58 B+ YAZ
“İnsanlar uzun yıllar uzayı bilemediler. Dünyayı merkez sandılar. 200 yıl
önce, biz güneşin etrafında dönüyoruz dediler. Uzay ancak 20. yy’da an-
laşıldı. 15 milyar ışık yılı ötesinden gelen ışık keşfedildi. Güneşten dünya-
ya gelişi 8.5 dakika. New York Times başlık atmıştı; ‘Uzayın dibini gördük’
diye. Uzaydaki cazibe çok uzaktan etkiliyor. Yıldız kümeleri, aralarındaki
ışık yılı mesafelerine rağmen birbirlerini çekiyor. Sonuç ne? Hâlâ cennet ve
cehennem bulunamadı.”
Soruyoruz; Cennet de cehennem de burada olmasın? O’nunla bu konuda
hemfikiriz: ”Evet, ikisi de burada.”
Peki, geçenlerde basında yer alan bir kimya öğretmeninin dini yorumlarını
kimya formülleriyle açıklama çabasına ne demeli?
Bu konudaki yorumu şöyle Aydın Boysan’ın: “Bundan büyük eşeklik ola-
maz. Yürekler acısıdır. İşte bu eşeklerin oy hakkının olmaması lazım. Okul-
lardan her zaman doğru izlenim alınmalı. Sevgiyle kalıp, doğruyu kaçırma-
mak lazım. Demokrasilerde tasfiye gerekir. Demokrasiye hizmet edenlere
leke sürerek bu iş yapılmaz.”
Doğru, yanlış; bizim de bir çözüm önerimiz var: “ Bütün pislikleri uzay çöp-
lüğüne atalım mı?”
Yanıt hızlı geliyor: “Üç kişiyi göndermek için bile masraf çok.”
Sonra bir meraktır başlıyor; sorular ve yanıtlar birbirini kovalıyor…
“2046’da Türkiye’de çok şey değişir mi?”
“Hayır. Uzayın ömrü çok uzun. Dünyanın ömrü karınca ömrü gibi. 4.5 mil-
yar yıl önce güneşten kopmuş. Milyarlarca yıl hayat doğmamış. İnsan haya-
tının tarihi de bilinmiyor. Bilinenler yakın zamanların bilgileri.”
“Kitabınızda gelecek zaman masalı yazıyorsunuz, neler anlatıyorsunuz?”
“Evrenbilim üstadı Paul Davies’den etkilenip “2046 Uzay Anıları” kitabını
yazmıştım. Dünyadaki her insanın evrende başka gezegenlerde benzerle-
ri olduğunu anlatıyordu Paul Davies. Düşünsenize sonsuz sayıda gezegen
var, ikizleriniz başka bir gezegende yaşıyor. Hayal etmesi bile muhteşem.”
Bu hayaller gerçek olursa 2046’da birbirine benzeyen insanlar farklı geze-
genlerde olacak.
Ama “Sen 2046’yı boşver 2009’da neler olacak?” dediğinizi duyar gibi-
yim. Tekrar dönelim Aydın Boysan’a…
61 yaşında yazar oldu
Aydın Boysan’ın hayal gücü kuşkusuz onu yazarlığa da iten en önemli ne-
denlerden. Birçok kitaba imza atması da bu yüzden. Takviminde zaman
hiçbir şey için geç değil. İlk gazete yazısını 61 yaşında yazdı. İlk kitabı ise 65
yaşında geldi. Her daim genç bir beyne sahip olmasına bağlayalım bu du-
rumu. “Ama” diyor Aydın Boysan: “Bazen çabuk ölünür. İnsan olarak onu-
rumuz varsa, hiç ölmeyecekmiş gibi yaşamak lazım.” Her zaman meraklı,
her zaman dünyayı araştıran gözlerle sorguluyor Aydın Boysan. O’nu haya-
ta bağlayanları saymasını istesek hiç kuşkusuz “mizah” der. Mizahın O’nun
yaşantısında ayrı bir önemi var.
Boysan’nın hayata bu denli bağlanmasında mizahın büyük rolü var. O’na
göre mizah; aklın sanatı. Mizahtan öğrendiği şu: “Mizah düşündürmeyi
amaç edinir. Bir düşünme sanatıdır. Çocukluğumdan beri tiyatrolara gittim.
Akbaba Dergisi okurduk. Mizahla ilk tanışıklığım oralardan.”
Mizaha “güldürü” denmesine de karşı çıkıyor Aydın Boysan: “Mizaha gül-
dürü denmesi saçma. Ciddi amaç düşündürmektir. Mizah maskaralık değil-
dir. Moliére en ciddi mizahı yaptı. Shakespeare de öyle. Havayı değiştirmek
için. Zihinlerde yeni bir kanal, yeni bir yol açmak için. Şaklabanlık, akıllara tu-
zak kurmaktır. Bizim Başbakan mizahtan anlamadığı için dava açıyor.”
Peki “Başbakan’ın ekonomi karnesi” nasıl? “Bunlar değil küresel krizin,
dünyanın farkında değiller. Politika bulaşıklık. Aklı başında insanlar girmi-
yor. Bana genç yaşta İstanbul Belediye Başkanlığı teklifi geldi, reddettim.
Politikaya ısınamadım.Yapılış tarzı uymadı bana. Memleket aşkına aydınlar
fedakârlık yapmalı ve bu işe soyunmalı. Mutlaka.”
Aydın Boysan kendisine haksızlık ediyordu. Politikaya girmemişti ama ha-
yatın kendisi politika üretmiyor muydu? O da mizah anlayışıyla yazıları, ki-
taplarıyla belli bir politik duruşa sahip değil miydi?
“Evet” dedi: “Doğru söylüyorsunuz. Hayatın içinde de politika var.”
İstanbul’un Kuytu Köşeleri
Söyleşi yaptığınız kişi derya deniz; adı Aydın Boysan olursa, konudan ko-
nuya atlamak Allah’ın emri. Biz de O’nun attığı topları yakalamaya çalışa-
rak devam ediyoruz.
Konu yazarlığı olunca kitapları arasında tur atmaya başlıyoruz. “Beşiktaş’ın
kuytu köşelerini de yazdı mı? Gençlik yıllarındaki Beşiktaş nasıldı?”
Tekrar hızlı bir soru cevap trafiğine takılıyoruz.
“Barbaros Bulvarı yoktu. Atatürk Bulvarı yoktu. Pertevniyal Lisesi’nde
okudum ben. Tepebaşı’nda tiyatroya gittiğimiz zaman ya tramvaya biner-
dik, ya da yürümek zorunda kalırdık. 2 kuruş için 5 kilometre yürüdüğümü-
zü bilirim. Unkapanı Köprüsü o zaman çok ilkeldi.”
Aydın Boysan ve bazen “çalışma” bazen de “çalışmama” odası
B+ YAZ
59
Soruyoruz: ”İstanbul’un kuytu köşesi kaldı mı?”
Yanıt: “Narlıkapı Çıkmazı kaldı oradan kimse geçmiyor.”
“Mimarlıkta ustalık payeniz var, ben öğrenmek istiyorum; İstanbul’un insaf-
sızca büyümesi bu kentin sihrini yine de bozmuyor. Neden?”
“Eskiyi bilmediğiniz için böyle konuşuyorsunuz. Daracık sokaklar vardı,
kaldırıldı, yok edildi. Tokyo’nun dar sokakları orada duruyor. Biz-
den 20 kez daha zenginler. Bu yaşama biçiminin bir so-
nucudur… Sahil yolu yapıldı alçaklıktır. Kıyı şeridi yok
edildi. Sirkeci-Yedikule arası sürekli otomobil tra-
fiği var. Denizle karanın bağlantısı kesildi. Biz
evde mayolarımızı giyer, denize koşardık.”
Şehirlerimiz nefes almalı
“İstanbul’un bu haline gelişinde acaba ta-
asubun etkisi var mı?” “Taassubun, tü-
nemiş kafaların aptallığının sonucu-
dur bu.” Ve şimdi sıra o “tünemiş kafa-
ların ettiği”ne geldi konu: “Atatürk plan-
lamadan yanaydı. Mesela Ankara’nın
nüfusu o zaman 150 bin kişi, Atatürk’ün
şehri planlaması için getirdiği adam pla-
nı 300 bin kişiye göre yapmış. ‘Deli bu
adam’ demişler. Atatürk ‘Karışmayın’ demiş.
Ankara’nın nüfusu 2 milyon oldu. Bizim şehir-
leşmemize kimsenin aklı ermiyor. Göçler var. 25
misli bir artışla hem de… Zorunlu sebeplerden art-
mış göç. Tarımla geçinilemiyor. ABD tarımı ilimle yapıyor.
Nüfusumuz 13 milyondu, oldu 80 milyon. 1927’den günümüze
şehirde yaşayan nüfus yüzde 2’den, yüzde 50’e çıkarsa, bunda bir sululuk,
bir laubalilik aranmalı.”
“Şehirlerin görüntüsü tarihin bir cilvesi mi?” İstanbul’dan İzmir’e uzanıyor
hemen. “İzmir Karşıyaka kenarında 1-2 katlı, bahçe içinde evler. 1931’de
gittim. İmbat o evlerin arasından süzülür, şehre nefes verirdi. Şimdi uygar-
lık açısından tam bir kepazelik yaşanıyor. Şehir nefes almıyor. İstanbul’un
pek çok yeri de öyle. Ben demokrasinin işleyen biçimine hasretim. Kepa-
zelik doğuran biçimine değil.”
Şehirlerin halini konuşmaya başlayınca insana dert basıyor. Soruyoruz Ay-
dın Boysan’a “derdi, tasayı nasıl uzaklaştırıyor?” Mizahı anladık, ya sonrası?
Lafı nereye getirmek istediğimi çok iyi anlıyor. Aydın Boysan bu, tam bir
“rakı sofrası üstadı.” Nihayet başlıyor anlatmaya: “20 dünya ge-
zisi yaptım. Hürriyet’te yazıyordum. Dört tane gezi ki-
tabım var. Hindistan’ı görmedim. Merakım Ja-
ponya ve Çin’di. Avustralya’yı da çok sevdim.
Sibirya’ya Sovyet Yazarlar Birliği’nin davetlisi
olarak gittim. Baykal Gölü kıyılarında votka
içtik. Koro halinde şarkılar söyleniyor. İç-
lerinden birisi benim de şarkı söylememi
istedi. ‘Kederden mi Neden Bilmem’
adlı şarkıyı söyledim. Bir baktım bütün
Ruslar sarılmışlar birbirlerine, ağlıyor-
lar.Laflar değildi tabii onları etkileyen,
müziğiydi.”
“Kaç kadehten sonra manzara böyle
oldu?” diye soruyoruz.
“Kızım şişe sayılır rakı sofrasında. Ka-
deh sayılmaz.” Bu ilk dersten sonra de-
vam ediyor: “Güneş batmadan rakıdan yu-
dum alınmazdı eskiden. Korunma çaresiydi
bir tür. Erken başlayan, çabuk hırpalanır.”
“Hırpalanmadan birlikte içtiği arkadaşlarını biliyor
gibiyiz. Soruyoruz?”
“Bizim hâlâ birkaç takım var. Her Cuma günü, Çiçek Pasajı’nda
buluşuruz. Kalabalıklaştık.” Günlerden bir Cuma elbet bizim de yolumuz
Aydın Boysan ve arkadaşlarına doğru uzanacak. Aldığımız davetin hakkını
verip, dost meclisinin tadına bakmak için. Aman sakın bizden önce o ma-
sada kendinize bir yer edinmeyin. Önce sıra bizde. Sonrasını Yaşam Usta-
sı Aydın Boysan bilir.
B+
“Güneş batmadan
rakıdan yudum
alınmazdı eskiden.
Erken başlayan,
çabuk hırpalanırdı.”
Aydın Boysan’ın vazgeçilmezleri, İstanbul Boğazı ve çiçekleri...