MISIR’IN KUTSAL EMANETİ
Atlantis’ten Mısır’a gelmiş olan “Sırlar Bilgisi”nin esasları hiç bir zaman
halka yayılmadı. Mabetlerin, piramitlerin kalın duvarları arasında saklı kaldı.
Halk bu esrarlı bilime korkuyla karışık bir saygı duydu. Fakat ona hiç bir
zaman erişemedi. Atlantis’ten Mısır’a gelen bilgiler, rahiplerce büyük bir
titizlikle korundu. Kutsal bir emanet olarak ilgi gördü. Ve ancak rahiplerin
seçtikleri belirli sayıdaki kişilere bu sırlar açıklandı…
Büyük bir özenle korunan bu sırlar neydi? Nasıl açıklanırdı? Mabetlerdeki
akıllara durgunluk veren bu eğitime girmeden önce, bazı tarihi bilgilerimizi
kısaca gözden geçirmekte fayda görüyorum. Daha sonra tekrar konumuza geri
dönerek
Eski
Mısır’daki
eğitimin
gizli
yolunu
izleyerek,
Osiris
Mabetleri’ndeki o esrarlı güneşin ışığını yeniden calandırmaya çalışacağız…
GİZEMLİ MISIR
İnisiyeler için bir zamanlar tabiatın derinliklerini ve Gökkubbeyi aydınlatmış
olan “Osiris’in Işığı” terkedilmiş mabetlerde, bugün artık tamamen sönmüş
durumdadır.
“Ey Mısır!… Gelecek kuşaklara senden hatıra olarak sadece inanılmaz
masallar kalacak ve seninle ilgili olarak geriye taşlara oyulmuş kelimelerden
başka bir şey kalmayacaktır. Ancak, bunlar bile yüzyıllar boyunca seni
ölümsüzleştirmeye yetecektir” diyen Hermes’in sözleri, artık günümüzde
gerçekleşmiş bulunmaktadır.
Eski Uygarlıklarla ilgili günümüze kadar dünyanın dört bir köşesinde
çalışmalarını sürdüren araştırmacılar, içinden çıkılması son derece zor olan
Mısır Gizemleriyle yakından ilgilenmişlerdir. Mısır’la ilgili yazılan kitaplar,
ortaya atılan teoriler günümüzde hala tartışılmaya devam etmektedir.
Yurdumuzda da yayınlanan kitaplarda, ilk olarak, bu gizemli topluluğun Nil
kıyılarına nereden gelmiş olabilecekleri üzerinde durulmuş olduğunu
görüyoruz. Ancak bu bilmece bir türlü çözülememiştir…
SIRLAR KÖPRÜSÜ
Dünya insanlığının tarihi gelişimi, sadece belirli bir kesitten incelendiği
takdirde, Mısır Uygarlığı gibi, bulunduğu çevrenin çok dışında özellikler
gösteren bir topluluğun nereden geldiği sorusu kolay kolay cevap
bulamayacaktır. Klasik anlayışların ötesine geçmeden bu ve bundan sonraki
bilmeceleri çözebilmemiz mümkün değildir. Klasik Arkeologlar ne derse
desin, Eski Mısır Uygarlığı geçmişten geleceğe uzanan sırlar köprüsüdür.
Klasik Tarihçiler, Mısır uygarlığına 9.000 yıllık bir geçmiş tanır. (Yani M.Ö.
7.000 yıllarına kadar) Mısır uygarlığını ilk kuranların ilkel, balıkçılıkla
uğraşan bir halk olduğu belirtilir!
Buna karşılık Denderah mabedinin tavanındaki astronomik bilgilerin 90.000
yıl öncesine ait olduğu anlaşılmış durumdadır. Tarihin babası Heredot da,
vaktiyle Mısır rahiplerine şüpheyle bakmış ve inanmadığını belli etmişti. Ama
Heredot, rahiplerin yaptığı hesaplar karşısında daha sonra, hakkı teslim etmek
zorunda kalmıştı.
Zamanımızda, Halikarnaslı Heredot’un eserlerine güvenilir. Zira o,
gerçeklere her zaman bağlı kalmıştır. Bakın Heredot, bu konuda neler yazıyor:
Bir Mısırlı Rahip bana:
- “Bilmiş ol ki, atalarımız zamanında Güneş iki defa battığı yerden doğdu,
sonra aynı olay gene tersine cereyan etti “ dedi.
Mısırlı rahibin anlattığından şu sonuç çıkar: Demek ki eski çağlarda kutuplar
yer değiştirdi…
Günümüzde yapılan jeolojik araştırmalar, Mısırlı rahibin Halikarnas’lı
Heredot’a söylemiş olduklarını doğruluyor. Yalnız, olay için kesin bir tarih
verilemiyor. Bununla beraber, kutupların değişmesi olayının 10.000 yıldan çok
daha eski bir tarihte meydana geldiği tahmin edilmektedir.
Yapılan son bilimsel araştırmalara göre, bu gün Kutupları teşkil eden alanlar,
çok eskiden dünyamızın tropikal bölgeleriydi. O zamanlar Avrupa, metrelerce
buz tabakası altındaydı. Jeoloji bilginleri, bu gerçeği doğrulamaktadır.
şüphesiz Halikarnas’lı büyük tarihçi Heredot çağında, Jeoloji adı altında bir
bilim dalı yoktu. Ama buna karşılık, tapınaklarda, piramitlerde, bu konuda
bilgi verecek pekçok eski tarihi arşivler vardı.
Evet… Tarih bir şeyler saklıyor ama ne? Biraz daha tarihin geçmiş
dönemlerinde ilerlemeye devam edelim. Bakalım nelerle karşılaşacağız…
GEÇMİŞ NELER SAKLIYOR?
Çok eski çağlardaki Mısır’ı düşünelim. Geçmişi şöyle bir gözümüzde
canlandıralım…
Manzara tamamen değişmiştir. Çevre büyük bir denizle kaplıdır. Çöl yoktur
artık. Deniz kıyısında, piramit biçimli bir muhteşem yapı var. Üzerine kayadan
oyulmuş muazzam bir heykel olurtulmuş. Bu Sfenks’tir… Sanki koca bir
kayalık dağ, tek parça halinde oyulmuş ve tapınakla Sfenks ortaya çıkmış.
Kesik tepeli piramid biçimli maabedin üzerinde, bizim çok iyi tanıdığımız
Sfenks yer almış. Mabet gümüşi bir renkte. Kutsal Nur’un mabedi… Yani
Büyük Piramid’in mabedi…
Sonra gene ileriye, yani çağımıza doğru dönelim ve zaman içinde yolumuza
devam edelim… Yüzyıllar birbirini kovalasın… Ortalık korkunç bir karanlığa
bürünsün. Sular göklere doğru yükselsin, sonra tekrar çekilip uzaklaşsın…
Sonra derin bir sessizlik başlasın… Sağırlaştırıcı bir sessizlik… Tekrar
yüzyıllar aksın, geçsin…
Gene Sfenks’in karşısındayız. Ama bu sefer Sfenks bir deniz kıyısında
değildir. Çevremiz sarı-kızıl renkte, gün ışığı altında korlaşmış küçük maden
parçaları gibi parlayan kumlarla dolu.Uçsuz bucaksız bir çöldeyiz. Sfenks’in
ölümsüz yüzünde önemli bir değişiklik yok. Gözleri batıya dönük,
değişiklikleri umursamaz, hatta küçümser bir hali var. Ama Kutsal Nur’un
mabedi görünürlerde yok. Kum denizi onu örtmüş, kaplamış…
Yüzyılların, binyılların Sfenks’i; içinde artık hiç kimse olmasa da, ayakları
altında Kutsal Nur’un mabedini tutmaya devam ediyor.
Dostları ilə paylaş: |