Erdogan ibrahimhalil



Yüklə 383,13 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə9/14
tarix19.10.2018
ölçüsü383,13 Kb.
#74763
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   14

Uluslararası Sosyal Araştırmalar Dergisi 

Cilt: 11     Sayı: 57     Haziran 2018

 

 



The Journal of International Social Research 

Volume: 11      Issue: 57     June 2018    

 

 



 

- 797 - 


sevdiğini başka biri nefretle karşılamaktadır. Akılların çeliştiği konularda insanları birleştirecek olan üst akıl 

kim  olmalıdır?  Nitekim  dünyada  cereyan  eden  savaş,  terör,  kan,  açlık,  hırsızlık,  yağma,  gasp,  zimmet  ve 

rüşvet  gibi  suçlar,  bir  yönüyle  akılların  çelişmesinin  sonucudur.  Bu  suçların  sahiplerinin  işlediği  suçlarla 

ilgili  her  birinin  kendilerine  göre  mantıkî  izahlarının  olduğu  malumdur.  Akılların  çeliştiği  noktalarda 

toplumun  temel  kabullerini  muhtevi  ortak  noktanın,  kime  ve  neye  göre  tanzim  edileceği  konusu  vahyin 

önderliğinin aklî bir boyutudur. Deist inanışa göre akıl, yaratıcı bir Tanrı’ya ilk müsebbip şeklinde de olsa 

inanmakta,  bu  yönü  ile  de  Ateizm  ’den  ayrılmaktadır.  Bunun  ötesinde  ahlak  yasaları  ile  ilgili  kurallar 

bütününde, bu Tanrı’ya iyi bir kul olma düşüncesi de yine akıl ile bilinebilir bir durumdur. Ancak akla bu 

kadar geniş  yelpazede sonsuz bir yetki vermenin, vakıa ile ne kadar uyum sağladığı konusu asıl üzerinde 

durulması gereken bir husustur.  

Kelâm  ilmi,  içerdiği  konuları  İslam  kanunları  üzere  inceleyen  bir  birim  dalı  olmasından  dolayı 

Kur’ân’ın  bu  husustaki  öğretilerine  bakmak  yerine  olacaktır.  Fâtiha  Sûresi’nde 

(

ÅöåúÏöäóÇ  ÇáÕøöÑóÇØó 



ÇáúãõÓúÊóŞöíã)

 “bizi doğru yola ilet” (Fâtiha: 6) şeklinde kullardan yaratıcıya bir talep ve yakarış mevcuttur. 

Ancak  herkesin  kendine  göre  doğruları  olduğu  fikrinden  hareketle  “hangi  doğru  yol”  sorusu  gündeme 

gelecektir.  İşte  bahsedilen  doğru  yolu  bir  sonraki  âyet  tefsir  ederek  “kendilerine  nimet  verilen  kimselerin 

yolu”  (Fâtiha:  7) 

(

ÕöÑóÇØó  ÇáĞøöíäó  ÃóäúÚóãúÊó  Úóáóíúåöãú)



  olduğu  belirtilmiştir.  Burada  “nimet  verilenler” 

ifadesinden maksat, tüm peygamberlerdir. (Nesefî, 1998: I/33). Meseleyi biraz daha açmak ve somut örnek 

vermek  suretiyle  mantıkî  çıkarımlarda  bulunmak,  akla  verilen  sınırsız  yetkinin  aslında  doğru  olmadığını 

ortaya koyma açısından faydalı olacaktır. Çünkü yeryüzünde bulunan insan sayısı kadar farklı akıl, idrak, 

şuur  ve  buna  bağlı  olarak  da  ortaya  konulan  fiilleri  vardır.  Evrende  cereyan  eden  olaylara  dikkatlice 

bakıldığında  görülecektir  ki  insan  aklından  mütevellit  aksiyonların  sonucunda,  her  insanın  bir  doğrusu, 

izaha  çalıştığı  aksiyonları  vardır.  Şahsi  çıkarları  uğruna  kan  döken  katilin,  arzularını  gerçekleştirmek  için 

insanların  mallarını  gasp  eden  hırsızın,  gönül  doygunluğuna  erme  uğruna  küçücük  çocuklara  tecavüze 

yeltenen  psikoseksüelin,  vatanına  ihanet  ederek  düşman  ile  iş  birliği  yapan  haininin  ya  da  silahlı  örgüt 

kurarak  masum  insanların  kanını  döken  teröristin  kendilerini  haklı  çıkaracak  mantıkî  bir  izahı  ve  aklî  bir 

çıkarımı  bulunmaktadır.  Bu  durumda  insandaki  sınırsız  haz  duygusunu  sınırlayacak,  akılların  çatışması 

durumunda temel kabule  uyulmasını sağlayacak bir  üst aklın  mutlaka olması gerekir. İslam dininde buna 

“vahiy”  bilgisi  denilmiş  ve  toplumlar  için  genel  geçer  kuralların  Tanrı  tarafından  konulduğu  gerçeğine 

inanılmak suretiyle vahyin verilerinin akıl ile doğrulanarak hareket edilmesi sağlanmıştır.  

Tek başına aklın, tek başına vahyin ya da tek başına duyuların bilgi kaynağı olamayacağı fikrinden 

hareketle,  aklın  vahye,  vahyin  de  akla  ihtiyacı  vardır.  Bunları  birbirinden  bağımsız  düşünmek  doğru  bir 

sonuca götürmeyecektir. Aklı sürekli ön planda tutmaları ile bilinen mutezile ekol mensuplarından Câhıẓ, 

nübüvvetin delillerini zikrettiği esnada “bilgi elde etmede akıl tek başına yeterli değildir” (Câhız, 2004: 135) 

şeklinde bir çıkarımda bulunmuş ve Allah Teâlâ’nın neden peygamber gönderdiğini bu yöntemle açıklama 

yoluna  gitmiştir.  Akla  verilen  sınırsız  yetki  ile  sınır  tanımayan  duygu  selinin  akışını  kesmek  mümkün 

değildir. Hiçbir kural tanımayan duygu, insan zihnini ve aklını işgal etmeye başladığı zaman, akla dışarıdan 

bir  bilgi  (vahiy)  empoze  edilmezse,  akıl  duyguya  tabi  olacak  ve  bu  da  toplumsal  açıdan  önü  alınmaz 

felaketlere  götüren  bir  çığır  açacaktır.  Zaten  günümüzde  söz  konusu  olan  deist  eğilimlerin,  vahyi 

reddetmekteki asıl gayelerinin de insan duygularındaki sınırsız haz arayışı ile vahiy bilgisinin çelişmesinden 

kaynaklandığı söylenebilir. Halbuki doğal olan, insanda bulunan duygu odaklı haz arayışı, akıl süzgecinden 

geçtikten sonra eylem planına konulmasıdır. Böylece duygular akla tabi olacak, akıl da bilgi, tarih ve tecrübe 

demek  olan  vahiyden  istifade  edecektir.  Aksi  durumda  salt  duygunun  insanı  çok  zaman  yanılttığı  inkar 

edilemeyen bir realitedir. Örnek olarak ilk gördüğümüz bir kişi veya olay karşısında duygularımızla hareket 

eder  ve  sevmek-sevmemek,  hoşlanmak-hoşlanmamak  gibi  duygu  ürünü  izahlar  yaparız.  Ancak  aklın 

devreye  girip,  duyguların  eylemlerini  kontrol  altına  alıp  zihin  süzgecinden  geçirdikten  sonra,  duyguların 

bizi  yanılttığını  fark  ederiz.  İnsan  bünyesinde  bulunan  akıl  ve  hisler  bile  çatışma  içerisine  girdiğine  göre 

insanın tarihe, tecrübeye, vahye ve üst aklın bilgisine ihtiyacı vardır demektir. İslam dini akla bu denli önem 

verdiğine göre deizmin aklı kullanma konusunda İslam ile bir probleminin olmaması gerekir.  

Bilgi kaynaklarından üçüncüsü de “haber-i sâdık” yani doğru haberdir. Çünkü haber ifadesi mutlak 

olarak  kullanıldığında  yalan  ve  doğruya  ihtimali  olan  bilgidir  (Taftâzânî,  1988:  17).  “Sâdık”  kaydı  ile 

yalandan uzak ve doğruyu ifade eden haber kastedilmiştir. Nübüvvet, vahiy ve tarih bilgisi haber-i sadık ile 

ilgilidir. Berâhime, deizm ve nübüvvet müessesini kabul etmeyen tüm grupların asıl problemi de bu kısımla 

alakalıdır. Dolayısıyla bu kimselere öncelikle haberin bilgi değerini ispat etmek yerinde olacaktır. 

İslam  alimleri  mütevâtir  ve  âhâd  olmak  üzere  iki  çeşit  haberden  bahsetmişlerdir.  Ahâd  haber, 

mütevâtir derecesinde olmayan ve şartlar dahilinde yine de haber değeri taşıyan bilgidir (Mâturîdî, 1970: 9). 

Mütevâtir  ise,  Câhız’ın  (ö.  255/869)  isimlendirmesiyle  zorunlu  anlamına  gelen  “kahir  haber”  (Câhız,  2004: 



Yüklə 383,13 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   6   7   8   9   10   11   12   13   14




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə