JRN 308: YARATICI YAZARLIK
DERS NOTLARI
Etnosentrizm & İletişim
İnsan toplumsal bir varlıktır. Toplum içinde sürekli diğer insanlarla iletişim
halindedir. Bu bağlamıyla iletişim devingen, yenilenen, yinelenen, toplumsal
ilişkilerin her safhasında yeniden kurulan bir süreç olarak tanımlanabilir.
Bireylerin diğerleri ile kurduğu iletişimi belirleyen bir takım belirgin nitelikler vardır,
bu nitelikler büyük ölçüde bireyin önceden tercih etmeden miras edindiği bir takım
kodlar ve araçlardır.
Bireyin doğumuyla birlikte miras edindiklerini bir konteynır (kap) olarak kabul
edebiliriz.
Bu kabın içinde
-dil
-cinsiyet
-inanç
-etnik köken/ milliyet
-norm/ töre/ kurallar/ yasalar gibi bir takım olgular vardır.
Bireyin iletişiminin temelinde bir ben-öteki ilişkisi vardır.
Ötekine karşı geliştirdiğimiz tüm tavır ve tutumlarda; yukarıda bahsettiğimiz
konteynır içindeki kodlarla şekillenen etno-merkezci (entnosentrist) bir
standartlaşma/ kalıba sokma eğilimi vardır.
Etnosentrizm kabaca bir başkasını
kendi standartlarımıza göre yargılamak olarak tanımlanabilir.
Bu bağlamda
iletişime geçtiğimiz bir başka bireyi kendi standartlarımız (kalplarımız)
ölçüsünde yargılar ve değerlendiririz.
Etnosentrizm,
Avrupa-merkezcilik
(Eurocentrizm),
insan-merkezcilik
(antropocentrizm), kültürel görelilik ve egosentrizm (ben-merkezcilik) gibi öznenin
bulunduğu konumdan etrafındaki dünyayı yargılama çeşitlerinden biridir.
Metin & Eleştirel Düşünce
(Bu bölüm boyunca alıntılar Stuart Sim & Bırin Van Loon’un Eleştirel Teori
Kitabından alınmıştır. Çevirenler: Akın Emre Pilgir & Emrah Arıcılar, NTV
Yayınları).
Bahtin'in Çoğul Anlam tanımı.
Bahtin'e göre: "Hiçbir anlatının tek anlamı yoktur, dolayısı ile anlatılar daima çok
yönlü yorumlamaya açıktır.
Psikanaliz ve Eleştirel Kuram:
Freud'a göre bilinç ve biliçdışı arasında bir karşıtlık vardır. Bilinç; yüzeydeki
hayatımız. Bilinçdışı ise görünmeyen, kaynağı belirsiz, kontrol edici bir güç olarak
bilincin dışındadır. İç güdüsel seviyedeki "güdüler", bilinçli seviyede söylediğimiz ve
yaptığımız çoğu şeyi yönlendirir. Bilinçdışının açığa çıktığı alanlar ise rüyalar, cinsel
anormallikler ve sinirsel patolojilerdir.
Avangard, Fütürizm, Dada, Gerçeküstücülük, Karşı Sanat
Literatüre ilkin askeri bir terim olarak giren Avangard
1
; kelime anlamı itibariyle; öncü
ve ilerici gibi durumları tanımlıyor. Calinescu, avangardı “
sert bir saldırganlık,
törelere uymazlık (nonconformism) övgüsü, yol açıcı cesur keşif ve daha genel bir
planda, zaman’ın ve içkinliğin ebedi, değişmez ve aşkın olarak belirlenmiş görünmeye
çalışan gelenekler üzerinde sonul zaferine olan güven”
2
olarak görüyor. Calinescu;
avangardın sert ve yıkıcı üslubunu baskın bir nitelik olarak tanımlıyor, zaten
avangard, klasik sanat anlayışının içinde tarihsel olarak töreden kopuşun, ayrıksılığın,
düzen tanımazlığın ama en önemlisi de öznelliğin bir tür kuramsallıştırma
denemesidir. Bu öznellik meselesi büyük ölçü de bireysel olana olan özlemin ve
bireyin üstünlüğünün de bir çağrısı. Tarihsel olarak avangardın kullanımı 19. Yüzyılın
politik ütopyacı fikirleriyle aynı sürece ait. Bürger’e
3
göre Saint-Simon’dan, Blanc’a,
Marx & Engels’ten Tocqueville’ye dek bu sürece ait tüm politik kuramcılar, ileriyi
hedef gösteren ve geleceğe hükmedeceklerini düşündükleri politik programlar
kurdular, bu nitelikleri açısından politik bir avangard döneminden bahsetmek
mümkün.
Bu süreçte sanat, politikanın hedefe ulaşmada kullandığı sıkı bir araç ki: 19. yüzyıl’ın
ikinci yarısında başlayan politik tartışmaların 20. Yüzyılın’ın hemen başlarında bir
uzantısı olarak ortaya çıkan Füturist sanat akımları buna en çarpıcı örnekler olarak
gösterilebilir. Ancak tekrar süreç başına dönecek olursak, bu sanat ve politika
birlikteliği yine Bürger’e göre 1848 Fransız Devrimi’nde bir kırılma (hayal kırıklığı)
yaşıyor. Bu kırılmadan sonra Baudelaire’in “sanatçının otonomi talebine” gönderme
yapılarak, sanatta bir özerkleşme sürecinin arayışları başlıyor
4
, başka bir değişle
sanatı tüm toplumsal kurumsallaşmaladan arındırıp, sanatın salt sanat olarak devam
ettirilmesine girişiliyor.
20. yüzyıl her alanda bir başkalaşım çağı olarak tanımlanabilir. Felsefede, sanatta,
edebiyatta ve diğer bir çok alanda modernizmin üzerine ciddi eleştirilerin ortaya
çıkması bu yüzyıla tekabül ediyor. Bu ciddi eleştirilerin ortaya çıkışı ise şüphesiz
Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nın ortaya çıkarttığı kitlesel yıkımlar. Bürger’in
1
“Avangard bir askerlik terimi: bir ordunun, birliğin öncü kolu. 1830-1840’ların ütopyalar döneminde
siyaset diline giriyor ve köklü dönüşümlerin bayraktarları anlamında kullanılıyor.”
Artun, A. (2003) Kuramda Avangardlar ve Bürger’in Avangard Kuramı. Peter Bürger, Avangard
Kuramı içinde. İstanbul: İletişim. s. 9-32.
2
Calinescu, M. (2003). Modernite’den Avant-Garde’a, Deneysel Edebiyat.
Cogito, (60 /4). İstanbul:
YKY
3
Bürger, P. (2004). Avangard Kuramı (E. Özbek, Çev.) İstanbul: İletişim
4
Artun, A. “Baudelaire’de Sanatın Özerkleşmesi ve Modernizm. Charles Baudelaire, Modern Hayatın
Ressamı içinde. İstanbul: İletişim. s.7-75
1848 devrimiyle hayal kırıklığına uğradığını söylediği ve tüm kültürel-toplumsal-
politik kodlardan kendini sıyırarak, özerk bir alanı talep etmeye başlayan sanat; bu
dönemde konvensiyonel kalıpların dışındaki örneklerini ortaya koymaya girişiyor.
Dünya savaşlarının getirdiği tahribat, belki de sanatı en büyük anti güce dönüştüren
bir tanıklık oldu. Öyle ki Avrupa’nın yıkıntıları arasından yükselen aykırı sesler
“geleneksel” olan her şeyi lanetleyerek sanatı hepsinin dışında konuşlandırmaya
yöneldi.
Dadacıların öncüsü Hugo Ball, o dönemde Dada’yı şöyle tarif ediyordu: “Yenilgiye
uğramış tüm fikirler insanlık olgusunu yok etmiştir, en derindeki katmalar, içgüdüler
ve kalıtsal geçmiş deneyimler şimdi mantıkla yeniden kuruluyor. Sanatın olmayışına
dek politika ya da dini inanaç bu seli engellemek için yeterliydi, burada varlığını
sürdüren sadece şaka (blague) ve kanayan bir tavır…”
5
Bu dönemle beraber sanatta
teknik, üslup ve sanatın nesneleri de tamamen değişmeye başladı. Özellikle başta
Dada, Sürrealizm vb. Avangard akımlar: “anlamsızlığı” sanatlarının merkezine
oturtmaya başladılar.
Avangardın zemini hazırlanan sıradışılığının ilk göstergelerinden biri Birinci Dünya
Savaşı sırasında plastik sanatlarda ortaya çıktı. Savaşın hemen ertesinde Marcel
Duchamp’ın 1917’de ortaya çıkarttığı Kaynak (Fountain), konvensiyonel sanat fikrini
kökünden sarsan bir niteliğe sahiptir. Dunchamp’ın Kaynak’ı, üzerine imza atılmış bir
pisuvardan ibaretti. Aslında Marcel Duchamp’ın anti-sanat (anti-art) fikri temelinde,
“kurguyu” hedef alır. Dunchamp’ın ortaya çıkarttığı iki sanat eseri de; her ne kadar
bir kompozisyonu barındırsa da kesinle birer kurgu değildir.
Aslında avangard akımlar büyük ölçüde modernist anlam üretimlerini hedef tahtasına
oturtmuştur. Birinci Dünya Savaşı evveli uyanan Dada, imge ve anlam arasındaki
sabit ve tek yönlü anlam çıkarımını ortadan kaldırmıştır aslında büyük ölçüde anlamı
yok edip, imgeleri kendi hallerine bırakmışlardır. Heartfield ve Höch gibi ressamların
geliştirdiği fotomontaj fikri ya da Ball ve Hausman gibi şairlerin hiçbir anlam
içermeyen sadece belli seslere dayalı şiirleri buna örnek gösterilebilir:
jolifanto bambla o falli bambla
großiga m’pfa habla horem
egiga goramen
higo bloiko russula huju
hollaka hollala
anlogo bung
blago bung blago bung
bosso fataka
ü üü ü
schampa wulla wussa olobo
hej tatta gorem
eschige zunbada
wulubu ssubudu uluwu ssubudu
–umf
kusa gauma
ba–umf
6
5
Ball, Hugo.
Dada Dediğimiz Şey. Çev.
Halil Duranay
6
Hugo Ball’ın Karawane şiiri (1916)
Dada’nın dağılması ile Fransa merkezli ortaya çıkan Gerçeküstücülük (Sürrealizm)
akımı ise gerçeklik algısıyla bağdaşmayan, bilinci tümden reddeden ve salt
bilinçdışına yönelen yeni bir sanat ve edebiyat üretim anlayışı geliştirdiler.
Metnin Bilinçdışı Üzerine Notllar
İlk elden Bahtin’in ‘çok anlamlığını’ düşünebiliriz: anlatının tek anlamı olmaması ve
anlatının daima çok yönlü bir yoruma açık olması. Eleştirel Düşünce’nin beslendiği
temel referans alanlarından biri psikanalizdir. Eleştirel Düşünce, Freud’un bilinç ve
bilinçdışı arasında kurduğu bağdan (yani yüzeydeki hayatımız olan bilinç ve
görünmeyen, kaynağı belirsiz ama kontrol edici gücü barındıran bilinçdışı) büyük
ölçüde etkilenmiştir. Sim ve Loon’a göre: geniş anlamıyla bir ürün olan metnin içinde
rastlantısal hiçbir şey yoktur. Kendi yapısı içinde saklanmış, bastırılmış ya da
yerinden edilmiş olana dair belirtinin kökenini “metinsel bilinçdışına” kadar
götürebiliriz. Eleştirel Düşünce’nin metnin bilinçdışına yönelik bu okuması, yukarıda
bahsedilen Sassure’ün yapısalcı dil teorisinin temeline gösteren ile gösterilen ilişkisini
koymasıyla bağdaşmaktadır.
Yine Sim ve Loon’a göre: yapısalcılar dünyayı birbirine kenetlenmiş bir dizi işaret
sistemi olarak algılarlar. İnsanlar bu işaret sistemlerine genellikle öngörülebilir
tepkiler verirler.