Martin heidegger


NIETZSCHE’NIN TANRI OLDU SOZU ve  DÜNYA RESİMLERİ  ÇAĞI



Yüklə 72,79 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə27/29
tarix07.12.2017
ölçüsü72,79 Kb.
#14380
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   29

NIETZSCHE’NIN TANRI OLDU SOZU ve  DÜNYA RESİMLERİ  ÇAĞI
Descartes  kişioğlunu  özne  [subiectum]  olarak yorumlamakla 
gelecekteki  her  türlü,  her  eğilimde  antropolojiye  metafizik  bir 
önkabul  sağladı.  Antropolojilerin  yükselmesiyle,  Descartes, 
yengisinin  doruğuna  ulaşmaktadır.  Metafiziğin  bütün  felsefeyi 
durdurma,  bir  yana  bırakma  sürecine  adım  atmasını  antropoloji 
başlattı.  Diltey'in  metafiziği yadsıması,  onun  antropolojik  temel 
önermesinin  içsel  sonucudur.  O  temelde  metafiziğin  sorusunu 
kavramadığı  gibi,  metafizik  mantığı  karşısında  da  çaresiz  kalır. 
Dilthey'in,  “Felsefenin  felsefesi”,  felsefenin  aşılması  değil,  ant­
ropolojik  bakımdan  onun  defterinin  dürmenin  en  usturuplu  bi­
çimidir.
Daha  önceki  felsefeyi  isteyerek  kullanan,  ama  felsefe  yolu 
ile  onun  gereksizliğini  ortaya  koyan  her  antropolojinin,  antro­
polojinin  onaylanması  sürecinde,  neyin gerekli  olduğunu açıkça 
görme  üstünlüğüne  sahip  olmasının  nedeni  budur.  Tinsel  du­
rum,  buradan  bir  açıklama  edinirken,  bu  hamarat  üretimlerin, 
nasyonal  sosyalist  felsefeninkiler  kadar  saçma  sapan  ürünleri, 
yalnızca kafa karıştırır.  Dünya  görüşü,  felsefi bilimselliği  kulla­
nıp  ondan  yararlansa  bile,  dünya  görüşü  olarak,  varolanın  belli 
bir  yorumunu,  yapılanmasını  benimsediği  için  felsefeye  ihtiyaç 
duymaz.  Kuşkusuz  antropolojinin  olamayacağı  bir  tek  şey  var­
dır.  Antropoloji  Descartes’i  aşmayı  başaramadığı  gibi  ona  baş 
kaldırmayı  da  beceremez.  Sonuç  üzerinde durduğu  temele  nasıl 
karşı koysun?
Descartes,  olsa  olsa  temellendirdiği  Yeni  çağ  metafiziğinin, 
bu  da  demektir  ki  Batı  metafiziğinin  aşılmasıyla  aşılabilir. 
Gelgelelim  burada  aşma,  anlamla  ilgili  özlü  soru  sorma;  açık­
çası,  tasarımın  alanı,  böylece  de  Varlığın  hakikati  ile  ilgili  soru 
sorma demektir.  Bu  som,  aynı zamanda, kendini hakikatin  Var­
lığı ile ilgili bir soru  olarak  açığa vurur.
(5)  "Varlık  ile  Zaman"da  geliştirildiği  biçimde  dünya  kav­
ramı,  ancak  “varlığa  açıklık”  [Da-sein]  sorununun  bakış  açısın­
dan  yola  çıkarak  anlaşılacaktır.  Bu  soru,  Varlığın  (varolanın 
değil)  anlamı temel sorusu  ile  içiçe geçmiş olarak kalır.
(6) Birbirine bağlı durma, açıkçası dizge;  resmin özüne aittir. 
Ne  var  ki  burada  dizge  sözcüğü  ile,  verilerin  yapay  dışsal 
yalınlaştırması,  bir  araya  koyulması  değil,  varolanın  varolan
88


DÜNYA RESİMLERİ  ÇAĞI
olarak  göz önüne  getirildiği yapının birliği  anlatılmak  isteniyor. 
Bu  birlik,  varolanın  nesnelliğinden  çıkarak  gelişir.  Orta  çağ'da 
dizge  olanaksızdı;  çünkü  orada,  yalnızca  özce  benzerlerin 
[Entsprechung]  sıralı  bir düzeni  önemliydi.  Varolanların  düzeni 
olarak bu  düzen,  Tanrının  yarattıklarının  düzeniydi,  varolanlara 
Tanrının yaratıkları  olarak  bakılırdı.  Yeni  çağ'da,  büsbütün  yer­
siz  bir biçimde Platon'un,  Aristoteles'in dizgelerinden  söz edilse 
bile,  dizge  Grekler'e  daha  da  yabancıdır.  Araştırmadaki  süren 
etkinlik  [Betrieb],  dizgeselliğin  hem  özgün  bir  biçimleyicisisi 
hem  de  özgün  bir  düzenleyicisidir.  Orada  sistematik,  karşılıklı 
ilişkide,  düzenlemeyi  de  belirler.  Dizge  dünyanın  resme  dö­
nüştüğü  yerde  egemen  olur.  Yalnızca  düşünmede  egemen  ol­
makla  kalmaz.  Ancak  dizgenin hüküm  sürdüğü  yerde,  yalnızca 
parçaların  bir  araya  getirilmesinden  oluşan  bir  dizgenin  yüzey­
selliğinde  yozlaşma  olanağı  da  her  zaman  vardır.  Dizge,  göz 
önüne  getirmenin  özgün  gücü  tükendiğinde  yozlaşma noktasına 
gelir.  Leibniz,  Kant,  Fichte,  Hegel,  Schelling'deki  sistematiğin 
eşsizliği  -kendinde  farklı  olan  bir  eşsizlik-  hâlâ  kavranmadı. 
Onların  büyüklüğü  Descartes'te  olduğu  gibi  ego  olan  özne 
[subiectum]  ile  substantia  finita'dan  yola  çıkarak  gelişmelerinde 
değil;  ya  Leibniz'deki  gibi  monadlardan,  ya  Kant’daki  gibi  im­
gelemde  köklenen  sınırlı  anlama  yetisinin  transandental  özün­
den,  ya  Fichte'deki  gibi  sınırsız  Ben'den,  ya  Hegel'de  olduğu 
gibi  mutlak  bilgi  olarak  Tin’den,  ya  da  Schelling'deki  gibi  her 
bir  varolanın  zorunluluğu  olan  özgürlükten  yola  çıkarak 
temellendirilmiş  olmalanndadır.  Schelling'de  bu  varolanlar 
temel  ile  varoluş  arasındaki  ayrım  aracılığı  ile  belirlenmiş  ola­
rak kalır.
Yeni  çağ'm  varolan  yorumunda  değerlerin  göz  önüne  geti­
rilmesi  de  dizge  kadar  önemlidir?  Varolan  göz  önüne  getirme­
nin  nesnesine  dönüştürüldüğünde,  ilk kez  kesin  bir  tarzda  Var­
lığını  yitirir.  Bu yitik,  algılansa da, belli belirsiz,  bulanık  olarak 
algılanır.  O  zaman  da  bu  yitik,  hemen,  nesneye,  nesne  olarak 
yorumlanan  varolana  bir  değer  verilerek,  varolan  değere  göre 
ölçülerek,  değer  bütün  yapıp  etmelerin  [Tuns  und  Treibens] 
amacına  dönüştürülerek  giderilir.  Değerin  bütün  yapıp  etmele­
rin  amacına  dönüşmesi  burada  kültür  olarak  kavrandığı  için,
89


NIETZSCHE'NİN TANRI  ÖLDÜ  SÖZÜ ve DÜNYA RESİMLERİ  ÇAĞI
değerler  kültür  değerlerine  dönüşür.  BÖylece  de,  insanın  özne 
[subiectum]  olarak  kendini  güvence  altına  almasının  hizmetin­
deki  yaratıcılığın  en  yüce  amacının  anlatımına  dönüşürler.  Bu 
andan  başlayarak  değerlerin  kendilerinde  nesneye  dönüştürül­
mesine  yalnızca  bir  adım  vardır.  Değer,  resim  olan  dünyada, 
göz  Önüne  getirici  kendini  kurma  aracılığı  ile  amaç-gereklerin 
nesnelleştirilmesidir.  Değer,  şu olgunun  bir anlatımı  olsa  gerek; 
Değere  göre  konumumuz  içinde  biz,  kendinde  en  değerli  varo­
lana  ulaşmak  için  eyleriz,  yine  de  değer,  düpedüz,  varolanın 
etkisiz,  eprimiş  kılığındaki  nesnelliğidir,  bu  nesnelliğin  bütün 
pürüzleri  gitmiş,  ardalanı  boşaltılmıştır.  Kimse  yalnızca  değer­
ler  için  ölmeyi  göze  almaz.  19.  yy'ın  aydınlatılması  için, 
Hermann  Lotze'nin  özel  ara  durumunu  göz  önünde  tutmalıyız. 
Lotze, 
Antropoloji 
denemesi 
“Microcosmos”da 
(1856) 
Platon'un  idealarını  değerler  bakımından  yorumlarken,  bir  yan­
dan  da düşünme  biçiminin  yalınlığı,  soyluluğu bakımından  hâlâ 
Alman 
İdealizmi'nden 
beslenmeyi 
sürdürmekle 
birlikte 
olguculuğun  da  yolunu  açtı.  Nietzsche'nin  düşünmesi  değer 
tasarımında  kısılıp  kaldığından,  o,  alt  üst  edilmiş  biçimde,  asıl 
önemli  olanın,  bütün  değerlerin  yeniden  değerlendirilmesi  ol­
duğunu  söylemek  zorundaydı.  Ancak,  Nietzsche  düşünmesini 
değer  tasarımına  bağlanmadan  kavramayı  başardığımızda  bir 
uğrağa  varırız.  Bu  uğraktan  yola  çıkarak  metafiziğin  son  düşü­
nürünün  gördüğü  işi  sorgulamak,  sorgulanmaya  verilmiş  bir 
ödev  olur.  Yine  buradan  Nietzsche  ile  Wagner'in  karşıtlığının 
[Gegnerschaft]  tarihimizin  bir zorunluluğu  olduğu  anlaşılır hale 
gelir.
(7) 
Varolanın  varlığının  asıl  niteliği  olarak  düşünülen, 
örtüşme,  konuşma,  [entsprehung],  Varlığın  hakikatinin,  varo­
lanların  içinde işe  koyulmasının,  bütün  olanakları  ile  tarzlarının 
örneğini  sağlar.  Orta  çağ'ın  sanat  yapıtları  ile  bu  çağda  dünya 
resiminin  bulunmaması  birbiri  ile  tutarlıdır,  [zusammen­
gehören].
8)  Peki  ama  Sokrates’in yaşadığı  dönemde  bir sofist  şu  söz­
leri  söyleme yürekliliğini  göstermedi mi? “İnsan her şeyin ölçü­
südür,  varolanların  varolmasının,  varolmayanların  varolmama- 
sının.”  Protogoras'ın  bu  tümcesinde  sanki  Descartes’in  söyle­
9 0


Yüklə 72,79 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   29




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə