49
varlık bakımından birlik kabul edilmiştir. Diğer tasavvufî hareketler gibi bu da önce
Mutlak kavramını öne çıkarır.
107
Vahdet-i vücûd da mevcuttur, Allah‘ın sıfatlarının tezahürüdür. Allah‘ın
her sıfatı bir varlıkta tecellî eder. Tek ve Mutlak varlık olan Allah, bütün mevcutların
aslı‘dır. O‘nun her bir sıfatının meydana çıkmasıyla eşya ve hadiselerden biri de
ortaya çıkmış olur.
108
Allah ezelde vardı hiçbir şey yoktu. Allah âlemi yaratmak isteyince Hebâ
denen bir hakikat Allah‘ın kendinde mevcut ve her şeyin aslı olan; kadimle kadim,
muhdesle muhdes sıfatını kazanan Küllî Hakikat‘e tecellî etti (taştı, göründü). Bu,
tıpkı yapılacak binanın, kağıt üzerine planını çizmeye benzer. Sonra yüce Allah,
kendi nuruyla o Hebâ‘ya tecellî etti (filozoflar buna külli heyûlâ derler). Bütün âlem,
bilkuvve bu Hebâ‘da vardı. Hebâ‘da bulunan her şey, gelen bu tecelli nurunu kendi
istidadına göre kabul etti. Bu nuru en çok alanda Heba‘da bulunan Hakikat-ı
Muhammediyye oldu. Bu suretle Allah‘ın tecellîsinden Hebâ ve Hebânın
tecellîsinden âlem meydana geldi.
109
Allah bizi şu belirli şekillerde yaratacağını, ezelden beri biliyordu. Eğer
bizi bu şekilde bilmeseydi yaratmazdı. Bu şekli başka yerden de almadı. Çünkü
kendisinden başka bir varlık yoktu ki oradan alsın. Demek ki kendi bilgisinde bizim
bu şeklimiz vardı. Bizi ezelî bilgisiyle böyle bilmişti. O halde biz bilkuvve O‘nda
vardık O‘nun bizi bilmesinin aynısı olan bizim misalimiz (düşünce halindeki
107
Bolay, Felsefi Doktrinler Sözlüğü, s.293.
108
Bolay, a.g.e., s.293.
109
Bayrakdar, a.g.e, s.43.
50
varlığımız, bir başka deyişle Allah‘ın bizim hakkımızdaki bilgisi), kendi kıdemiyle
kadimdir. Çünkü bilgi O‘nun sıfatıdır. Sıfatı da ezelîdir. Allah bizi yaratacağını
sonradan bilmiş olamaz.
110
İbn Arabî‘ye göre a‘yan-i sabite (ideler), yani Allah‘ın bilgisi bakımından
âlem kadimdir. Yoktan zuhura gelmiş değildir. Yoktan zuhura geldi demek, kendinde
gizli olan bilgisinin kendi iradesi ile şekillere a‘yane geldi demektir. Zira ne yok var
olur, ne de var yok olur. Zat denizin inkılâbından (çalkalanmasından) âlemler
meydana gelmiştir.
111
Allah bu dünyaları, isimlerini meydana çıkarmak için yaratmıştır. Çünkü
makdursuz kadir; verme olmadan cömertlik; beslenen kimse olmadan rızık vericilik;
yardım edilen bir şey olmadan yardım edicilik; rahmet edilen bir şey olmadan rahmet
edicilik etkisisz kavramlardır.
112
İbn Arabî‘ye göre kâinat Allah‘tan çıkmıştır, fakat Allah ile aynı mahiyette
değildir. Mümkün varlıklar, önce yok iken sonradan Allah‘tan sâdır olmuştur, fakat
parçanın bütünden ayrılışı gibi bir ayrılışa varolduğu düşünülemez. O takdirde
bunlar, varlıktan varlığa çıkmış ve böylece ezelde kendi kendisiyle kâim bir varlığa
sahip olmuş olurlardı.
113
Vahdet-i vücûd, vücudun birliği demektir. İslâm mutasavvıflarına göre
bizatihi kâim olan vücûd birdir, o da Allah‘ın vücûdudur. Bu vücûd, vacip, kadim ve
110
İsmail Karagöz, “Vahdet-i Vücûd”, Dinî Kavramlar Sözlüğü, Diyanet İşleri
Başkanlığı Yayınları, Ankara 2010, ss.677-678; Bayrakdar, a.y.
111
Bayrakdar, a.g.e., s.43.
112
Bayrakdar, a.y.
113
Bayrakdar, a.y.
51
ezelîdir, çoğalma, parçalanma, degişme ve bölünme kabul etmez.
114
İsmail Fenni, panteizmle ilişkili olan ve Yeni-Eflatunculukta ve Meşşâî
felsefede önemli bir yer tutan sudûr (emanation), yani âlemin Allah‘tan, onun irade
ve şuuru olmaksızın sudûr ettiği, taştıgı fikrini doğru bulmamaktadır. Zira ona göre,
bu her iki düşünce de bâtıl olmakla beraber İslâm‘da bunlardan farklı bir Vahdet-i
Vücûd inancı vardır. İslâm mutasavvıflarının en büyüklerinin yolu olan Vahdet-i
Vücûdun manası, hakiki varlığın Hakk‘ın vücudundan ibaret ve kâinatın tümü de
değişme, başkalaşma, şekil ve sınırdan münezzeh olan bu vücûdda ortaya çıkan
birtakım gelip geçici suretlerden ibaret olmasıdır. Yani bu düşüncenin temeli âlemin
bâtınının ―Hakk‖ ve zahirinin de ―halk‖ olarak düşünülmesidir. Burada Allah ve
âlem aynı degildir. Zira Allah, varlığının vacip, kendi zatıyla kâim ve kadîm olması
münasebetiyle âlemden ayrılır. Başka bir deyişle; vücûd cihetiyle âlemin aynı
olmakla beraber zuhur ve taayyün cihetiyle onun gayrıdır. Kâinat, Allah‘ın isim ve
sıfatlarının hüküm ve eserleridir. Hakk, zatının mükemmel olması nedeniyle âlemden
müstağni ise de isimlerinin kemali âlemde zuhura gelir, zahir olur. Ancak âlem zaten
onun vücuduyla kâim olduğundan bu, Allah‘ın gayrine muhtaç olması manasına
gelmez.
115
Tanrı‘nın zat ve mahiyetine zarar vermemek için kâinat, Allah‘ın ilk
tecellîsinden meydana gelen ilk akla dayandırılmıştır. İlk akıl tektir. Fakat yapısından
çokluk istidadı vardır. Bütün varlıkların suretlerini (idelerini) kendinde taşır. Buna
114
İsmail Fenni Ertuğrul, Vahdet-i Vücûd ve İbn Arabî, (Haz: Mustafa Kara), İnsan
Yayınları, İstanbul 1991, s.9.
115
İsmail Fenni Ertuğrul, Maddiyyun Mezhebinin İzmihlali, Orhaniye Matbaası,
İstanbul 1928, s.566.
Dostları ilə paylaş: |