114
anlayışının etkileri görülmektedir ve sivil toplum altyapı olarak değil üstyapı olarak
değerlendirilmektedir. Sivil toplum ekonomik yapı ile devlet arasında yer almakta ve
sınıfların iktidar için mücadele ettiği bir alan konumunda bulunmaktadır. Gramsci’ye
göre hakim sınıflar diğer sınıfları üretim süreçlerinin gereklerine boyun eğdirebilmek
için kararnameler, yasal düzenlemelerin yanında sivil toplumdaki ahlaki değerlerin
ve geleneklerin yardımına da ihtiyaç duymaktadır (Biber, 2006,14). Buradan yapılan
çıkartıma göre sivil toplum hakim sınıfın, ideolojisinin toplumsal katta kabul görmesi
için kullandığı bir alan olarak tanımlanmaktadır.
4.2. Günümüzde Sivil Toplum ve Sahip Olduğu İşlevler
Sivil toplum, devletin tüm etkinlikleri kontrol etmesinin engellenebilmesi için
devletin yetki alanını daraltmakta, insanların kendi sorunlarını çözebilmek için
örgütlenebilmeleri, bu sayede toplum içinde oluşmuş birçok bağımsız örgütün
bulunmasını ve bu örgütler aracılığıyla halkın düşüncelerinin yönetime yansımasını
sağlamaktır (Beetham, 1998, 15).
Sivil toplum, devletin müdahale alanları dışında kalan ekonomik ve sosyal
alanı kendi ilke kurallarına göre işleyen özerk bir alandır. Bu kapsama toplumun
devlet kuramları dışında kendi kendini yönlendirmesini içermektedir. Devlet ve sivil
toplum ilişkisi ise birbirleri üzerindeki kontrol işlevi düzeyindedir. Sivil toplum
içerisinde her zaman bir çıkar çatışması mevcut olacaktır. Güçlü bir sivil toplum için
devletin yasal düzenlemelerine gereksinim duyulmaktadır. Bu çerçevede sivil toplum
yapısını belirleyen belirli özellikler bulunmaktadır. “sivil toplum, aile ile kamusal
alan arasında bağımsız bir toplumsal alandır, ancak bu alanın sınırları yasal
düzenlemelerle belirlenmektedir” (Biber, 2006, 16). Sivil toplum alanına katılım
tamamen bireylerin rızasına dayanır, hiçbir şekilde katılım zorlanamaz.
Sivil toplum, devlet ve bireyler arasında aracı ve düzenleyici bir konumdadır.
Temsil edilen kesimin ihtiyaç, istek ve talepleri doğrultusunda hedefler belirlenir ve
bu hedeflere ulaşabilmek için devlet kurumlarının politikalarını etkileme çalışmaları
yürütülür.
Sivil toplum kavramı özel alanda sınırlı kalan kimliklerin, kamusal alana
çıkması neticesinde yaygın olarak kullanılmaya başlamış ve belirli özellikler
gösteren kimliklerin oluşturduğu kümeleri temsil görevini üstlenmiştir. Özellikle II.
115
Dünya Savaşı sonrası çeşitli hak arayışları sonucunda ortaya çıkan farklı söylem ve
arayışlar neticesinde bu kümeler oluşmuştur. Genel olarak özgürlük ve eşitlik,
katılımcı planlama ve toplulukların kendi kararlarını kendilerinin almaları gibi
söylevler edinilmiştir. Ancak bu süreç içerisinde devletin koruyucu, çatışmaları
önleyici işlevi olmadığı sürece sivil toplum kendine özgü yeni eşitsizlikler ve
bağımlılıklarla sebep olabilecektir. Bu nedenle yönlendirici bir güç olarak devletten
ve devletin yasal düzenlemelerinden vazgeçilemez.
“Geleneksel olarak temsili demokrasi içinde bireysel katılım ve birey eksenli
hak tanımlarıyla sınırlı demokratik süreçler, aktif katılımcı bir yönetime doğru
zorlanmaya başlanmıştır” (Çaha, 2000, 75). Toplumun çoğulcu bir nitelik kazanması
sonucunda parlamento içerisinde bulunan siyasi partiler belirli bir sınıfın
düşüncelerini temsil eden sınıf partileri olma niteliğini kaybetmiş ve çoklu çıkarları
temsil eder hale gelmiştir. Dolayısıyla bireylerin düşünceleri karar mekanizmalarına
aktarılamamakta ve bireylerin beklentileri politik kararlara dönüşememektedir.
Halkın iradesini temsil etmekten uzaklaşan partiler kitlelerin oy vermelerini
sağlamak için çeşitli tekniklerle halkın iradesini biçimlendirme yollarına
başvurmaktadırlar. Sonuçta parlamento, halkın sesinin duyulduğu yer değil, parti
görevlilerinin önceden alınmış kararları tutanaklara geçirmek için toplanılan bir
mekan durumuna gelmiştir.
Habermas “Siyasal Katılım Kendi Başına Bir Değer mi?” adlı makalesinde
siyasal partilerin yetersizliği ve sivil toplumun önemini şu şekilde belirtmektedir:
“Siyasal katılım kategorisi özgül olarak burjuva toplumuna aittir.
Burjuva toplumun bu kategoriyle ortak bir çelişkisi vardır: İnsanların
yalnızca kendi iradelerinin belirleyiciliğine bağlı olduğuna inandıkları
davranışlarına karşı koşulların zorlayıcılığı etkisini derinden derine
hissettirir. Ama aynı şekilde bu zorlamadan kurtulma talebi ve sezgisi de
güçlenir. Koşulların ürünü olmak ile bununla birlikte bizzat bu koşulların
üreticisi olabilmek ve bunu isteyebilmek arasındaki çelişki, yurttaşların
siyasal katılımlarında baştan beri vardır; bugün bu çelişki bütün
kesinliğiyle gelişiyor. Şimdiki durum, her şeyden önce, bir bütün olarak oy
hakkına sahip halkın, bilinçli siyasal kararlar verebileceği umudunu ve
parlamenter
kurumların
reşit
halk
tarafından
etkili
biçimde
116
kullanılabileceğini şüpheli kılıyor. Parlamento dışı alanda siyasal etkinliğe
sahip olan grupların katılımı düşüncesi, daha yakın görünüyor. Bunlar, bir
yandan parlamento dışı eylemleri için bir araya gelerek devlet organlarını
“sokak baskısı” altında tutabilecek olan kitle örgütlerinin üyeleri; diğer
yandan özel ve devlet bürokrasisinin aygıtlarına hakim olan işlevsel
elitlerdir” (Habermas, 1984, 68).
Sivil toplum kavramı çevresinde yaşanan tartışmalar farklı kuramların
oluşmasını beraberinde getirmiştir. Bu kuramlar şunlardır;
Çoğulcu sivil toplum,
Asgari devletçi sivil toplum,
Katılımcı sivil toplum (Fincancı, 1991, 2).
Çoğulcu sivil toplum anlayışına göre, kuvvetler ayrılığı ilkelerine dayanan
devlet çoğulculuğunun yetersizliği, içerisinde sivil toplum örgütlerini de barındıran
toplumsal çoğulculuğun yaratılması gerekliliği vurgulanır.
Asgari devletçi sivil toplum kuramına göre, devlet düzenleyici kurallarıyla
toplumun doğal düzenine müdahale etmekte ve bu kurallar toplumun tamamını
dikkate almadığı için yapay kalmaktadır. Devletin topluma müdahale gücünün
asgariye indirilmesi için yasama yetkisi daraltılmalıdır. Ancak bu şekilde sivil toplum
oluşarak güçlenebilir.
Katılımcı sivil toplum kuramına göre ise, devletle sivil toplumun iç içeliği
vurgulanır. Devlet sivilleştirilmelidir.
Kuramsal farklılıklara rağmen ortak söylemde sivil toplum asla iktidara
alternatif bir söylem olarak kullanılmamıştır. Sivil toplum devletin belirlediği yasal
zeminde hareket ederek devleti daha demokratik bir çizgiye gelmeye zorlamaktadır.
Uzlaşılan ortak amaç merkezi otoritenin toplumsal yaşama müdahale
yetkisinin azaltılması, böylece temel hak ve özgürlüklerin tam olarak
kullanılabilmesidir.
4.3. Türkiye’de Sivil Toplum
Türkiye’de sivil toplum kavramı 1980’li yıllarda günlük hayata girmiş ve
üzerinde tartışılmaya başlanmıştır. Buna rağmen batıda ki anlamda bir sivil toplum
örgütlenişi işlevlik açısından daha yeni yeni oluşmaya başlamıştır.
Dostları ilə paylaş: |