468 Emine KOLAÇ
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 3/7 Fall 2008
Demir kuş yere konar ve Atıl düşler ülkesine gelir. Ancak
gördükleriyle düşlerinde yaşattıkları birbirinden farklıdır. Hayal
kırıklıklarının ilkini evlerine adım attığında yaşar. O günü hiç
unutmamacasına belleğine kazır:
"Yarı
karanlık
merdivenlerden
anasıyla
çıkışını, giysileriyle küf kokulu yatağa girişi, nemli
yorganın
altına
girişi......Ayrıntılarıyla,
kazınmıştı
belleğine”. (s, 5)
Atıl’ın yaşayacağı ev eski, yıkılmaya terkedilen, farelerin kol
gezdiği, duvarı çökmüş, çatlamış, çok ucuz olduğu için Almanya’daki Türk
işçileri tarafından tercih edilen sağlıksız evlerden biridir (Gitmez 1979,
123):
“Atıl’ların
oturduğu
ev
kentin
kenar
semtlerinden birinde, yıkık dökük eski bir yapıydı. Türk,
Yugoslav,
Đ
talyan,
Đ
spanyol
işçiler
oda
oda
kiralamışlardı evi. Atıl’ların odası büyük bir fabrikanın
arka bahçesine bakıyordu. Hurda demir yığınlarıyla
tahta sandıklardan başka bir şey görünmüyordu
pencereden.
Çevredeki
yapılar
da
Atıl’larınkine
benziyordu”. (s, 59)
Atıl yaşayacağı eve adımını attığı anda gerçeklerle yüz
yüze gelmiş, düşler ülkesi yok olmuş, yerini sevimsiz gerçekler
almıştır.
3.3.Yaş
anan Sorunlar
Yalnızlık
“
Öylesine sıkılıyordu ki duvarlarla
konuş
ası geliyordu”.
Yalnızlık ve yurda duyulan özlem, Türklerin Almanya'da
yaşadıkları ortak duyguların başında gelmektedir. Büyük küçük
herkeste bu duygulara rastlanmaktadır.
Anaya, babaya, akrabaya, taşa, toprağa, suya duyulan özlem.
Özlem yalnızlığı çoğaltır, yalnızlık özlemi (Narlı 2002, 390). Atıl da
yalnızlık ve yurda özlem duygusunu düşler ülkesine geldiği ilk günden beri
hisseder. Daha ilk günlerde başlayan yalnızlık duygusu zamanla daha
da artar. Konuşacağı, oynayacağı, haykıracağı, sarılıp öpeceği
arkadaşı yoktur. Yapayalnızdır. Köyünü, arkadaşlarını özlemle
anmadığı gün yok gibidir:
“Köyü düşündü. Şimdi harman sırasıdır.
Arkadaşları harman yerinde döven dürerek kim bilir ne
Gülten Dayıoğlu’nun Yurdumu … 469
Turkish Studies
International Periodical For the Languages, Literature
and History of Turkish or Turkic
Volume 3/7 Fall 2008
eğ
leniyorlardır nasıl eğ
leniyorlardır diye aklından geçirdi.
Öteki odaya geçti, yeniden eski yerine döndü. Öylesine
sıkılıyordu ki duvarlarla konuş
ası geliyordu”. (s, 96)
Yalnızlık duygusu Atıl’ın peşini hiç bırakmaz. Okulun ilk
günü bu duyguyu daha yoğun yaşar. Okulun bahçesinde her çocuğun
yanında ailesinden biri vardır ama Atıl yalnızdır. Oralardan kaçmak,
uzaklaşmak, eve gitmek ister:
“Atıl yapayalnız kalmıştır. Đçinden bir ses,
‘Kaç!’ diyordu. “Hemen eve dön! Kapıyı, pencereyi hatta
perdeleri ört, yatağa gir. Yorganın altında saklan!” Atıl
bu sese uymadı, hemen çocukların arasına karıştı”. (s,
129).
Yalnızlığını okulda tanıştığı üç Türk arkadaşıyla gidermeye
çalışır. Aslında bu arkadaşları Atıl için sadece yalnızlığın içinden parlayan
bir ışık değil aynı zamanda özlenen yurdun simgesidir de. Aynı şey diğer
Türk çocukları için de geçerlidir. 29 Ekim sabahı Cumhuriyet
Bayramı’nı coşkuyla kutlamak için bir araya gelen çocukların yaşadığı
coşku, heyecan görülmeye değer. Đstiklal Marşı’nı söyleyerek bayrağı
öpmeleri ise yalnızlık içinde kıvranan çocukların yurt özlemlerinin
açık bir göstergesidir:
“
Çocuklar bayrağı coşkuyla alkışladılar. Ali,
Hatice, Satı, Atıl’la birlikte ikişerli sıra oldular. Burcu
yine ortalıkta yoktu. Aramadılar onu. Gözlerini bayrağa
dikerek, dillerinin döndüğünce Đstiklal Marşı’nı söylediler.
Dördünün de göğüsleri kabardı, içleri coştu, gözlerinden
yaşlar boşandı. Her biri akıllarında kalan şiirleri
okudular. Dizelerinin çoğu unutulmuştu bu şiirin. Fakat
Satı Çilli şiirlerini okurken öyle coştu ki!.......Şiirin bir
yerinde sesi önce titrekleşti., sonra hıçkırığa dönüştü.
Sözcükler boğazında düğümlenip kaldı”. (s,139)
Yapılan bu coşkulu kutlama hem hafızalardan silinmeyecek
güzel bir anı hem de onları birbirine bağlayan güçlü bir bağ olur:
“Dördü de tahtadaki Türk bayrağını öptüler.
Sonra Hatice el çabukluğuyla tahtayı sildi. Sınıftan çıkıp
ellerini yüzlerini yıkadılar. Bu törenden sonra dört Türk
çocuğu birbirine daha içten bağlandılar. Ne zaman bir
araya gelseler, hep 29 Ekim sabahı düzenledikleri
Cumhuriyet Bayramı törenini anımsıyordu”. (s, 139)