Görünmez Adam



Yüklə 4,93 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə23/35
tarix25.12.2023
ölçüsü4,93 Kb.
#161495
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   35
H. G. Wells - Görünmez Adam

BÖLÜM 
20
GREAT PORTLAND STREETTEKİ EVDE
Kemp bir an, bakışları penceredeki o başsız figürün sırtına takılmış kalmış halde sessizce oturmuştu.
Sonra aklına gelen bir düşünceyle birden hareketlendi, ayağa fırladı, Görünmez Adam’ın kolunu
yakaladı ve onu dışarıdaki manzaradan çevirdi.
“Yorgunsun,” dedi, “ve ben otururken, sen ortalıkta dolanıyorsun. Benim sandalyeme otur.”
Kendi de Griffin’le en yakın pencere arasında bir yere yerleşti.
Griffin bir süre sessizce oturdu, sonra birden tekrar anlatmaya başladı:
“Chesilstowe’daki kulübeden çoktan ayrılmıştım zaten,” dedi, “o şey olduğunda. Geçen Aralık
ayıydı. Londra’da bir oda tutmuştum, Great Portland Street yakınlarındaki bir gecekondu
mahallesinde iyi işletilmeyen kocaman bir pansiyonda büyük, eşyasız bir oda. Oda kısa zamanda
onun parası ile aldığım araç gereçle dolmuştu; çalışmam düzenli, başarılı gidiyordu, yakında bir
sonuca ulaşacak gibiydi. Bir ormanın içinden dışarı fırlamış ve birden anlamsız bir trajedi ile karşı
karşıya kalmış bir adam gibiydim. Onu gömmeye gittim. Aklım hâlâ bu araştırmadaydı, onun ismini
korumak için parmağımı bile kımıldatmadım. Cenazeyi hatırlıyorum, ucuz cenaze arabasını, kısacık
töreni, rüzgârlı tepenin don tutmuş eteklerini ve babam için son konuşmayı yapan eski kolej
arkadaşını... salya sümük nezle olmuş, kılıksız, kapkara, sırtı bükülmüş yaşlı adamın biri.
“Bomboş kalmış eve yürüyerek geri dönüşümü hatırlıyorum, bir zamanlar bir köy olan ve şimdi
Alman müteahhitlerin parça parça arazilerde teneke evler çatarak kasabaya benzer çirkin bir şeye
çevirdikleri yerlerden geçerek. Her tarafta yollar en sonunda tecavüze uğramış tarlalara çıkıyor ve
moloz yığınlarında ve upuzun büyümüş ıslak yabani ot tarlalarında son buluyordu. Kendimi parlak,
kaygan kaldırımda yürüyen kapkara, kasvetli bir figür olarak hatırlıyorum ve bütün bu mekânın sefil
saygınlığından, çıkarcı ticariliğinden ne kadar uzak olduğuma dair hissettiğim o tuhaf duyguyu.
“Babam için birazcık bile üzgün değildim. Bana kendi aptalca duygusallığının kurbanı olmuş gibi
geliyordu. O günkü ikiyüzlülük ortamı cenazesine katılmamı gerektiriyordu, yoksa bu meselem
değildi aslında.”
“Ama High Street’te yürürken, on yıl öncesinden tanıdığım bir kızla karşılaştım, bir an için eski
hayatım gözlerimin önünden geçti.
“İçimden bir şeyler beni dönüp, onunla konuşmaya zorladı. Çok sıradan bir insandı.
“Eski mekânları ziyaret etmek, her şey, bir düş gibiydi. O zaman yalnız olduğumu, dünyadan ayrılıp,
ıssız bir yerlere geldiğimi hissetmemiştim henüz. Duygularımın kaybolduğunun farkındaydım, ama
bunu her şeyin genel anlamsızlığına yormuştum. Döndüğümde odama tekrar girmek, gerçekliğin geri
dönüşü gibiydi. İşte tanıdığım ve sevdiğim şeyler bunlardı. İşte araç gereçler, deney takımları hazır
bekliyorlardı. Artık geriye pek bir zorluk kalmamıştı, ayrıntıların ayarlanmasının dışında.


“Sana er ya da geç anlatacağım, Kemp, bütün o karmaşık işlemleri. Ama şimdi bu konulara
girmemize gerek yok. Hatırlamak istediğim için hatırladığım birkaç nokta dışında, çoğu o serserinin
sakladığı defterlerde şifreli olarak yazılmış duruyor. O herifi yakalamalıyız. O defterleri geri
almalıyız. Ama işin ana safhası, kırılma katsayısı düşürülecek olan saydam nesneyi, daha sonra sana
doğru dürüst anlatacağım bir tür hava titreşiminin, dalga yayan iki merkezinin arasına yerleştirmekten
oluşuyor. Hayır, Röntgen
33
 titreşimleri değil, bu türden benimkinden başka tanımlanan titreşim var mı
bilmiyorum. Yine de yeterince açıkça ortadalar. İki küçük dinamoya ihtiyacım olmuştu, bunları da
ucuz bir gaz motoruyla çalıştırıyordum. İlk deneyimi beyaz bir yün kumaş parçasıyla yapmıştım. Yün
parçasının yumuşak, beyaz ışıltılar arasında titreyişini, sonra da bir duman halkası gibi yavaş yavaş
silinip, ortadan kayboluşunu izlerken halimi görmeliydin.
“Bunu yaptığıma inanamıyordum. Elimi boşluğun üzerine koydum, yün parçası her zamanki katılığıyla
orada duruyordu işte. Beceriksizce tuttuğum için yere düşürdüm. Tekrar bulmak beni epey uğraştırdı.
“Sonra çok tuhaf bir olay oldu. .Arkamda bir miyavlama sesi duydum, döndüğümde pencerenin
dışındaki su deposunun kapağının üstünde, pislik içinde, incecik bir beyaz kedi gördüm. Aklıma bir
fikir geldi. ‘Her şey hazır efendim,' diyerek pencereye gittim, açtım ve yavaşça kediyi çağırdım.
Mırlayarak geldi içeri -zavallı hayvan açlıktan ölmek üzereydi- ona biraz süt verdim. Bütün
yiyeceğim odanın köşesindeki bir dolapta duruyordu. Sütünü içtikten sonra etrafı koklayarak odanın
içinde gezinmeye başladı... belli ki kendini evinde hissetmeye çalışıyordu. Görünmez kumaş parçası
biraz keyfini bozmuştu, nasıl tısladığını bir görmeliydin! Ama onu tekerlekli karyolamın yastığının
üzerine yatırarak rahat etmesini sağladım. Sonra kendi kendisini yalamaya başlamasını sağlamak için
onu biraz yağladım.”
“Sonra da işlemden mi geçirdin?”
“Evet, onu işlemden geçirdim. .Ama bir kediye ilaç vermeye çalışmanın şakaya gelir tarafı yok,
Kemp! Ve işlem başarısız oldu.”
“Başarısız mı!”
“iki açıdan. Pençeler ve kedilerin gözlerinin arka tarafındaki o pigment zımbırtısı -neydi adı?-
yüzünden. Biliyor musun?”
“Tapetum.” 
id="n34">
34
“Evet, tapetum. Orası olmadı. Kanını beyazlatacak maddeyi verip, başka birtakım şeyler de yaptıktan
sonra, hayvana afyon verdim ve üzerinde uyumakta olduğu yastıkla beraber aygıtların üzerine
yerleştirdim. Her şey yavaş yavaş silinip, kaybolduktan sonra, geriye gözlerinden iki küçük iz kaldı.”
“Tuhaf!”
“Tarif bile edemem. Sargılara sarılmış ve bağlanmıştı elbette... böylece onu emniyete almıştım, ama
kafası hâlâ dumanlıyken uyanıp, kederli kederli miyavlamaya başladı ve birileri gelip kapıyı çaldı.
Bu alt kattaki yaşlı kadındı, benim bir kediyi keserek deney yaptığımdan şüphelenmişti... hayatta
beyaz bir kediden başka bir şeyi olmayan ayyaş suratlı yaşlı bir yaratık. Bir parça pamuğa biraz


kloroform döktüm ve kediyi bayılttım, sonra da kapıyı açtım. ‘Bir kedi sesi mi duydum?’ diye sordu.
‘Benim kedim mi?’ ‘Burada değil’ dedim, çok kibarca. İnanmamış görünüyordu ve başını uzatarak
arkamdan odaya bakmaya çalıştı, odam kuşkusuz onun için yeterince tuhaftı, çıplak duvarlar, perdesiz
pencereler, tekerlekli karyola, sallanıp duran gaz motoru ve titreşim noktalarının vızıltısı ve insanın
burnunu yakan o hafif kloroform kokusu. Sonunda tatmin olmak zorunda kalıp, geri döndü.”
“Ne kadar sürdü?” diye sordu Kemp.
“Üç dört saat kadar... kedi için. En son kemikleri, kirişleri ve yağları gitti ve renkli tüylerinin uç
kısımları. Dediğim gibi, gözün arka tarafı, nasıl rengârenk bir maddeden yapıldıysa, gitmek bilmedi.
“İş bitmeden çok önce dışarıda gece çökmüştü, donuk gözleri ve pençeleri dışında bir şey
görünmüyordu. Gaz motorunu durdurdum, hâlâ baygın yatan hayvanı elimle yoklayıp buldum ve
okşadım, sonra çok yorgun olduğum için, onu görünmez yastığın üzerinde bırakıp, yatmaya gittim. Bir
türlü uyku tutmuyordu. Öylece bir amacı olmayan birtakım şeyler düşünerek, kafamda deneyi tekrar
tekrar yeniden yaparak ya da ateşler içinde, çevremdeki şeylerin bulanıklaşıp, kaybolduğu düşler
görerek yatakta uyanık uzanıyordum, sonunda üstünde durduğum yer de kayboluyordu, böylece o
bildik, iğrenç bir şekilde düşüp durduğum kâbusun içine düştüm. Saat iki gibi, kedi miyavlayarak
odada dolanmaya başlamışu. Onunla konuşarak susturmaya çalıştım, sonra ışıkları yakmaya karar
verdim. Işığı yaktığımda yaşadığım şoku hatırlıyorum, ortada sadece yemyeşil parlayan yuvarlak
gözler vardı, etraflarındaysa hiçbir şey yoktu. Kediye biraz süt verebilirdim, ama sütüm kalmamıştı.
Susmaya niyeti yoktu, kapının önünde oturup, miyavlamaya başlamıştı. Yakalamaya çalıştım, aklıma
onu pencereden dışarı atmak gibi bir fikir gelmişti, ama yakalamak mümkün değildi, ortadan
kaybolmuştu. Sonra odanın değişik yerlerinden miyavlamaya başladı. Sonunda pencereyi açtım ve
üzerine doğru atıldım. Sanırım sonunda gitmişti. Bir daha onu görmedim.
“Sonra -Tanrı bilir niye- tekrar babamın cenazesini ve o kasvetli, rüzgârlı yamaçları düşünmeye
başlayarak, gün ağarana kadar yattım kaldım. Uyumaya çalışmanın yararsız olduğunu anlayarak ve
çıkarken kapımı kilitleyerek, sabah vakti sokaklarda dolaşmaya çıktım.”
“Şimdi dışarıda gezen görünmez bir kedi mi var yani!" dedi Kemp.
“Ölmediyse hâlâ,” dedi Görünmez Adam. “Niye olmasın?”
“Niye olmasın?” dedi Kemp. “Kesmek istememiştim.”
“Büyük olasılıkla ölmüştür,” dedi Görünmez Adam. “Dört gün sonra hayattaydı, biliyorum, Great
Titchfield Street’teki bir ızgaradan aşağı düşmüştü, çünkü ızgaranın başında, miyavlama sesinin
nereden geldiğini anlamaya çalışan bir kalabalık görmüştüm.”
Bir dakikaya yakın bir süre sessiz kaldı. Sonra birden yeniden anlatmaya başladı:
“Değişimden önceki sabahı çok canlı bir şekilde hatırlıyorum. Great Portland Street’ten yukarı çıkmış
olmalıyım: Albany Street’teki kışlayı hatırlıyorum ve atlı askerlerin dışarı çıkışlarını ve sonunda
kendimi Primrose Hill’in tepesinde güneşte oturmuş ve çok hasta ve tuhaf hissederken bulmuştum.
Güneşli bir ocak günüydü, bu yılki kardan önceki o güneşli, ayaz günlerden biriydi. Yorgun beynim


içinde bulunduğum durumu formüle etmeye, bir hareket planı yapmaya çalışıyordu.
“Şimdi hedefim neredeyse avcumun içindeyken, ona ulaşmanın ne kadar kifayetsiz olacağını fark
etmek beni şaşırtmıştı. Gerçekten bitmiştim, neredeyse dört yıl boyunca durmaksızın çalışmanın o
yoğun stresi beni artık herhangi bir şey hissedemeyecek konumda bırakmıştı. Hissizleşmiştim, acı
içinde ilk araştırmalarımın coşkusunu, beni gizlice babamın ak düşmüş saçlarının toprağa
gömülüşünü planlamaya bile itebilmiş olan keşif tutkusunu hatırlamaya çalışıyordum. Hiçbir şey
fayda etmiyor gibiydi. Açık bir şekilde bunun çok çalışmaya ve uykusuzluğa bağlı geçici bir durum
olduğunu ve ya ilaçla ya da dinlenmekle enerjimi toplayabileceğimi görebiliyordum.
“Açıkça düşünebildiğim tek şey, bu işin artık sonuca erdirilmesi gerektiğiydi, bu sabit fikir hâlâ tüm
benliğimi kaplamış halde duruyordu. Bu kısa süre içinde olmalıydı, çünkü param bitmek üzereydi.
Etrafıma, oynaşan çocuklarla ve onları izleyen kızlarla dolu yamaca baktım ve görünmez bir adamın
hayatta sahip olabileceği bütün o fantastik avantajları düşünmeye çalıştım. Bir süre sonra sürünerek
eve vardım, biraz yemek yiyip, kuvvetli bir doz striknin
35
 aldım ve düzeltilmemiş yatağımın üzerinde
elbiselerimle uzanarak uykuya daldım. İnsanın içindeki uyuşukluğu atmak için striknin çok güzel bir
ilaç, Kemp.”
“Şeytan gibi,” dedi Kemp. “Şişeye konmuş taş devri adamı gibi.”
“Aşırı derecede zindeleşmiş ve biraz da gergin uyandım. Biliyor musun nasıl bir şey?”
“Biliyorum o durumu.”
“Ve kapıyı çalan birileri vardı. Sorular sorup, tehditler yağdıran ev sahibimle, uzun gri bir palto ve
yağlı terlikler giymiş yaşlı bir Leh Yahudisiydi bunlar. Gece boyunca bir kediye işkence etmişim,
eminmiş... yaşlı kadının dili yerinde durmamıştı anlaşılan. Olup biten her şeyi öğrenmekte inat
ediyordu. Bu ülkede hayvanları kesmeye karşı çok sert yasalar vardı...
36
 ona inanmalıydım. İçeride
kedi olduğunu inkâr ettim. Sonra küçük gaz motorunun titreşimleri evin her yerinden duyuluyormuş,
öyle dedi. Bu doğruydu, elbette. Yanımdan geçerek odaya girdi, Alman gümüşü gözlüğünün
camlarının ardından etrafı incelemeye başladı, birden sırrımla ilgili bir şeyler öğrenebileceğini
düşünerek dehşete kapıldım. Onunla, ayarlamış olduğum damıtma araç gereci arasında durmaya
çalışıyordum ve bu sadece onun daha da meraklanmasına yol açmıştı. Ne yapıyordum? Niye hep
böyle yalnızdım ve gizli gizli çalışıyordum? Yasal mıydı bu? Tehlikeli miydi? Normal kira dışında
bir şey ödemiyordum. Onun pansiyonu çok saygıdeğer bir evdi... biraz kötü şöhretli bir mahallede
olsa da. Birden sinirlerim boşaldı. Ona dışarı çıkmasını söyledim, itiraz etmeye, içeri girmeye hakkı
olduğuna dair birtakım laflar gevelemeye başladı. O anda onu yakasından tuttum, bir şeyler yırtıldı,
ev sahibim de döne döne kendi koridoruna fırladı. Kapıyı çarpıp kilitledim ve titreyerek bir yere
oturdum.
“Dışarıda gürültü kopardı, ben ilgilenmedim ve bir süre sonra uzaklaştı.
“Ama bu her şeyi krize sokmuştu. Ne yapacağını, hatta neler yapabilecek gücü olduğunu bile
bilmiyordum. Yeni bir daireye taşınmak gecikme anlamına geliyordu, üstelik sadece yirmi pound
kadar param kalmıştı -çoğu da bankadaydı- ve taşınmayı karşılayamazdım. Ortadan kaybolmak! Buna
karşı koymam mümkün değildi. Sonra bir soruşturma yapılacak, odam yağmalanacaktı...


“Çalışmamın açığa çıkması ya da tam sonuca ulaşmak üzereyken yarıda kalması olasılığını
düşününce, sinirlenip hareketlendim. Notlarla dolu üç defterim ve çek defterimle -şimdi o serserinin
elinde bunlar- dışarı fırladım ve bunları en yakındaki postaneden Great Portland Street’teki bir paket
ve mektup taşıma şirketine gönderdim. Dışarı çıkarken sessiz olmaya çalışmıştım. İçeri girerken, ev
sahibimin sessizce yukarı çıkmakta olduğunu fark ettim, kapının kapandığını duymuş olmalıydı
sanırım. Merdiven sahanlığında, arkasından koşarak geldiğimi fark ettiğinde sıçrayarak yana
çekilişini görsen gülerdin. Ben yanından geçip giderken, bana bakakalmıştı, kapımı çarparak
kapatırken bütün evi titrettim. Ayaklarını sürüye sürüye benim kata kadar çıktığını, biraz duraklayıp,
sonra tekrar aşağı indiğini duydum. Hemen hazırlıklarım üzerinde çalışmaya başladım.
“O akşam ve geceleyin her şeyi bitirmiştim. Kanın rengini yok eden ilaçların insanı hasta eden,
uyutucu etkisi altında otururken, kapı üst üste çalındı. Ses kesildi, ayak sesleri uzaklaştı ve geri geldi,
sonra kapı tekrar çalınmaya başladı. Kapının altından bir şey, mavi bir kâğıt atmaya çalışıyorlardı.
Sonra kızgınlıktan patlayarak kalktım, gittim ve kapıyı sonuna kadar açtım. “Şimdi ne var?” diye
sordum.
“Ev sahibimdi, elinde çıkarılma uyarısı ya da ona benzer bir şey vardı. Kâğıdı bana doğru tuttu,
ellerimde tuhaf bir şey gördü sanırım ve gözlerini yüzüme doğru kaldırdı.
“Bir an için ağzı açık kalakaldı. Sonra anlaşılmaz bir şeyler bağırdı, mumla yazıyı elinden düşürdü,
karanlık koridorda el yordamıyla merdivenlere doğru seğirtti. Kapıyı kapayıp, kilitledim ve aynanın
yanına gittim. O zaman dehşete düşmesinin nedenini anladım. Yüzüm bembeyazdı, kireç gibiydi.
“Ama her şey çok korkunçtu. Acı çekeceğimi beklemiyordum. işkenceyle dolu, ıstıraplı, hastalıklı ve
baygın bir gece geçirdim. Tenim alev alev yanıyordu, bütün bedenim alev almış gibiydi, ama
dişlerimi sıkıyordum, oracıkta öylece korkunç bir ölü gibi yatıyordum. Şimdi kedinin kloroform
verene kadar niye öyle inlediğini anlayabiliyordum. Odamda yalnız ve kimsenin ilgisini çekmeden
yaşadığım için şanslıydım. Hıçkıra hıçkıra ağladığım, inlediğim ya da kendi kendime konuştuğum
zamanlar oluyordu. Ama dayandım. Bayılmışım, karanlıkta bitkinlik içinde uyandım.
“Acı sona ermişti. Kendimi öldürmekte olduğumu düşündüm, ama umurumda değildi. O sabahki
şafağı, ellerimin buzlu cam gibi oluşunu ve sonunda artık saydamlaşan göz kapaklarımı
37
kapasam da,
ellerimin içinden odamın hastalıklı dağınıklığını görebileceğim noktaya gelinceye kadar, güneş
yükseldikçe daha berrak ve daha ince hale geldiklerini görmenin o tuhaf dehşetini asla
unutmayacağım. Kollarım ve bacaklarım cam gibi olmuştu, kemiklerim ve atardamarlarım silinip,
kaybolmaya başlamış ve küçük beyaz sinirler gitmişti. Dişimi sıktım ve sonuna kadar orada yatmaya
devam ettim. Sonunda tırnaklarımın ölü hücrelerden oluşan uçları kalmıştı, soluk ve beyaz bir renkte,
ve bir de parmaklarımın üstündeki kahverengi asit lekesi.
“Zar zor kalktım. Başta kundaktaki bir bebek kadar âcizdim... göremediğim bacaklarımın üzerinde
yürümeye çalışıyordum. Güçsüz ve çok açtım. Gidip tıraş aynamda boşluğa baktım, gözlerimin
retinalarının arkasında iyice zayıflamış, sisten bile daha silik görünen bir pigment dışında hiçbir şey
kalmamıştı. Görebilmek için, masaya dayanıp, alnımı aynaya bastırmak zorunda kalmıştım.
“Ancak çılgıncasına bir çabayla kendimi araç gereçlerin yanına sürükleyip, işlemi tamamlayabildim.


“Bütün sabah uyudum, gözlerime gelen ışığı kesmek için Çarşafı üstüme çekerek, öğleye doğru yine
bir kapı sesi ile uyandım. Gücümü yeniden toplamıştım. Oturup, dışarıyı dinledim ve bir fısıltı
duydum. Ayağa fırladım ve mümkün olduğunca gürültü etmemeye çalışarak araç gereçlerimi sökerek,
bağlantılarının tahmin edilebilmesini önlemek için odanın içine dağıtmaya başladım. O sırada kapı
tekrar çalındı ve sesler duyuldu, önce ev sahibimin sesi, sonra iki kişinin daha. Zaman kazanmak için
yanıt verdim. Görünmez kumaş parçası ile yastık geldi elime, pencereyi açıp, onları su deposunun
kapağının üstüne fırlattım. Pencereyi açarken, kapıdan şiddetli bir gürültü geldi. Biri kilidi kırma
düşüncesiyle kapıya yüklenmiş olmalıydı. Ama birkaç gün önce taktığım kalın sürgüler onu
engellemişti. Yine de bu beni ürkütmüş ve sinirlendirmişti. Titremeye ve alelacele hareket etmeye
başladım.
“Odanın ortasına birkaç kâğıt parçası, saman, paket kâğıdı gibi şeyler yığdım ve gazı açtım. Kapıya
deli gibi vurmaya başlamışlardı. Kibritleri bulamıyordum. Öfkeyle ellerimi duvara vurmaya
başladım. Gazı tekrar kapattım, pencereden su deposunun kapağının üstüne çıktım, çok yavaşça
pencereyi indirdim ve olacakları izlemek için oturdum, görünmez ve güvenlikteydim, ama öfkeden
titriyordum. Kapının tahtalarından birini yardıklarını gördüm, kısa bir süre sonra sürgülerin
vidalarını söküp atmışlar ve açık kapı aralığında dikiliyorlardı. Bunlar ev sahibim ve biri yirmi
diğeri de yirmi üç ya da yirmi dört yaşındaki yapılı genç adamlar olan iki üvey oğluydu. Onların
arkasında da, alt kattaki o yaşlı cadı karı müsveddesi çırpınıp duruyordu.
“Odanın bomboş olduğunu gördüklerindeki şaşkınlıklarını tahmin edebilirsin. Genç adamlardan biri
hemen pencereye atıldı, açtı ve dışarı baktı. Etrafı izleyen gözleri ve kalın dudaklı, sakallı yüzü,
yüzümün otuz santimetre ilerisine kadar gelmişti. Neredeyse o aptal suratına vuracaktım, ama
yumruklarımı sıkarak kendimi tuttum. Doğrudan benim içimden bakıyordu. Onun yanına gelen
diğerleri de aynı şekilde içimden bakıyorlardı. Yaşlı adam gidip, yatağın altını araştırdı, sonra hepsi
birden dolaba doğru koşuşturdular. Eskenazi
38
 dili ve Londra lehçesi karışık bir dille uzun uzun
tartışmak zorunda kaldılar. Sonunda benim onlara yanıt vermediğime, hayal güçlerinin onları
aldattığına karar verdiler. Pencerenin dışında oturmuş bu dört kişiyi -çünkü yaşlı bayan da içeri
girmiş, bir kedi gibi şüpheyle etrafına bakarak, benim davranışlarımın kafasında yarattığı bilmeceyi
çözmeye çalışıyordu- izlerken, sinirim geçip, yerini tuhaf bir gurur duygusuna bırakmaya başlamıştı.
“Bozuk dilinden anlayabildiğim kadarıyla, yaşlı adam yaşlı bayanla benim hayvanları keserek deney
yapan biri olduğum konusunda anlaşmıştı. Oğulları bozuk bir İngilizce ile benim bir elektrikçi
olduğumu ve dinamolar ve radyatörlerle ilgilendiğimi söyleyerek buna karşı çıkmışlardı. Sonradan
fark ettiğim gibi ön kapıyı sürgülemiş olsalar da, benim gelebileceğimi düşünerek korkuyorlardı.
Yaşlı bayan dolabın ve yatağın altını araştırdı, gençlerden biri de bacaya hava giriş çıkışını kontrol
eden tahtayı kaldırıp, bacadan yukarı baktı. Aynı evde kaldığımız kiracılardan biri, karşı odayı bir
kasapla paylaşan seyyar meyve sebze satıcısı sahanlıkta belirdi, onu da içeri çağırıp, anlaşılmaz bir
şeyler konuştular.
“Birden iyi eğitimli bir açıkgözün eline düşerlerse radyatörlerin sırrımın açığa çıkmasına çok
yardımcı olabileceklerini fark ettim ve bir fırsatını kollayarak odaya girdim ve küçük dinamolardan
birini üzerinde durmakta olduğu diğerinin üzerinden devirerek, iki aleti de parçaladım. Sonra, daha
onlar düşen dinamonun tangırtısını açıklamaya çalışırlarken odadan dışarı sıvıştım ve yavaşça alt
kata indim.


“Salonlardan birine gittim ve onlar aşağı inene kadar bekledim, hâlâ bir şeyler iddia edip,
tartışıyorlardı, hepsi de odamda ‘korkunç bir şeyler’ bulamadıkları için düş kırıklığına uğramış ve
bana saygı duymuş olmalarından dolayı da küçük bir şaşkınlık içinde görünüyorlardı. Sonra bir kutu
kibrit alarak tekrar yukarı çıktım, kâğıtlarla süprüntülerden oluşan yığınını yaktım, sandalyeleri ve
yatak takımlarını da ateşin yanına koydum, kauçuk bir boruyla gazı da ateşin bulunduğu yere yönelttim
ve odaya son bir kez elimi sallayarak veda ettikten sonra, oradan ayrıldım. ”
“Evi ateşe mi verdin!" diye bağırdı Kemp.
“Ateşe verdim, izlerimi gizlememin tek yolu buydu, hem şüphesiz sigortalıdır. Ön kapının sürgülerini
sessizce açtım ve sokağa çıktım. Görünmezdim ve görünmezliğin bana verdiği olağanüstü
avantajların farkına yeni yeni varmaya başlıyordum. Kafam şimdiden, artık serbestçe yapabileceğim
bütün o çılgınca ve muhteşem şeylerin planlarıyla kaynamaya başlamıştı.”



Yüklə 4,93 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   19   20   21   22   23   24   25   26   ...   35




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə