Hadis terimleri SÖZLÜĞÜ MÜcteba uğur a



Yüklə 2,09 Mb.
səhifə8/51
tarix25.06.2018
ölçüsü2,09 Mb.
#51703
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   51

Cerh Ve Ta'dil İlmi:

Hadis ravilerinin cerh veya ta'dilinden ve gerek cerhte gerekse ta'dilde kullanılan lafızlardan bahseden ilimdir. Hadis ricali ilminin bir bölümü olup, konusunu ravilerin özel hayatlarında ve hadis rivayetinde kusur sayılan ve rivayetlerinin reddedilmesine sebep sayılan hallerinin bulunduğuna yahut da adalet sahibi olduklarına hükmetmek teşkil eder.


Cerh ve ta'dil maddesinde de sözkonusu edildiği gibi Cerh ve Ta'dil ilmi, İslâm Şeriatının Kur'ân-i Kerîm'den sonraki ikinci kaynağı olan Sünneti aksettiren hadislerin hata ve yalandan uzak tutulması endişesinden doğmuştur. Yine o maddede değinildiği üzere Hz. Peygamber zamanında doğduğu söylenmiştir. Ne var ki Hadis ilminde yerleşmiş manasıyla cerh ve ta'dilin Hz. Peygamber zamanında egil tâbi'îler devrinde doğduğunu söylemek daha uygun olur. Nitekim sahâbilerden İbn Abbas ve Enes b. Mâlik'in cerh veya ta'dil yollu tenkitler yaptıkları bilinmektedir. Tabiilerden eş-Şa'bî ve Muhammed b. Şirin, daha sonraları el-A’meş, Şu'be ve İmam Mâlik gibi hadis âlimleri eliyle hayli merhaleler kateden bu ilim Abdullah İbnu'l-Mubârek, Sufyân b.Uyeyne, Abdurrahmân b. Mehdi, Yahya b. Sa'îd el-Kattân ile zirvesine çıkmıştır. Bilhassa Yahya ile Abdurrahmân cerh ve ta'dilde otorite sayılırlar. İkisinin adaletli olduğuna hükmettikleri ravi makbul, cerhinde birleştikleri ise merdud sayılır. Bundan sonra cerh ve ta'dil mercii olarak Yezîd b. Harun, Ebu Davud et-Tayâlisî, Abdurrezzâk b. Hemmâm, Ebu Asım en-Nebîl gelir.
Bu âlimleri takip eden nesillerden gelen en tanınmış cerh ve ta'dil âlimleri ise Yahya b. Ma'în, Ahmed b. Hanbel, Ali İbnu'l-Medinî, Ebubekr b. Ebî Şeybe, İshâk b.Râhûye, ed-Dârimî, Buhârî, Ebu Zur'ati'r-Râzî, Müslim, Ebu Davud, Tirmizi, Ebu Zur'a ed-Dimeşkî gibi isimlerdir. Daha sonraki tabakalardan da hayli cerh ve ta'dil alimi yetişmiştir. Bunlar arasında en meşhur isimlerden birkaçı şunlardır; İbrahim b. İshak el-Harbi, el-Bezzâr, Muhammed b. Nasr el-Mervezî, Ebubekr Ahmed b. Ebî Heyseme, Nese'î, Ebu Ya'la'l-Mevsılî.
Ravilerin cerh veya ta'dili konusunda telif edilmiş kitapların en önemlileri el-İclî ve İbn Ebî Hatim er-Râzî'nin aynı isimde Kitâbu'1-Cerh ve't-Ta'dîlleri, İbn Adî'nin el-Kâmili. ez Zehebî'nin Mîzânu'l-İ'tidâli ve İbn Haceri'l-Askalânî'nin Lisânu'l-Mîzânıdır.

Cerh Ve Ta'dil Kaideleri:

Bk. Cerh ve ta'dil.



Cerh Ve Tadil Lafızları:

Hadis âlimleri, Hz. Peygamber (s.a.s)'e ait rivayetleri sıhhat derecesini bilmek maksadıyla kısımlara ayırmışlar ve herbirine duruma göre değişik isimler vermişlerdir. Bunun gibi ravilerin mevsûkiyet derecesinin belirtmek üzere onların cerhedilmiş veya adaletli olduklarına delalet eden bazı tabirler kullanmışlardır. Bu tabirlere cerh ve ta'dil lafızları adı verilmiştir.


Cerh ve ta'dil lafızlarını ilk defa kısımlara ayıran İbn Ebî Hatim er-Râzi’dir. Meşhur eseri Kitâbu'1-Cerh ve't-Ta'dîl'in mukaddimesinde, zamanına gelinceye kadar muhaddisler arasında kullanılagelen cerh ve ta'dil lafızlarını herbirinin delâlet ettiği manalara göre derecelere ayırmıştır. 151Daha sonra gelen bazı muhaddisler bu lafızların tasnifinde ona uymuşlardır. İbnu's-Salâh, bunlara ilaveler yapmıştır. el-Irâki, en-Nevevî, ez-Zehebî, İbn Haceri'1-Askalânî ve es-Suyûtî bu lafızların tesbitinde mühim hizmetler görmüşlerdir.
Cerh ve ta'dil lafızları iki kısımda incelenirler. Birincisi Cerh lafızları, ikincisi ise ta'dil lafızlarıdır. Herbiri kendi özel başlığı altında ayrıca ele alınmıştır.

Cerh-i Gayrı Müfesser:

Açıklanmamış cerh demek olup bir raviyi sebebini söylemeden cerhetmeye denilmiştir.


Cerh ve ta'dil kaidelerine göre sebebi söylenmeden yapılan cerh geçerli değildir.

Cerh-i Mübhem:

Adı üstünde, mübhem bırakılan cerhe denir. Daha çok gayri müfesser cerh manasına ve ravinin cerh edilmesine sebep olan şeylerin söylemeksizin yapılan herhangi bir halden dolayı raviyi cerhetmek için kullanıldığı da olmuştur.



Cerh-i Müfesser:

Bk. Müfesser cerh.



Cevâmi':

Bk. Cami.



Cevâmi'u'l-Kelim:

“Özlü sözler” manasına gelen bir tabir olup hadislerdeki îcâzı ifade etmekte kullanılır.


Hz. Peygamber (s.a.s) bir hadislerinde “Cevâmi'u'l-kelimle gönderildim” buyurmuşlardır. 152Aynı konuda bir diğer rivayet ise “Bana cevâmi'u'l-kelim verildi” şeklindedir. 153
Her iki hadisten anlaşılmaktadır ki cevâmi'u'l-kelim, Hz. Peygamber'e Allah vergisidir. Manasına dair değişik görüşler ileri sürülmüştür. Tanınmış tabi'î âlim İbn Şihâb ez-Zuhri'ye göre cevâmi'u'l-kelim, Allah'ın Kur'ân-ı Kerim'den önce gelen kitaplardaki pek çok emri özlü emirlerde toplamış olmasıdır. İbnu't-Tîne göre ise Kur'ân-ı Kerimdir; zira Kur'ân-ı Kerimde az sözle geniş manalar ifade edilir. Aynı şekilde hadislerde de az sözle derin manalar ifade edilmiştir, el-Hattâbî'ye göre söz konusu tabir, hadislerin, mananın hakkını vermekle birlikte icazlı olmaları demektir. 154 el-Herevîye göre de cevâmi'u'l-kelim Kur'ân-ı Kerimdir. 155
Aynî'ye gelince o bu tabiri lafız yönünden mûciz, mana itibariyle geniş sözler olarak açıklamıştır. 156
Şu hale göre cevâmi'u'l-kelim tabiri İslâm alimlerinin bir kısmına göre Kurân-ı Kerimdir. Bir kısmına göre ise hadislerin vecize gibi az sözle derin manalar ifade eden icazıdır. Bu itibarla “şu hadis cevâmi'u'l- kelimdendir” denildiği zaman o hadisin mûciz, yani az lafızda geniş ve derin manalar taşıyan hadislerden olduğu belirtilmiş olur. Hz. Peygamber'in sözlerinde Kur'ân-ı Kerim ölçüsünde olmasa da icaz özelliğinin bulunduğu ayrı bir gerçektir.

Cevdet:

“Bir nesne iyi olmak, bir kişi iyi iş işlemek” manasınadır. Söze ve fiile şâmildir.” 157


Hadis tabiri olarak cevdet, hadisin arzu edilen kabul nitelikleri taşımasına denir. Kabul nitelikleri taşıyan hadise ceyyid de denilmiştir. Buna göre ceyyid, cevdet özelliğine sahip hadis demektir.

Cevvedehû Fulan:

“Fülan ravi senedi güzelleştirdi” manasına gelen bir deyim olup muhaddislerin, ravinin isnadında yaptığı tesviye tedlisini belirtmekte kullanılmıştır. Bir hadis alimi herhangi bir kimse hakkında bu tabiri kullandığı zaman onun isnadındaki sika ravileri bırakıp diğerlerini hazfederek tesviye tedlisi yaptığını ifade etmiş olur.



Ceyyid:

Sözlükte “iyi ve güzel” anlamına gelen sıfattır. Terim olarak genellikle sahih karşılığıdır. Bazen onun yerine kullanılmıştır. Söz gelimi Tirmizî, Süneninde malum ıstılahı olan hadîsun sahîhun garîbun yerine arada bir hadîsun eeyyidun garîbun ıstılahını kullanmıştır. 158İsnadı sahih bir hadisten söz ederken bazen lehu isnâdun eeyyidun demiştir.159 Ahmed b. Hanbel de esahhu'l-esânîdden bahsederken “ecvedu'l-esânid” tabirini kullanmıştır. 160Aynı tabiri Buhârî şeyhi Ali İbnu'l-Medînî de kullanılır. 161Bütün bu misaller gösterir ki ceyyid, bazı hadisciler tarafından tamamen sahih karşılığı olarak kullanılmıştır. Bu takdirde aralarında ıstılah yönünden hiçbir fark yoktur. İbnu's-Salâh'a göre de ceyyid ile sahih aynı manaya gelir. Aralarında önemli bir fark söz konusu değildir.162


Bununla birlikte bazı hadis âlimleri ceyyid'i sahihle aynı manada görmemişlerdir. es-Suyûtî bunlardandır. Ona göre Hadis ilminde söz sahibi bir âlim hadisin sıhhatinden bahsederken devamlı olarak sahih terimini kullanırken arada bir onun yerine ceyyid demişse bunun bir nüktesi vardır. O nükte de şudur: Böyle durumlarda hadis o âlimin nazarında hasen li-zâtihî derecesinden yükselmiştir. Ancak âlim onun sahih derecesine yükseldiğinde tereddüt etmiştir. Bir başka deyişle bir hadisi ceyyid olarak niteleyen âlim böylece o hadisin kendi nazarında hasen li-zâtihi derecesinden yukarda olduğunu, ancak sıhhat derecesine yükseldiğinde tereddüt ettiğini belirtmiştir. 163Buna göre muhaddisin ceyyid dediği hadis, hasen li-zâtihî derecesinin üstünde ve sahihin altında bir derecede demektir.

Ceyyidu'l-Hadîs:

“Hadisi hoş ve iyi” manasına bir tamlama olup ta'dil lafızlarındandır.


ez-Zehebî ve el-Irâkî'ye göre tadilin 4., es-Sehâvî'ye göre ise altıncı mertebesindeki lafızlar arasında yer alır. Hükmü o mertebedeki lafızların hükmüne tabidir.

Cezm Lafızları:

Hadisi cezm sîgasıyla rivayet etmekte kullanılan ve kesinlik ifade eden lafızlara denir. (Bk- Cezm Sîgası).



Cezm Sîğası:

Kesinlik bildiren sîga manasına gelen bu tabir, hadisi Hz. Peygamber (s.a.s)'den rivayet edildiğini ifade edecek tarzda sevketmekte kullanılan lafızlara denir. Kale Resûlullâh (s.a.s), emera, fe'ale, nehâ Resûlullâh (s.a.s) gibi eda lafızları konuya örnektir. Ravinin, şeyhi ile arada vasıta bulunmadan veya ondan rivayetinde tedlis ihtimali olmadan karşı karşıya gelerek hadis aldığını ifade eden kale, ravâ, zekera malum fiilleri de cezm sîgasıdırlar.164 Bunlara elfazui-cezm (cezm lafızları) da denir.


Cezm sigalan ravi ile şeyhin kesinlikle bir araya geldiklerine delâlet eden eda lafızları olduğundan, isnadsız olarak rivayet edilen sahih veya hüccet olma yönünden sahihe denk olan mesela hasen hadisler, cezm sîgasıyla rivayet edilebilirler. Hatta cezm sığalarının isnadsız rivayet edilen sahih hadislerin hakkı olduğu söylenmiştir.
İsnadsız olarak cezm sîgasıyla rivayet edilen Hz. Peygamber'e ait merfû' hadislerle sahabe ve tâbi'ûn kavillerinin sahih tarîklarla rivayet edilmiş olmaları gerekir. Rivayetin sıhhati şüpheli olduğu takdirde eda sırasında cezm sigası kullanan kimse yalancı hükmüne girer. 165
Cezm sığasının karşılığı temriz sigasıdir ki hadisi kesinlikle rivayete delâlet etmeyen ruviye, nukile gibi meçhul fiillerle rivayet etmekten ibarettir. (bk. Temriz Sigası).

Cüz:

Kelime olarak sözlükte parça, bir bütünün parçalarından herbiri manasınadır. Kur'ân-ı Kerim'in otuz bölümünden herbirine cüz denildiği malumdur. Çoğulu eczâ gelir.


Hadis ilminde cüz veya öteki tabiriyle hadis cüzü (çoğulu eczâ-yı hadîsiye) daha ziyade belli bir kişiden gelen hadisleri toplamak maksadiyle tertip edilen çoğu küçük çapta hadis kitalarına denir. Bununla birlikte bir konudaki veya muayyen sayıdaki hadisleri yahut bir hadisin bütün rivayet yollarını bir araya getiren birkaç sahifelik hadis kitapçıklarına da cüz adı verilmiştir. Bunun yanısıra hadis tedvininin ilk zamanlarında hadislerin yazıldığı defterlere de sahîfe veya cüz denilmiştir. 166
Belli bir raviden rivayet edilen hadisleri toplayan cüze misal olarak Süheyl b. Ebî Salih'in Ebu Hureyre'den rivayet ettiği 49 hadis ihtiva eden cüzü167; belli konudaki hadislerin toplandığı cüze misal olarak da Ru'yetullâh konusundaki hadisleri bir araya getiren cüzü vermek mümkündür. 168Bu çeşit cüzler pek çoktur.
Muayyen sayıdaki hadisleri ihtiva eden cüzler içinde en yaygın olanı erba'ûn tabir edilen kırk hadisten meydana gelen cüzlerdir. Bir hadisin bütün tariklardan gelen rivayetlerini bir araya getiren cüzlere misal olarak da İbn Haceri'l-Askalânî'nin “Ümmetimden dininin emirlerine dair kırk hadis öğreneni Allah Kıyamet Gününde fakihler ve alimler zümresinde haşreder” manasına gelen zayıf hadisin bütün tariklardan gelen farklı rivayetlerini bir araya getiren cüz'ü misal verilebilir. 169

D

Da'afûhu:

“Onu zayıf buldular” demek olan bu tabir cerh lafızlarındandır ve el-Irâkî'nin üçüncü mertebe lafızları arasına eklediklerinden biridir. Hükmü üçüncü mertebe lafızlarının hükmüne bağlıdır.

Dabbe:

Bk. Tadbîb.



Dâbıt:

Bk. Zabıt.



Dabt:

Bk. Zabt.



Dabtu'l-Kitâb:

Bk. Kitâbetu'l-Hadîs.

Dâ'î:

“Da'â” kök fiilinin ism-i faili olup çağıran, davet eden anlamına gelir.


Hadis ilminde Ehlu'l-Bid'a bahsinde geçer. Orada da görüleceği gibi, bid'at sayılan mezheplerden birine mensup olan ve mezhebinin inatla müdafaa ve propagandasını yapan ravilere denilmiştir. Özel bir tabirdir. (Bk. Ehlu'l-Bid'a).

Da'îf:

Bk. Zayıf.



Da'îfu’l-Hadis:

“Hadisi zayıf manasına gelen bu tabir de cerh lafızlarındandır. Cerhin üçüncü mertebesinde yer alır. Genellikle hadisleri zayıf olan raviye delâlet ederse de bu lafızla cerhedilen ravinin rivayetleri İbn Ebi Hatim er-Râzî'ye göre matrûh addedilmez, aksine i'tibarda dikkate alınabilir. 170en-Nevevî'ye göre da'îfu'l-hadîs lafzı leyse bi-kaviyyinden bir mertebe aşağıdadır. 171



Da'îfu’l-Metn:

Bk. Metn.



Da'îfun:

Sözlük bakımından zayıf manasına sıfat olan bu kelime cerh lafızlarındandır. Cerhe delâlet eden lafızların üçüncü mertebesine el-Irâkî'nin ekledikleri arasında yer alır.


Bu gibi lafızlarla cerhedilmiş bulunan bir ravinin hadisleri ne kadar az itimat edilirse edilsin bir dereceye kadar amel etmeye elverişli kabul edilir.

Da'îfun Bi-Hâze'l-İsnad:

“Bu isnadla zayıftır” manasına bir tabirdir. es-Suyûtî'nin kaydettiğine göre zayıf bir isnadla gelen hadise da'ifu'1-metn denmeyip da'îfun bi-haze'l-İsnâd demek gerekir; çünkü başka bir sahih isnadı bulunabilir. Kaldı ki, isnadının zayıf olması metninin de zayıf olmasını gerektirmez.



Da'îfun Cidden:

“Çok zayıf manasına ravilerin cerhinde kullanılan lafızlardan biridir. Cerh lafızlarının dördüncü mertebesinde yer alır. Bu lafızla cerhedilen ravi, hakkında da'îfu'l-hadîs denilen ravlye nisbetle bir derece daha ağır bir şekilde cerhedilmiş demektir.


Bu ve benzeri lafızlarla cerhedilen ravinin hadisleri kaide olarak, dinî konularda hüccet sayılmaz. İ'tibar için bile olsa yazılmaz.

Da'îfun Vahin:

Zayıf ve vâhî demektir. Hadisleri zayıf olan ravilerin cerhinde kullanılan lafızlardandır. Cerh lafızlarının üçüncü mertebesindedir. Hükmü üçüncü mertebe lafızlarının hükmüne tabidir.



Dâ'ire:

Türkçedeki anlamıyla daire, yuvarlak nesne demektir.


Hadis kitaplarında, hadisleri birbirine ayırdetmek için birinin bittiği, diğerinin başladığı yere konulan yuvarlağa denir. Kitap yazılırken dairenin içi boş bırakılır. Kitabın veya içindeki hadislerin aslı ile karşılaştırma (mukabele) işi bitince bu daireler içine bir nokta konur veya çizgi çekilir. Hadislerin asıldan kontrol edildiği böylece işaretlenmiş olur. Söz konusu nokta veya çizgi Ayrıca mukabelenin nereye kadar geldiğini işaretlemeye de yarar.

Darb:

İkinci babdan tasrif edilen “darabe” kök fiilinin mastarıdır. Asıl itibariyle vurmak, bir nesneyi diğerine çarpmak, döğmek manasına gelir. Bu asıl manasının yanında ikinci derecede veya mecaz yollu manaları da vardır.172


Hadis tabiri olarak darb, hakk veya şakk ve mahv denilen ve hadislerin yazılışı sırasında yanlış veya fazladan yazılan kelime yahut ibareleri ibtal etme usullerindendir.
Hadis metinlerinin yazıyla zabtedilip kitaba geçirilmesi sırasında yanlış veya fazladan yazılan bir kelime ya bir bıçak ucuyla kazınır -ki buna hakk yahut sakk denir- ya da parmak ucuyla; yahutta bir bezle silinir. Buna da mahv adı verilir. Darba gelince bu fazladan yazılan harf, kelime veya kelimelerin üstüne bir çizgi çekmek yahut kimi hadiscilere göre bazı işaretler koymaktan ibarettir.
er-Râmehurmuzî, kendi zamanında hadiscilerin hakki töhmet addettiklerini söyler. Ona göre darb, işleme tâbi tutulan yerin silinmeyip ibtal ettiğini belli eden belirli ve düzgün bir çizginin çekilmesidir. En iyi darb şekli budur. 173İbnu's-Salâh'a göre ise darb, hadislerin yazılışı sırasında tatbik edilen usullerden olup fazladan yazılan ve metnin aslında olmayan harf, kelime ya da kelimelerin metinden çıkarılmasıdır. 174
Görülüyor ki darb, hadis yazılırken yazılmaması gereken bir harf veya kelimenin, yahutta bir kaç kelimenin yanlışlıkla yazılması halinde, yanlışlıkla yazıldığını belli edecek şekilde işaretlenerek ibtal edilmesidir. Yapılış şekli az da olsa değişiklikler gösterir. Yukarıda işaret edilen er-Ramehurmuzî'nin kaydettiği darb şekli olan ibtal edilen kelimenin silinmeden belirli olacak şekilde üzerine düz bir çizgi çizmekten ibaret darb şekli en yaygın olanıdır. Bu usulle darbta yanlış yazılan kelime ya da kelimeler silinmez. Çizgi altında kalır. İbtal edildiği böylece belli olur. Bu darb şeklinin en güzel şekil oluşu önce kazımak veya silmekten iyi oluşundandır; zira bilindiği gibi, kazımakla kağıt yıpranır. Silmek ise yanlışı göstermez. Kaldı ki bazı hallerde fazladan silinme de söz konusu olur. Böylece düzeltmek istenen metinde istemeden hata yapılır. Yazma eserlerde çokça görülen hatalarda bunun da payı olduğu şüphesizdir.
er-Râmehurmuzî zamanında muhaddislerin hakki töhmet olarak nitelendirdiklerini yukarıda söylemiştik. Her halde hakkin töhmet sayılısı, acaba hakkedilen kelime doğru olarak hakkedilmiş midir?
Bunun bilinmeyişinden olsa gerektir. Darbda yanlış yazılan yerlerin üzerine çizgi çekmekle böyle bir ihtimal ortadan kalkar. O yüzden ibtal edilecek kısmın üzerini çizmek en güzel darb şekli sayılmıştır.
Bazılarına göre darb suretiyle ibtal edilecek ibareler üzerine ortadan bir çizgi çekilir. Mağrib alimlerinin şakk tabir ettikleri aslında budur. Bu çeşit darbta ibtal edilen kelime ya da kelimeler üzerine çizilen çizginin yazıyı karalayacak ve okunmasına imkan vermeyecek şekilde olmaması gerekir. 175Diğer bazılarına göre darb, ibtal edilecek ibare üzerine kelimelere değmeyecek şekilde iki saür arasına iki ucu aşağıya eğik bir çizgi çizilerek yapılır. Mesela Ömer yerine Amr yazıldığında bu usule göre şöyle darbedilir:
Bazıları da darbın tahvîk şeklinde ve fazladan yazılan kelime ya da kelimelerin başına ve sonuna birer yarım daire şeklinde çizgi çekmek suretiyle yapılacağı görüşündedirler. (Bk. Tahvîk) ibaresinde yanlış yazılan sonucu Muhammed kelimesinin paranteze benzer iki yarım daire içine alınarak darbedilişi gibi. Darbedilecek fazladan yazılmış kısmın başına “lâ” sonuna ise “ilâ” yazılması gerektiği görüşünde olanlar da vardır. Bazılarına göre ise darb yanlışlıkla fazladan yazılan kısmın derece işareti gibi küçük bir sıfırla işaret edilmesi gerektiği görüşündedir. 176
Demek oluyor ki hadis âlimleri darb usulünü iyi bir düzeltme yöntemi olarak kabul etmişlerdir. Ancak yapılış şekli âlimlere göre değişiktir. Ne kadar değişik olursa olsun darb tatbikatının hadislerin sağlam bir şekilde yazılmasını, şayet hata sonucu yanlış yazılmışsa işaret edilmekle tanınmasını sağladığı şüphesizdir. Önemine binaen tekrar yazılan harflerin darbı üzerinde bile durulmuştur. Gerçekten bazı hadiscilere göre mükerrer yazılmış iki harften ilki bırakılır, ikincisi darbedilerek ibtal edilir. Böyle bir darb doğru olur; çünkü birincisi doğru, ikincisi yanlış yazılmıştır. Uygun olan, yanlış yazıların ibtal edilmesidir.
Bazılarına göre ise yazı, okunan şeyin alâmetidir. Öyleyse biri doğru biri yanlış yazılan iki harften manaya daha fazla delâlet eden, daha okunaklı yazılmış olan kalır. Diğeri ibtal edilir. 177
Diğer taraftan tekrar yazılan harfin satır başında veya sonunda oluşunda yapılacak darb işlemi de adeta kaide haline getirilmiştir. Buna göre tekrar edilen ibare satır başında yazılmışsa, satır başını bozmamak ve kirletmemek için ikincisinin ibtal edilmesi uygun görülmüştür. Şayet aynı durum satır sonlarında olmuşsa satır sonunu kirletmemek için öncekinin ibtali uygun olur. Bununla beraber mükerrer yazılan ibarelerden birisi üst satırın sonunda, diğeri ise ondan sonraki satırın başında olursa, satır başını açık tutma bakımından sonundakinin darbedilmesi uygun düşer. Eğer yanlışlıkla tekrar yazılma muzâf-muzâfun ileyh, sıfat-mevsûf gibi terkiplerde olursa satırın başında veya sonunda oluşuna bakılmaz. Terkipdeki bütünlüğe riayet edilir ve darb, bu bütünlüğü bozmayacak şekilde yapılır.178
Bazen yanlış yazma önce yazılacak kısmın sonra, yazılacak olanın ise önce yazılmasıyla olur. Hadis yazılırken ibareler arasında böyle takdim-tehir olmuşsa önce yazılan ibarenin başına “yu'ahharu”; daha sonra yazılanın başına da “yukaddemu” kelimeleri yazılır. Böylece ilk ibarenin sona, son ibarenin de başa alınacağına işaret edilmiş olur. Eğer bu kelimeleri yazacak yer yoksa bunların haşiyede yazılması yahut remiz olarak birer “mim” harfinin konulması uygun görülmüştür.

Dârimî:

Bk. Sünen-i Dârimî.



Darîr:

Bk. Rivâyetu'd-Darîr.



Dâru'l-Hadîs:

“Hadis yurdu” demek olan bu tabir özellikle hadis ve hadis ilimleri öğrenimi için açılan medreselerin adıdır.


Hadis tarihinin ilk devirlerinden itibaren hadis dersleri mecâiis denilen hadis meclislerinde verilmiştir. Zamanla hadis öğretiminin daha ciddi ve sistemli hale getirilmesi zarureti baş gösterince Kur'ân-ı Kerim öğretimine ayrılmış özel eğitim kuruluşlarının yanında hadis ve hadis ilimleri öğretimi için özel medreseler açılması ihtiyaç haline gelmiştir.
İslâm aleminde bilinen ilk dâru'l-hadîs, altıncı hicri asırda Dimeşk'ta Sultan Nureddin Mahmud tarafından kurulanıdır. Kurucusunun adına izafetle “en-Nûriyye” medresesi denilen bu dâru'l-hadisin ilk idarecisi meşhur âlim İbn Asâkirdir.
Aynı şekilde bir medrese Eyyûbî hükümdarlarından Nâsıruddin Muhammed tarafından 622 hicri tarihinde (m. 1225) Kâhire'de kurulmuştur. Bu medreseye de kurucusunun ismine izafetle “el-Medresetu'l-Kâmiliyye” adı verilmiştir. Kısa bir süre sonra Dimeşk'ta 626 tarihli ikinci bir dâru'l-hadisin kurulduğu görülür. el-Meliku'l-Eşref Ebu'l-Feth Musa b. Âdil tarafından kurulan bu dâru'l-hadise de kurucusunun ismini hatırlatacak şekilde “el-Medresetu'l Eşrefiyye” denilmiştir. Hadis Usûlü ilminde daha sonraki eserlerin hemen hepsine kaynaklık etmiş bulunan Ulûmu'l-Hadîs kitabının yazan İbnu's-Salâh ile değerli hadis âlimi Muhyiddin en-Nevevi bu medresede görev yapanlardandır. Vakfiyesinde hadis talebesine tahsis edilen imkânlar teşvik edici mahiyettedir. 179
Aynı asırda bir başka dâru'l-hadis yine Dimeşkta Emevî Camii içinde Seyfettin Muhammed b. Urveye nisbetle “Dâru'l-Hadîsi'l-Urviyye” adıyla kurulmuştur. Bu dâru'l-hadisin ayrıca bir de kütüphanesi vardı. Bu kuruluşun diğerlerinden farkı müstakil bir bina halinde açılmamış olmasıdır.
Daha sonraları İslâm aleminin her tarafında dâru'l-hadisler kurulması sonucu bu müesseseler yaygın hale gelmeye başlamıştır. Bu arada kurulan Musul dâru'l-hadisinin yöredeki hadis eğitiminde önemli yeri olmuştur.
Selçuklular devrinde Anadolu'da ilk dâru'l-hadis Konya'da tesis edilmiştir. Selçuklu veziri Sahip Atâ adiyle meşhur Fahreddin Ali b. Hüseyin tarafından yaptırılan İnce Minareli Dâru'l-Hadisinin kuruluşu yaklaşık yedinci hicrî asrın ikinci yansına rastlar. Aynı devirde Konya'dan başka yerlerde de hadis öğretimine ayrılan medreselerin bu arada özel olarak inşa edilmiş dâru'l-hadislerin bulunduğuna şüphe yoktur.
Osmanlı devrine gelince bu devirde de birçok dâru'l-hadisler yaptmlmıştır. Söz gelişi Sultan 2. Murad tarafından 828 tarihinde Edirne'de bir dâru'l-hadis inşa ettirilmiştir. Bu bina sonraları camiye çevrilmiştir. Yine Edirne'de Selimiye Camii önüne Sultan 2. Selim tarafından yaptırılan Dâru'l-hadis mühimdir. Kanunî Sultan Süleyman’ın yaptırdığı Süleymaniye Medreselerinden biri darû'l-hadis olarak yaptırılmış ve hadis ilimleri öğrenimine ayrılmıştır. Bunun dışında gerek İstanbul'da, gerekse Anadolu, Rumeli, Suriye ve Filistin'de Osmanlılar tarafından yaptınlmiş bir hayli dâru'l-hadisler vardır.
Burada işaret etmek gerekir ki İslâm tarihinin hiçbir devrinde hadis öğretimi sadece dâru'l-hadislere münhasır kalmış değildir. Mescitlerde, hangâh, ribât denilen kültür müesseselerinde de her zaman için hadis ve hadis ilimleri okunagelmiştir.

Dayyiku'l-Mahrec:

Çıkış yeri dar anlamını veren bu tamlama rivayet sınırları dar olan hadisi ifade eder. Öteki deyişiyle, dar bir çevrede rivayet edilen hadise bazı hadis alimlerince verilen isimdir. Bu manada garîb hadis çeşidi için kullanılmıştır.



Derecâtu's-Sahîh:

Bk. Merâtîbu's-Sahîh.



De-Se-Nâ:

Bk. Se-nâ.



De-Se-Nî:

Bk. Se-ni.



Deccâlun:

Sözlükte, mübalağa ile ism-i fail olarak, alındığı kök fiilinin değişik çekimlerine göre birkaç manaya gelir. “Ahır zamanda çıkacak yalancı; yalancı, yalan düzüp söyleyen, batılı hak suretinde gösteren” anlamları anmaya değer olanlardır. 180Hadis ilminde kullanıldığı yere en uygun olanlan ise yalancı ve ona yakın olarak batılı hak suretinde gösteren manalarıdır.


Böylesine ağır bir manası olan deccâlun, cerh lafızlarındandır. Cerhin en ağırına delâlet eden altıncı mertebesinde yer alır. En ağır cerhi ifade eder.
Cerhin altıncı mertebesinde yer alan lafızlar kaide olarak yalan söylediği sabit olmuş ravileri cerhetmekte kullanılır. Buna göre deccâlun ve benzeri lafızlardan birisiyle cerhedilmiş ravinin hadisi yalan sayılır. Hiçbir şekilde itibar edilmez.

Yüklə 2,09 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   51




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə