhis edebilen kişidir.
3-Dini inanç ve değerler:
İnanç, bir düşünceye gönülden bağlı bulunma ve inanma duygusu anlamına
gelmekle birlikte, aşkın bir varlığa inanmak ve gönülden bağlanmak olarak
tanımlanan iman olmadan manevi gelişimden söz edilemez. –Burada
insanların
ihdas ettiği ve
beşeri dinler olarak ifade edilen animizm, naturizm, şamanizm,
mecusilik,
hinduizm/brahmanizm, Allah inancı ve ibadeti olmayan Budizm, şeytana
tapılan satanizm ve putlara tapılan putperestlik gibi
batıl dinleri kastetmiyoruz. İlahi
vahye dayanan bir inanç sistemi ve yaşayış tarzından bahsediyoruz.-
Din inanmakla başlar, ibadet ve ahlakla yaşanır. Dolayısıyla din; insanı
tabiatındaki mükemmelliğe, yaratıcısını tanımaya çağırmanın ötesinde, insani kusur
ve hataların giderilmesinde etkili ve aynı zamanda da teselli edicidir.
52
Sunduğu
güzel ahlak yoluyla aklı olgunlaştırıcı bir işleve de sahiptir.
III-PSİKOLOJİK SAVUNMA MEKANİZMASI OLARAK HAZ
Manevi gelişimimizi engelleyen bir iç tampon sistemi, diğer bir deyişle
psikolojik savunma mekanizmaları, kişiliğimizin olumsuz özelliklerini bizden
gizlemektedir. Örneğin; tren vagonlarındaki tamponların ne olduğunu biliriz. Bunlar
52
Özkan, s. 9.
Dostları ilə paylaş: |