52
atiyle Türk mütefekkirlerinin uhde-i mesuliyetine terettüp ediliyor. Bu tarz
mesai Türk milletine edilecek hizmetlerin belki en mühimidir.”
39
Fuat Köprülü gibi folklor araştırmalarına “milli bir vazife” gözüyle bakan
bir başka Osmanlı aydını da kuşkusuz Selim Sırrı (Tarcan) idi. Selim Sırrı,
folkloru “vücuda getirilen” bir malzeme olarak da görmektedir: halk
kavramının aydınlar arasında önem kazanmasıyla birlikte “her millet mazisini
tetkike başlamış, itiyadın ve tabayiin menşeleri araştırılmış, hurafeler,
ananeler, masallar, darbı meseller, destanlar, türküler, milli rakslar toplanarak
folklor vücuda getirilmiştir.” Bugün folklor tarihçesi içinde yeri önemle
vurgulanan J.G. Herder’e direkt referans veren ilk aydınlardan biri de Selim
Sırrı’dır. Ama Selim Sırrı’nın folklor alanındaki asıl rol modeli yakından
tanıdığı İsveç’teki folklor derlemecileri ve onların çalışmaları ışığında
oluşturulmuş olan folklor müzeleridir. İsveç’teki folklor müzeleri, Selim Sırrı
için de Fuat Köprülü’de olduğu gibi eski adet, yaşam biçimi ve inançların
“vesaikle tespit” edildiği yerlerdir.
40
Folklor konusuna doğrudan değinen ve bu konudaki düşünceleri,
yaklaşımları yazılı olarak bugüne ulaşan bir başka aydın da kuşkusuz Yusuf
Akçura’dır. Yusuf Akçura’ya göre “ne etnografi ne de folklor birer ilim değildir;
ancak asıl ilim, etnolojiye malzeme toplayan hadimlerdir.” Diğer bir deyişle,
folklor derleme işinden ibarettir, değerlendirme işiyse etnolojinin işidir.
Etnoloji “etnografinin topladığı malzemeyi bir sistem üzere tanzim edip halk
hayatının her nevi hadiselerini muayyen kanunlara icra ederek, bu hayatın
39
A.g. e. s.30–32
40
A.g. e. s.33–34
53
tekâmül seyrini gösteren ilim” olarak görülür. Bu tanımlamalar Akçura’nın
“folklor” teriminden daha ziyade “folklorik malzeme”yi algıladığına işaret
eder.
41
Yukarıda belirttiğimiz Osmanlı aydını yazarların hemen her biri bu
konunun siyasi boyutuna da dikkat çekiyor. Özellikle “folklor” ve “ulus”
arasındaki ilişkinin farklı açılardan da olsa altı hep çiziliyor. Rıza Tevfik’e göre
folkloru ulusa mal eden temel nokta “anonimlik” ise, Ziya Gökalp’e göre
folklor “Türk ulusunun” özgün kültürünün bozulmadan biriktiği bir depodur.
Fuat köprülü folklorun ulus-devlet “idaresi” için bilgilendirici hatta “istihbarat”
verici rolüne dikkat çeker. Selim Sırrı ise “dünyanın en meraklı folkloru Türk
ilinde bulunur” diyerek folklorun bir ülkeyi başka ülkeler nezdinde “temsil
etmesi” boyutunu vurgular. Bu yazarların çoğu için Avrupa’yla mukayese
anahtar bir noktadadır. Avrupa’da folklor konusunda fikir üretmiş olan Herder,
Thoms, Grimm kardeşler ve Van Gennep gibi birçok araştırmacı-aydına
referans verirler.
42
Bu temel bilgilerden sonra Türk folklorunun, Cumhuriyet sonrası nasıl bir yol
izlediğine bakabiliriz.
3. CUMHURİYET DÖNEMİ FOLKLOR ÇALIŞMALARI
Türkiye’de Cumhuriyetle birlikte ortaya konan siyasal tercihler içinde
kültürün nasıl tanımlanacağı, kültürde ne tür bir seçiciliğe yer verileceği esaslı
bir problem kaynağı olmuştur. Çünkü kültür açık bir karşılaşma, yüzleşme ve
41
A.g. e. s.35–36
42
A.g. e. s. 37–38
54
çekişme alanıdır; onu bir bütünleştirme aracı olarak görmenin artık imkânı
yoktur. Mevcut kültürün toplumu total düzeyde anlamlandıracağı görüşü de
bu nedenle reddedilir. Kültürün toplumsal maliyeti devlet, iktidar ve aydınlar
nezdinde sürekli tartışılır. Temel sorun kültürün maliyetinin ne olduğudur? O
gerçekten üretiliyorsa bu üretimin sermeyesi ve emeği nereden gelmektedir?
Ya da kim kazanıp kim kaybedecektir?
43
Bu paragraf Cumhuriyet ve devrimlerin nasıl bir değişime yol açtığının
açıklanması bakımından önemlidir. Zira Cumhuriyet’ten önce belirgin olan İslam
öğesi, devrimle birlikte Türk öğesine dönüşmüştür. Bu durum M. Kemal Atatürk’ün
de belirttiği üzere “Türkiye cumhuriyetinin temeli kültürdür” anlayışını ortaya
koymuştur. Bu kültürün nasıl bir kültür olduğu ne tür bir muhteva içerdiği yeni
yapılan çalışmaları da etkileyecektir. Yine Atatürk bir başka konuşmasında
halkbilimi ile dolaylı açıdan ilgili olan şu sözleri söylemiştir:
“…bozuk zihniyetli uluslarda büyük çoğunluk başka amaca, aydın
denen sınıf başka zihniyete maliktir. Bu iki sınıf arasında tam karşıtlık, tam
muhalefet vardır. Aydınlar nasıl kitleyi kendi amacına yöneltmek ister; halk
kitlesi ve halkın büyük çoğunluğu ise aydın sınıfa bağlı kalmak istemez. O da
başka bir yön bulmaya çalışır. Aydın sınıf düşünce ve uyarma yoluyla büyük
kitleyi kendi isteklerine uydurmada başarı sağlayamayınca başka yollara
başvurur. Halka hükmetmeye ve zor kullanmaya başlar; zorbalıkla
yönetmeye kalkar. Artık burada çözümlenecek noktaya geldik; halkı ne birinci
yöntemle ne hükmederek ve zor kullanarak kendi amacımıza sürüklemede
başarılı olamadığımızı görüyoruz. Neden?”
43
Necdet Subaşı, “Kültürel Mirasın Çeşitliliği ve Seçicilik Sorunu”, Doğu Batı, s. 138
Dostları ilə paylaş: |