noktasının — 120 değil, fakat —• 92 m. derinliğinde
olduğunu ifade etmiştir. Fakat Merz 'in ölçüleri
doğrudan doğruya derinlik tayinini istihdaf etmediği
için, onun da gerçek kıymetleri bulduğu kat'îyetle
söylenemez. Bu kıymetleri elde elmek için, modern
iskandil metodları ile yapılacak ölçüleri beklemek lâzım
gelmektedir.
Boğaziçi 'nin deniz altı topografyasında, oluğun
menşe'ini aydınlatmak bakımından, hesaba katılacak
bâzı hususiyetler daha seçilir ki, bunlardan biri boğazın
su altında kalan kısmında kaya döküntülerine, kum
sığlıklarına pek az rast gelinmesidir ( başlıcaları:
Rumeli-Feneri önünde, Oreke taşı „îles cyannees" ve
Büyük-dere karşısında Umur-Sığlığı, Beykoz ile Servi
burnu, Istînye ile Yeni-Köy arasında ve Kuruçeşme
önündeki sığlıklar ). Diğer bir hususiyet ise,
iskandillerin hemen hiç bir yerde sert kayaya rast
gelmemesi, su altındaki zeminin dâima kum, çakıl ve
kavkaa nevinden enkaz ile örtülü bulunmasıdır.
II. B o ğ a z i ç i '11 d e d e n i z a k ı n t ı l a r ı .
Boğaziçi akıntıları, ilk önce, gemilerin seyr-i seferine
tesir etmesi bakımından denizcileri alâkadar etmiş, eski
müellifler arasında { Poly-bios, Dionysos ve Slrabon )
bu tabiat hâdisesini tasvir edenler olmuş, Boğaziçi 'nde
şimalden cenuba giden büyük akıntı (Mega "'euma),
Karadeniz 'in fazla suyunun Marmara ya doğru akması
şeklinde izah edilmiştir. Filhakika, normal hava şartları
altında, boğazın satıh sularında, şimalden cenuba doğru
bir cereyan varBOĞAZİÇL
669
dır ki, nehirlerde olduğu gibi, yatağın mukaar kıyılarını
takip etmeyerek, muhaddep kıyılar önünden akıp gider.
Boğazın şimal medhâli civarında takriben ortadan
geçtiği görülen bu ana cereyan, daha cenupta Servi-
Burnu önünden geçip, Rumeli kıyısında Yeniköy
burnuna yaklaştıktan sonra Yamak (Kanlıca) burnu
önünde boğazın dar kısmına girer ve burada sür'ati
artarak Rumelihisarı önünde Şeytan-akıntısını meydana
getirir, müteakiben karşı sahilde Kandilli burnu ve sonra
tekrar Rumeli tarafında Ar-navutköyü şimâlindeki
akıntı burnu yakınından geçer, Vani-Köyü önünde
Maskara-akmtısı teşkil ettikten sonra Beylerbeyi—
Üsküdar ( Şem-sipaşa) arasında Anadolu kıyısına daha
yakın bulunur; Nihayet Kız-Kulesi açıklarından Sarayburnu
'na atlar ve genişleyerek, Marmara 'ya dâhil
olur. Bu cereyanın vasatı sür'ati saniyede 0.90 m. ise de,
Kandilli önlerinde 1,45 metreye (saatte 5 km. 'den fazla)
varır ve şimal rüzgârları ile desteklendiği sırada daha da
hızlanır. Bilhassa burunlar önünde, kendini hissettiren
bu cereyana mukabil, büyük koylar içinde aksi cihete
doğru akan anaforlar görülür ki, bu ters akıntıların en
mühimi, Saray-burnu 'nda başlayıp, Haliç 'in ön
kısmından geçer ve Tophane-Beşiktaş önünde Rumeli
kıyısı boyunca Arnavutköyü 'ne kadar takip edilebilir.
Daha şimalde Bebek, Küçüksu, İstinye, Beykoz ve
Büyükdere koylarında da böyle ters akıntılar görülür ki,
bunları, ana cereyandan ayrılarak, koyları dolaşıp sonra
tekrar bu cereyana katılmak üzere Rumeli tarafında
sağa, Anadolu kıyısı önünde de sola doğru kıvrılan talî
kollar telâkki etmek mümkündür. Fakat boğaz
mıntakasında şiddetli ve sürekli cenup rüzgârları estiği
sırada satıh suları takımiyle aksi cihete doğru
akmaktadır ki, buna gemiciler o r k o z adını verirler ;
orkozun hükün sürdüğü sırada şimalden cenuba doğru
olan sathî cereyan hemen-hemen ortadan kalkar, hattâ
koylarda evelkinin aksine doğru ters akıntılar görülür.
Yukarıda söylenen ve varlığı pek eskiden beri bilinen
satıh akıntılarından başka, boğaz oluğunun derinlerinde
Marmara 'dan Karadeniz cihetine doğru akan bir akıntı
daha vardır. Balıkçılar, öteden beri, boğazın derin
sularının satıhtaki ana cereyana nazaran aksi cihette
aktığına dikkat etmişlerdi. Ağlarını suya bıraktıkları
vakit, bunların, muayyen bir derinliğe vardıktan sonra,
bâzan kayıkları yüzdeki akıntıya karşı hareket ettirecek
kadar kuvvetli bir cereyanla sürüklendiğini görmüşlerdi.
Bu akıntının mevcudiyetinden, bir takım ilmî
mülâhazalara dayanarak, ilk defa bahseden Comte de
Marsigli olmuştur ki, XVII. aşırın
sonuna doğru isveç kıraliçesi Christine 'e yazdığı
mektuplardan, sathî suların Karadeniz 'den Marmara 'ya
doğru cereyan etmesine mukabil, derindeki suların aksi
cihete akması lâzım geldiğini izah etmişti. Kanal adı
verilen bu akıntının varlığını ilmî metodlar ile tesbit
edebilmek için, XIX. asrın ikinci yarısını beklemek
lâzım gelmiştir. İlk defa Spratt (1871), bu
akıntı__________nın
mevcudiyetini ve aynı zamanda dipten akan suların,
satıhtakilere nazaran, daha tuzlu olduğunu meydana
koymuştur. Daha yeni müşahedeler ile de te'yit edildiği
gibi, bu alt akıntının azamî sür'ati ( Kuzguncuk
önlerinde ) 1,22 m.'yi bulmaktadır. Karadeniz'den gelen
sathî suların tuzluluğu 17/1000 iken, boğazın derin
kısmındaki sular, kendilerine menşe' olan Akdeniz
suları gibi, çok tuzludur (35/1000'ten fazla ).
Boğaz c e r e y a n l a r ı n ın menşe'i. XIX. asrın
ikinci yarısı ile, XX. asrın başında, Boğaziçi sularında
yapılan ilmî araştırmalar (Spratt 1871, Wharton 1872,
Makaroff 1881/1882, Mag-naghi 1884, de Gueydon
1886, Natterer 1894, Spindler 1890 ve 1894, Nielsen
Dostları ilə paylaş: |