Türk mitolojisinde hem ana hem de ata rolünü üstlenen ağaçlarla ilgili anlatılara
rastlanmaktadır. Örneğin, Oğuz Kağan’ın Dağ, Deniz ve Gök adlı oğulları bir ağaç kovuğunda
bulduğu ikinci karısından olmadır. Diğer taraftan, Manas Destanı’nda ve Yakut kadınları arasında
çocuk veren elma ağacı motifi dikkat çekicidir. Türk mitolojisinde boy ve aile ağacı, evi ve aileyi
koruyan ağaç ruhu inanışlarına da rastlanmaktadır (Ögel, 1995:423-464).
Yazılı edebiyat gözden geçirilirse, bu kültün de İslami bir kılığa bürünmüş olduğu görülür.
Hz. Musa’nın asası, Kabe’nin eşiği, Tuba ağacı ve Hz. Muhammed’in altında biat aldığı Rıdvan ağacı
vb. İslami gelenekteki bir takım ögeler dikkat çekmektedir. Pir Sultan Abdal’ın şu dizeleri iyi bir
örnek oluşturmaktadır (Gölpınarlı-Boratav, Akt. Ocak, 1983:90);
Öt benim sarı tanburam,
Senin aslın ağaçtandır,
Ağaç dersem gönüllenme,
Kırmızı gül ağaçtandır.
Ali Fatma’ nın yari,
Ali çekti Zülfikar’ ı,
Düldül atının eğeri,
O da yine ağaçtandır.
Bu manzumeyle, Dede Korkut Hikayeleri’ndeki Kazanoğlu Uruz’un ağaca hitaben şöyle
seslenmektedir.
Ağaç ağaç dir isem erilenme ağaç,
Mekke ile Medine’ nin kapusu ağaç (Dede Korkut Kitabı:21, ).
Ahmet Yaşar Ocak, tarih boyunca “ağaç” ve “evliya” arasında kurulan ilişkiye de dikkat
çekerek, ağaç yanlarında bulunan mezarlıklar ve evliyalar arasındaki ilişkiyi şu şekilde açıklamaktadır
(Ocak,1983:93):
*Bazı ağaçların yalnızca bir türbe yanında bulunmaları onlara kutsallık verilmesine neden
olmuştur. Bu durumda ağaç yanındaki türbe gerçektir.
*Ağacın yanındaki mezar, zaten eskiden beri kutsal olarak kabul edilen ağacın kutsallığı ile
zamanla kutsallık kazanarak türbe kimliğine girebilir. Oysa başlangıçta hiçbir özelliği olmayan bir
mezardır.
*Bazı ağaçların yanında hiç türbe olmamasına rağmen kutsal sayıldıkları görülmektedir. O
halde bu durum, şöyle yorumlanabilir: Ya orada eskiden bir türbe vardı ya da bir evliyanın ruhunun
ağaçta yaşadığı düşünülebilir.
Bugün, Tunceli, Adıyaman, Elazığ’daki Kızılbaşlar arasında, tek olan meşe ve ardıç
ağaçlarını ziyaret etmek, ayin yapmak, ağaç dallarına dilek çaputları asmak yaygın pratikler olarak
varlığını sürdürmektedir. Ağaçlardan, yağmur duası, çabuk evlenme ve hastalıkların sağaltımı gibi
nedenlerle medet umulmaktadır (Ocak, 2000:135-137). Ağaç üzerine yapılan bu pratik ve inanmaları
da “ağaç kültü” ne bağlamak olasıdır.
Ateş kültüyle ilgili olarak ilkel toplumlardan günümüze değin sayısız efsane söylenmiştir.
Tüm inançlarda, dinlerde, ateşin izi ve etkinliği görülmektedir. Ateşi sembolize eden tapınaklar
yapılmıştır. Kısacası ateş, insan yaşamının parçası, tarihi koruyucusu sayılmıştır.
Türkler, öteden beri ateşe saygı gösteriyor, onda kutsal ve temizleyici bir güç görüyorlardı.
Altaylılar ve Yakutlar ateşteki bu kutsal ve temizleyici güç ya da ruha "ot izi" adını vermektedirler.
Ateş yoluyla temizlenmenin ve böylece ateşe kutsal ve temizleyici bir anlam vermenin bir
örneğini de, yine Türkler arasında oldukça yaygın olan, hastalıkları, evleri, ölüleri "tütsüleme"
uygulamasında görmekteyiz. Türklerde ateş ayrıca kehanet aracı olarak da kullanılmıştır. Öte yandan
Türklerde ateş kültünün, "aile ocağı kültü" ile yakından ilgili oluşu da dikkate değerdir. Aile ocağı
kültü ise, çok büyük bir ihtimalle, "atalar kültü" ile ilgilidir. Iduk sayılan yerler, Türkler tarafından
korumaya alınmış; bu yerlerin ağacını ve ormanını kesmek, oralarda avlanmak yasaklanmıştır
(Güngör, 2002, C.3: 263).
Her toplum ve inanç grubu, ateşi kendine göre yorumlamaktadır. Şamanlığı benimsemiş
Türklerin Tanrısı Ülgen, "...Gökten biri ak, biri kara iki taş getirmiş. Bunlardan birinin üstüne ot
ufalamış, öbürüyle vurunca otlar alev almış..." Şaman Türkler ateşi Ülgen'in getirdiğine inanırlar.
Eski Türklerde inanç sistemi üzerine yazılı kaynaklarda, su ve ateş motifine ilişkin pek çok
örnek bulunmaktadır. Bunlardan bazıları şöyle özetlenebilir: Orhun Yazıtları’nda kutsal su
kaynaklarından söz edilmektedir. Bu nedenle suların kirletilmesinden kaçınılır. Çağataylarda gündüz
akan suya girmek yasaktır. Cengiz Han, suya saygıyı yasallaştırır ve suya saygı Anadolu Türk
boylarında da sürer (Avcıoğlu, 1995:356).
Bununla birlikte, su gibi güneş ve aydan indiğine, yani gökten geldiğine inanılan ateş de
kutsaldır. Batı Göktürkler ateşe büyük saygı gösterirler ve ateşin temizleyici gücüne inanılır. Kırgızlar,
“Ateş en temiz şeydir. Ateşe düşen her şey temiz olur”.derler. Altaylılarda ateşi su ile söndürmek,
ateşe tükürmek, ateşle oynamak kesinlikle yasaktır. Şaman törenlerinde “ateş ana” ya kurbanlar
sunulur ve şu dualar okunur: “Sen ateş anamız. Açları doyurdun, üşüyenleri ısıttın. Karanlık gecelerde
bizi kötü ruhlardan korudun. Siyah yanaklı beyaz koç sana kurban olsun” (Avcıoğlu, 1995:356-357).
Bektaşi menkıbelerinde en sık geçen Şamanist motiflerden biri ise “ateşe hükmetmek” tir.
Menakıbu’l Kudsiye’de anlatıldığına göre, Köre Kadı adındaki Selçuklu kadısı, Baba İlyas’ı tahrik
ederek ondan bir keramet göstermesini ister. Köyün ortasına büyük bir ateş yaktırarak müritlerinden
birkaçının bunun içine girmesini, yanıp yanmayacaklarını görmek istediğini belirtir. Bu talep üzerine
ileri gelen müritlerinden Oban, şeyhten izin isteyerek ateşin içine girer. Fakat ateş onu yakmaz ve ne
yana yürürse orada ateş söner (Ocak, 1983:117).
Anadolu’ da ağaç kültünün kalıntıları hala yaşamaktadır. Dörtyol ile Çay arasındaki “Cennet
Ana” adlı yerde bulunan ağaç hasta çocuklara öptürülür. Tahtacı kadınlar ağaca sarılıp kısırlıklarından
kurtulmaya çalışırlar. Yörük boylarında ise, kutsal sayılan ağaçların yanında uzanılmaz (Avcıoğlu,
1995:359). Anadolu’nun pek çok bölgesinde, ağaçlardan deva isteme, dileklerinin gerçekleşmesi için
çaputlar bağlama gibi pratiklere de sık sık rastlanmaktadır.
En çok avcılıkla geçinen toplumlarda görülen hayvan kültü, hayvan ile insan arasındaki dinsel
ve büyüsel bir ilişkinin çevresinde toplanmıştır. Bu toplumlarda hayvanlar büyük bir önem kazanmış,
bu önem giderek kutsal bir niteliğe bürünmüştür.
Hayvanlara dönük ibadetin tipik örneklerinden biri ayı kültüdür. Ayının içinde kutsal bir
varlığın olduğu inancı ayı kültünün doğmasına neden olmuştur. Ayıyı öldürmekle kutsal varlığın
özgürlüğüne kavuşacağına inanılır. Ayı kültünde, onun insanlara benzeyen bir atadan geldiği inancı
vardır (Örnek, 1988: 96).
Şamanizm’e göre, ayı, orman tanrısının ruhunun simgesidir. Adının söylenmesi tabudur.
Şamanistler onun adını anmaktan korkarlar. Eski Kıpçaklar ayıya “aba” baba demişlerdir. Günümüzde
Karaoğlan veya Kocaoğlan diye anılmasının nedenleri, belki de adının tabu olduğu dönemlerden
kalmadır (Hassan, 1986: 110).
Şamanlarda Hayvan-Atayı temsil eden tören elbiseleri kutsaldı. Bunlardan biri de Ayı-Ata
elbisesiydi. Diğer iki elbise de Geyik-Ata ve Kartal-Ata elbiseleriydi. Ayı tipi elbiseler daha çok
Kuzey Sibirya ile Kuzeybatı Sibirya’da görülmüştür. Şamanın elbisesi üzerine ayının muhtelif
yerlerinden alınmış kemikler dikilirdi. Böylece şaman kendisinin bir ayıyı temsil ettiğini göstermek
isterdi (Ögel, 1971: 37-38).
Geyik Türklerce kutsal bir hayvandır. Türk mitolojisinde, masallarda ve efsanelerde geyik
motifine rastlanır. Geyik, avcıları peşinden çekerek onları Kaf dağına götürür. Dağ yarılır ve geyik
gözden kaybolur.
“Geyik de çekti beni kendi dağına” şarkı ve masalının kökleri bu mitolojide yatmaktadır
(Ögel, 1971: 25). Türk efsanelerinde daha çok dişi geyik yer alır. Bu geyikler de tanrı ile ilgisi olan