dıkça kocasının durumunu zihninde iyice ağırlaştırmış. Biz be
yin sarsıntısı demedik, beyin kanaması dedik diyecekler di
ye korkuyor. Kendini en kötüye hazırlıyor. Sigarası da bitmiş.
Muavinden bir sigara rica ediyor. Muavin sigara içmiyor. Ama
şoför içiyor. Az sonra muavin yarıdan fazlası dolu bir kırmızı
Marlboro paketiyle geliyor. Şoför paketin onda kalmasını rica
etmiş. Bu saatten sonra hastanede sigara filan bulamazmış. Ka
dın şoföre minnettar. Muavine taksi meselesini tekrar hatırla
tıyor.
Erzurumlu yolcular otobüsün rotasından saptığının farkına
varıyorlar. Hafif bir uğultu oluyor. Muavin yolcularla mırıl mı
rıl konuşuyor. Kadın ne olduğunu anlamaya çalışırken Atatürk
Üniversitesi’nin kampus tabelasını görüyor. Otobüs kampusa
giriyor. Yolculardan ses eden yok. Kadın hâlâ anlayamıyor du
rumu. Zaten altı saat gecikmiş, bir de elli beş yolcuyla hastane
ye gidecek değiller ya, buna ihtimal bile vermiyor.
Ama otobüs az sonra Tıp Fakültesi binasının önünde duru
yor. Gırç gırç gırç fren sesi.
Muavin, “Yenge geldik,” diyor.
Kadın öyle şaşkın ki ne düşüneceğini bilmiyor. Koltuk kom
şuları kadına geçmiş olsun dileklerini tekrarlıyorlar. Erzu
rum’un yerlisi avukat bir bey kartını veriyor, bir şeye ihtiyacı
olursa çekinmeden aramasını söylüyor. Kadın teşekkür ediyor
hepsine, aynı şaşkınlık içinde iniyor. Muavin ve şoför de ini
yorlar. Muavin kadının valizini alıyor bagajdan. O arada şoför
hastanenin kapısındaki görevliyle konuşuyor.
“Yengenin beyi subay, kaza geçirmiş,” diye açıklıyor duru
mu. Sonra muavine dönüyor. “Komutanımın yanına kadar gö
tür,” diyor.
Yorgunluktan bitap düşmüş yolcular otobüste sabırla bek
liyorlar. Bize ne, baksaydı kendi başının çaresine, herkes böy
le kapısına kadar götürülürse bu yolculuk biter mi diyen yok.
Kadın “Gerisini ben hallederim, sağol,” diyor, ama muavin
dinlemiyor, kadının valizini taşıyor. Sora sora beyin cerrahi
yi buluyorlar. Servisi bulmaları on beş dakika sürüyor. Muavin
kadını telefonda en son konuştuğu hemşireye teslim ediyor,
237
elini sıkıyor, geçmiş olsun deyip gidiyor. Hemşire kadını koca
sının yanma götürüyor.
Kadın kocasını beklediğinden daha iyi durumda bulduğu
için seviniyor. Otobüse ilk bindiğindeki düşmanca hislerinden
utandığından hiç bahsetmiyor.
238
Dadaş Zeynel
Zeynel’e
Dadaş Zeynel memleket ortalamasına göre çok uzun boylu. As
kerde ölçmüşler, 1.97 çıkmış. Kilosu gençliğinden beri 85. Bo
yuna göre çok zayıf görünüyor, biraz kilo alsa fena olmaz. Ama
o memnun, kendini hafif hissettiğini söylüyor, asıl boyundan
şikâyetçi.
“Yatağa sığamirem komutanım, ayaklarım dışarıda kalir, çift
çift yün çorap giyirem...” diye dert yanıyor sağındaki yatak
ta yatan asteğmene. “Bura Erzurum, kışın gece eksi yirmi, eksi
otuz... olmir, insan üşir...”
Sorun bir tek yatak olsa iyi. Boyuna göre kıyafet de bula
mıyor. Deri montunun kollarının kısacık olmasından, üstün
de gülünç durmasından şikâyetçi. O zamanlar karizma lafı ol
sa, karizmam bozuluyor diyecek. Hazır takımların kolları, pa
çaları kısa geldiği için terziye diktiriyor, o da çok pahalıya mal
oluyor. Hazır giyim çıktı çıkalı eskisi gibi terzi de kalmadı za
ten, olanlar da fahiş fiyat istiyorlar. Ayakkabı desen ayrı bir so
run. Rengi maviye çalan ayakları öyle büyük ve şişkin ki, şıpı
dık naylon terliklerin içinde lakerdalık torik gibi görünüyor.
Araba meselesi de çok canını sıkıyor. Başı tavana değiyor,
değmekten öte, basbayağı tavam ittiriyor. Başını eğmekten boy
nu tutuluyor. Pedallara rahatça basmak için koltuğunu en di
239
be kadar itmek zorunda, bir ağız tadıyla araba süremiyor kısa
cası. Ameliyattan hayırlısıyla bi çıksın, iyileşsin, işinin başına
dönsün, tavanı yüksek bir minibüs alacak, kafaya koydu. “Para
yok ki satayım şu 124’ü alayım bir dört çeker, ferah ferah süre
yim!” diyor, bir de küfür ediyor ardından. Sonra küfür ettiğinin
farkına varıyor, paniğe kapılıyor. “Affedirsen! Komutanım affe-
dirsen!” diyor. Gerçi uzun boylu olmasının yararını görmüyor
değil. “Merdivene lüzum kalmir,” diyor, “tavanlara yetişirem.”
Dadaş Zeynel elektrikçi. Karskapı’da kardeşi Yunusla ortak
bir dükkânı var. Yunus akıllı, efendi bir adam, meslek okulun
da okumuş, inşaatlara elektrik projesi filan çiziyor. Zeynel gi
bi dikkat çeken bir tip değil, sıradan, boyu poşu normal, hatta
ezik bile denebilir, ama o yıllarda ezik lafı da yok.
Yunus ziyarete gelirken bir sürü lahmacun yaptırmış. Zeynel
koğuştaki diğer hastalara, komşu koğuştan ziyarete gelenlere,
hademelere ikram ediyor. Asteğmen değil yemek yemek, konu
şamıyor bile. Yüzü gözü şiş, kafasında, çenesinde dikişler var.
“Yiyemem ki, halime bak,” diyor güçbela.
Aslında karnı çok aç. Ama hemşire “Doktor bey yiyebilir de
medikçe kesinlikle bir şey yemek içmek yok,” dedi. İç kanama
sı var mı yok mu diye gözlem altında tutuyorlar. Yatak arkada
şı canı istediği halde yiyemezken Zeynel’in lahmacunları lüp-
letmesi imkânsız. Isıramadan kalakalıyor öyle.
“Acılı mı?” diye soruyor asteğmen, gülmeye çalışıyor, yü
zü acıyor.
Zeynel gülüyor. Lahmacunun birini küçük küçük parçalı
yor, asteğmenin zorlukla aralanan ağzından içeri tıkıyor.
Sırık mink ama kumral gür saçları, şaşırtıcı şekilde düzgün
burnu, kemikli yüzü ve yumuşak bakışlı ela gözleriyle kendine
göre bir yakışıklılığı var diye düşünüyor asteğmen. Hastanede
koğuş arkadaşlığı yaptıkları on gün içinde, Zeynel’in bu şehir
de bayağı yakışıklı bulunduğunu ve hastanede de çok popüler
olduğunu hayretle gözleyecek.
Ama yatağına uzanmalı, ortalıkta dolaşıp durmamalı diye
düşünüyor. Çünkü o upuzun boyu ve hafif kambur duruşuyla
ayağa kalkıp dolaştığında, karizma öldüren çubuklu pijaması
240
Dostları ilə paylaş: |