Hadis terimleri SÖZLÜĞÜ MÜcteba uğur a



Yüklə 2,09 Mb.
səhifə42/51
tarix25.06.2018
ölçüsü2,09 Mb.
#51703
1   ...   38   39   40   41   42   43   44   45   ...   51

Sâlih Li'l-İhticâc:

Hüccet olarak kullanılacak nitelikte anlamını verir. Kullanıldığında Sahih ve Hasen gibi dînî meselelerde delil olmaya elverişli hadisler kasdedilirler.



Sâlih Li'l-İ'tibâr:

İ'tibar için kullanılacak nitelikte manasına gelir. Hadis için söz konusu edildiğinde onun i'tibarda kullanmaya elverişli zayıf hadisi ifade eder. İ'tibar sonucu ya kendisi kuvvet kazanır; ya da daha zayıf bir hadise destek olur.



Sâlihu'l-Hadis:

Sözlük bakımından “hadisi iyice” manasına gelen bir tamlama olup ta'dil lafızlarındandır. İbn Ebî Hâtim'in tasnifine göre dördüncü mertebe lafızları arasında yer alır.


İbn Ebî Hatim, hakkında sâlihu'l-hadis denilen ravinin hadislerinin sadece itibar için yazılabileceği görüşündedir.1065

Sâmi:

İşitmek ve dinlemek manasına gelen “semi'a” kök fiilinden ism-i fail ölçüsünde bir kelime olan sâmi, genelde şeyhin hadislerini bizzat ondan işiten veya arz gibi işitmek masabesinden olan bir yolla rivayette bulunan raviye denir.


Muhtelif vesilelerle değinildiği gibi hadis rivayetinin çeşitli metotları vardır. Bunlardan bir kısmında şeyh ile tâlib bir araya gelirler ve talebe şeyhin hadislerini ondan dinlemek suretiyle rivayet eder. Tâlib ile şeyhin bir araya gelmesiyle rivayetten ibaret bu usul en sağlam rivayet metodu sayılmıştır. Bunun yanısıra talebenin okuyup şeyhin dinlemesinden ibaret rivayet usulü de talebenin dinlemesi gibi tutulmuştur. Her ikisi semaa delalet eden rivayet yolları olduğundan bu yollarla rivayet eden talibi diğer metotlarla rivayette bulunanlardan ayırdetmek üzere sâmi tabiri kullanılmıştır.

Sarık:

Bk. Sirkatu'l-Hadîs.



Sarih Merfû:

Hz. Peygamber (s.a.s)'e ait olduğu açıkça belli olan merfû hadise denir.


Merfû başlığı altında da söz konusu edilmiştir ki, Hz. Peygamber'e ait hadisler sarih merfû ve hükmen merfû olmak üzere iki kısma ayrılırlar. Bunlardan sarih merfû, ravinin kale Resûlullah (s.a.s) veya semi'tu resûlullah yahutta semi'tu'n-Nebiyye ve benzeri eda lafızlarıyla Hz. Peygamber'e isnad ve izafe ederek rivayet ettiği hadistir. Böyle rivayet edilen merfû, Hz. Peygamber'in sözlerinden ibarettir. Bunun yanısıra sarih merfû fiilleri ifade eden hadisler de vardır. Bunlar da sahabînin, hadiste ifade edilen fiilin Hz. Peygamber tarafından işlendiğini açıkça belirten çeşitli lafızlarla rivayet edilmişlerdir. Şu hale göre Hz. Peygamber'e ait olduğu isnadın ona ulaşarak rivayet edilişinden anlaşılan hadis sarih merfûdur.

Se-Nâ:

Muhaddislerin hadisleri yazarlarken kullandıktan rumuzlardan biridir ve haddesenâ nın kısaltılmış şeklidir.


Hadis yazan katipler, isnadda çok geçen bazı kelimeleri kısa remizlerle ifade etmeyi adet haline getirmişlerdir. Se-nâ bu remizlerden biridir ve haddesenânın en çok kullanılan kısaltılmışıdır. Bazı muhaddisler bunu şeklinde noktasız, el-Hâkim ve el-Beyhakî gibi bazıları da de-se-nâ şeklinde kullanılmışlardır.

Se-Nî:

Hadde senî eda lafzının kısaltması ve en çok kullanılan şeklidir. Bazı muhaddisler bu remzi de-se-nî şeklinde kullanmışlardır.



Sebebu Vurûdi'l-Hadîs:

Bk. Esbâbu Vurûdi'l-Hadîs.



Sebebu'l-Hadîs:

Bk. Esbâbu Vurûdi'l-Hadîs.



Sebt:

Sabit ve sağlam manalarına gelen bir kelimedir. Hadis ilminde bilhassa güvenilir ravileri ifade etmekte umumi bir tabir olarak kullanılmıştır. Bununla birlikte ta'dil lafizlarındandır. Sebtun şeklinde yalnız kullanıldığında ta'dilin üçüncü, sebtun-sebtun şeklinde tekrar edilerek kullanıldığında ise ikinci mertebesine delâlet eder.


Ta'dilin üçüncü ve ondan daha yüksek olan ikinci mertebesine delâlet eden lafızlardan birisiyle adaletli olduğuna hükmedilen ravi her bakımdan güvenilir bir kimsedir. Buna göre hakkında gerek sebtun, gerekse sebtun - sebtun denilmiş ravi güvenilir, hadisleri makbul biridir.

Sebtun:

Bk. Sebt.



Sebtun-Hafizun:

Üçüncü derece ta'dile delâlet eden iki lafzın bir arada kullanılmasıyla oluşan ve ta'dilin ikinci derecesine delâlet eden lafızlardandır.


Hakkında Sebtun-Hâfizun denilmiş olan ravinin hadisleri makbuldür, dinî konularda hüccettir.

Sebtun-Huccetun:

Bu da üçüncü derece ta'dile delâlet eden lafızlardan ikisinin bir arada kullanılmasıyla oluşmuş, ta'dilin ikinci derecesine delâlet eden lafızlardandır. Bu lafızla adaletine hükmedilmiş olan ravinin hadisleri makbuldür. Dinî konularda delil olabilir.



Sebtun-Sebtun:

Bk. Sebt.



Sebtun-Sikatun:

Bk. Sikatun-Sebtun.



Sefeh:

Sefeh, sefâh ya da sefâhet, her üçü de mastar olup akıl ve idraki hafif olmak, cehalet ve bilgisizlik anlamını verir. Kötü yaratılışlı olmak, cahil ve akılsızca hareket etmek yerine kullanılır. Böyle bir insana sefih denir. Çoğulu sufehâ gelir.


Hadis Usulünde sefeh, yalancılık, heva ehlinden olmak ve ne rivayet ettiğini bilmemek hususuyla beraber en önemli cerh sebeplerinden biridir. Kendisinin de sefeh hali bulunan ravi cerhedilir. Hadisleri terk olunur. Bu konuda Malik b. Enes şöyle demiştir: “Dört grup raviden sakın hadis almayınız. Bunlardan başkasından alınız. Rivayet şartlarına en fazla uyan kimse bile olsa sefihten; Hz. Peygamber'in hadisleri üzerine yalan söylemek ithamına maruz kalmasa bile insanlarla konuşmasında yalan söylediği denenmiş kimseden; halkı kendi hevasına çekmeye çalışan heva ehlinden ve ibadet ve faziletle tanınmış dahi olsa ne rivayet ettiğini bilmeyen şeyhten..”1066
Muhaddislere göre bir ravide sefeh olduğunun ilk belirtisi sözlerindeki bayağılık ve iğrenç ifadelerdir. Nitekim el-Hatîbu'l-Bağdadî'nin naklettiğine bakılırsa Yahya b. Sa'îd el-Kattân hadis meclisinde “bu hadisi size rivayet etmediysem anam zina etmiş olsun” diyen en-Nadr b. Mutarrif in meclisini bu sözü üzerine terk etmiştir. Yine Yahya b. Ravh el-Harrânî, Ya'lâ İbnu'l-Eşdak'tan niçin hadis yazmadığını soranlara şu cevabı vermiştir: “Hadis meclisine gittik. Bir gün ileri geri sözler söylediğini işittik. Dünyada insan mı yok ki bundan hadis yazılacak?” diyerek meclisini terk ettik. Yazdığımız hadisleri de bıraktık.” 1067Şu hale göre konuşması sırasında yalan söylemese bile ciddiyet ve vekara aykırı şekilde hafif, adî ve çirkin sözler sarfeden ravi mürüvvet vasfını zedelemiş demektir ve sefeh vasfı taşıyordur. Sefeh sahibi bir ravi ise ne kadar sadık ve dirayetli olursa olsun cerhedilerek adalet vasfını kaybetmiştir, muhaddisler sefih olduğu anlaşılan ravilerden hadis alınamayacağı görüşündedirler.

Seketû Anhu:

“Hakkında bir şey söylemediler, sustular” demektir Cerh lafızlarındandır. Beşinci derece ağır cerhe delalet eden lafızlar arasında yer alır.


Kaide olarak böyle ağır derecede cerhe uğrayan arvinin adalet vasfını kaybettiğine hükmedilir. Hadisleri yazılmaz. İ'tibar için dikkate alınmaz. Şahid olarak kıymet verilmez, seketü anhu lafzıyla cerhedilen ravi de öyledir.
Buharı seketû anhu cerh lafzını diğer alimlerden farklı olarak metrûku'l-hadîs manasına kullanmıştır.

Semâ:

Dördüncü babdan çekimi yapılan ve işitmek, dinlemek manasına gelen “semi'a” kök fiilinin mastarıdır. Hadis usulünde hadis rivayet metotlarından biri, birincisi ve en önemlisidir. Hadisi, bizzat şeyh denilen muhaddisle bir araya gelerek, ondan işitmek suretiyle gerçekleşir. Şöyle ki, talib, şeyhin hadis rivayet ettiği meclislerine devam eder. Onun ezberinden veya kitabından okuduğu hadisleri dinleyerek yazar ve ezberler. Böylece şeyhin hadislerini ondan dinlemek ve işitmek suretiyle rivayet etmiş olur.


Bazen de tâlib, şeyhin hadislerini önceden elde etmiş olur. Bunları o şeyhten rivayet edebilmek için meclisinde de dinler. Hatalı olanlarını düzeltir. Yahut şeyhe okuyarak arzeder. Okuma işi bitince önceden elde ettiği hadisleri işitmiş olur. Bu usulle semâ bazılarına göre şeyhten işitmekten daha üstündür.
Hadislerin Hz. Peygamber'den rivayeti semâ usulüyle başlamıştır, sahabîler Hz. Peygamber'le birlikte olduklarında onun sözlerini bizzat mübarek ağızlarından duymuşlar, işittikleri sözleri hafızalarına nakşederek bellemişlerdir. Bu yolla öğrendiklerini kendilerinden rivayet edenlere anlatarak onların da işiterek rivayet etmelerine yol açmışlardır. Bu rivayet şekli daha sonra asırlarca devam etmiştir. Zamanla başka rivayet metotları ortaya çıkmış ve uygulama alanı bulmuş olduğu halde semâ metodu değerinden hiçbir şey kaybetmemiştir; çünkü bu metotta her şeyden önce şeyh ile talibin bir araya gelmesi söz konusudur. Dolayısıyla şeyhin sözleri dinlenir, hadisleri arada vasıta olmaksızın alınır. Bu bakımdan semâ yoluyla rivayet, rivayet usullerinin en sağlam ve üstünü sayılmıştır.
Semâ yoluyla alınan hadislerin rivayetinde değişik eda lafızları kullanılmıştır. Bunlardan en üstünü semi'tudur. Bu eda lafzının en üstün oluşunun sebebi, sadece semâ yoluyla alman hadislerin rivayetinde kullanılmasındandır. Ondan sonra haddesenâ gelir. Tekil zamirle haddesenî, ahberanâ, enbe'enâ eda lafızları da sema usulüyle rivayette kullanılan eda lafızlarıdır. Ancak bu lafızlardan çoğu semadan başka yollarla rivayet edilen hadislerin edasında da kullanılmıştır.

Semâ'ul-Muzakere:

Bk. Müzâkere.



Semâ'u's-Sağîr:

Küçüğün hadis işitmesi demek olup hadis rivayetine başlama çağını ifade eden tabir mahiyetindedir.


Hadis rivayetine başlama çağı konusunda görüş ayrılıkları vardır. Bu görüş ayrılıkları tek hedefe, rivayetin sahih olması hedefine yöneldiğinden çıkmıştır. Ancak biri diğerinden farklı yaş sının koymakla birlikte rivayetin, sıhhatini temin edercek yaşta başlaması noktasında birleşmiştir.
el-Hâtibu'1-bağdâdî, Kûfelilerden hiç kimsenin yirmi yaşını doldurmadan hadis rivayetine başlamadığını, o yaştan önce Kur'ân-ı Kerim'i ezberleme ve ibaretle meşgul olduğunu kaydeder. Bazı alimlere göre bu yaş onbeştir. 1068Kadı İyad ise muhaddislerin hadis rivayetine başlama yaşı olarak beş yaşını sınır koyduklarından söz etmiştir. 1069İbnu's-Salâh da muhaddislerin rivayete başlama yaşı olarak bu yaşı uygun bulduklarını söylemiştir. Buna ilave olarak da beş ve daha yukarı yaşlarda hadis işitmiş olanlar için hal tercümelerinde semi'a, henüz bu yaşı tamamlamadan hadis meclislerine katılanlar için ise hadara veya uhdira yazıldığını kaydetmiştir.1070
Burada şunu eklemek gerekir. Hadis rivayetine başlama çağı olarak çeşitli yaş sınırları çizenlerin yanında çoğunluk, halin dikkate alınması gerektiği görüşündedir. Nitekim İbnu's-Salâh buna işaret ettikten sonra, kendisine söyleneni anlayacak, vereceği cevabı bilecek yaşta olanların semainin sahih olacağını, böyle olmayanların ister beş, isterse elli yaşlarını bitirseler bile rivayetlerinin sahih olmayacağını söylemiştir. 1071Rivayete göre Mûsâ b. Harun'a çocuk yaştaki birinin ne zaman hadis işitebileceği sorulduğunda “inekle eşeği ayırdedebildiği zaman” cevabını vermiştir. 1072Ahmed b. Hanbel de benzer bir soruyu “aklı başında olması, yaptığını ve söylediğini bilmesi, işittiğini hıfz edebilmesidir. Bu hale gelen çocuğun sema'ı sahih olur. Gelmeyenin ise yaşı -İbnu's-Salâh’ın deyişiyle- değil beş, elli bile olsa rivayeti sahih olmaz.
Çocuğun buluğ çağma ermeden önce işitmiş olduğu hadislere gelince muhaddislerin çoğunluğu bunları kabul etmiştir. Aynı şekilde müslüman olmayan birinin Hak dine girmeden önce işitmiş olduğu hadislerin rivayeti de kabul edilmiştir. Ancak bazı alimler erginlik çağına ermemiş çocuğun hadis rivayet etmesini sahih saymamışlardır. İbnu's-Salah, bunların hata ettiklerini söyler. Delil olarak da muhaddislerin el-Hasen b. Ali b. Ebî Tâlib, İbn Abbâs, İbnu'z-Zubeyr, en-Nu’mân b. Beşîr ve daha pek çok sahabînin hadislerini hiç bir ayırıma gitmeksizin kabul ettiklerini ileri sürer.

Semi'a:

İbnu's-Salâh’ın kaydettiğine göre bu kök fiil hadis ravilerinin rivayetin sahih addedilebilmesi için alt sınır olarak kabul ettikleri beş yaşını tamamladıktan sonra hadis meclislerine devam ettiklerini ifade etmekte kullanılmıştır. Buna göre mesela rical kitaplarında bir raviden söz edilirken “falancadan hadis işitti” denilmişse bu tabir onun o şeyhin hadis meclislerine beş yaşını tamamladıktan sonra devam edip ondan hadis işittiğini ifade eder.


Şu var ki bu yaş sınırı kesin değildir. Pek çok muhaddis hadis rivayetinin, yaptığını ve söylediğini bilecek, işittiğini hıfzedecek, kendisine sorulan sorulan anlayıp cevap verebilecek hale geldiği zaman başlaması görüşündedir. (Bk. Semâ'us-Sağîr). Kısacası rivayete başlamak için mümeyyiz olmak gerekir. Bu ise buluğ çağma erdikten sonradır. Buna göre bu ifade aynı zamanda ravinin hadis işitmeye buluğ çağına erdikten sonra başladığını da açıklar.

Semi'tu:

“Ben işittim” manasına çekimli fiildir. Hadis rivayetinde kullanılan eda lafızlarından biri ve en üstünüdür. Yalnızca semâ' yoluyla alınmış bulunan hadislerin rivayetinde kullanılmıştır.


Haddesenâ, ahberanâ lafızları da aynı usulle rivayette kullanılır. Ancak bu lafızlar semâ'dan başka usullerle rivayet edilen hadislerin edasında da kullanılmıştır, oysa semi'tu, tekrar edelim, yalnızca sema metoduyla rivayeti ifade eder. Bu yüzden sema'a delalet eden eda lafızlarının en üstünü sayılmıştır.
Şeyhinden semâ yoluyla hadis almış olan ravi, bunlan başkasına rivayet ederken kısaca semi'tu fulânen dediği gibi semi'tu fulânen yekûlu da der.

Semi'tu Fulânen:

Bk. Semi'tu.



Semi'tu Fulânen Bi-Kırâ'atî Aleyh:

Ravinin, şeyhinden kendisi okumak suretiyle almış olduğu hadisleri başkasına rivayet ederken kullandığı eda lafzıdır.


Aynı yerde aynı manaya gelen semi'tu-fulânen kırâ'aten aleyh eda lafzı da kullanılmıştır.

Semi'tu Fulânen Kırâ'aten Aleyh:

Bk. Semi'tu Fulânen bi-Kırâ'atî aleyh.



Semi'tu Fulânen Yekûlu:

Bk. Semi'tu.



Sened:

Sözlükte dağın eteğinden yukarı olan kısmı, bir kimsenin güvendiği biri, sığmak ve dayanak manalarına gelir. Bir iddiayı ispatlamak üzere ileri sürülen delil ve burhana sened denilmesi son manasındadır. 1073Türkçede kullanılan sened de bu manaya uygun olarak bir borcun veya verilen sözün geçerliliğini gösteren delil anlamınadır.


Bir hadis terimi olarak sened, hadisin ilk kaynağına kadar ulaşan yolu teşkil eden raviler zincirine denir. Bir diğer deyişle hadisi son olarak rivayet eden muhaddisle Hz.Peygamber arasında bulunan râvîlerin isimleridir. Söz gelimi Buharı, şeyhi A dan bir hadis rivayet etmiş olsun.
Bu hadisi A, B den almış; B, C, isimli raviden, C ise D adındaki sahabîden nakletmişse A, B, C, D, isimli raviler hadisin senedini teşkil ederler. Bunu bir misal üzerinde şöyle gösterebiliriz.
“Bize Ebubekr b. Ebî Şeybe tahdis etti. (Dedi ki) bize Affân b. Müslim rivayet etti. O, bize Hammad tahdis etti dedi. (Hammâd), bize Enes'ten naklederek Sabit haber verdi (dedi): er-Rubeyyi'nin kız kardeşi Ummu Harise birini yaraladı. Hz. Peygamber (s.a.s)'e şikayete geldiler. Hz. Peygamber
“Kısası eda ediniz, kısası yerine getiriniz” buyurdu. Bunun üzerine Ummu'r-Rubeyyi'
“Yâ Resulallâh! fulanca kadından kısas istenir mi? Vallahi ondan kısas alınmaz!” deyince Allah Resulü “Subhânallah yâ Umme'r-Rubeyyi! Kısas Allah'ın farz kıldığı bir hükmüdür” dedi.”1074
Bu hadiste müslim'in şeyhi Ebubekr b. Ebî Şeybe'den başlamak üzere sıra ile Affân b. Müslim, Hammâd, Sabit ve Enes senedi teşkil ederler.
Senede tarîk ve vecih de denir. Hadisciler bir hadisi çeşitli senedlerle naklederler. Bu senedler sıhhat bakımından aynı düzeyde olmayabilir. Bunu belirtmek üzere muhaddislerin sık sık “bu hadis bu senedle sahihtir” “bu tariktan illetlidir, şu vecihten şöyledir” gibi ifadeler kullandıkları görülür.
Bir hadisin sıhhati ilk olarak senedinden anlaşılır. Eğer senedi teşkil eden raviler güvenilir, hıfz ve itkan bakımından sağlam kimselerse hadis, - başka kusuru yoksa- sahih kabul edilir. Bu bakımdan hadisin senedi çok önemlidir. Kısacası sıhhat ölçüsünün başta gelenidir.

Sevk:

Türkçedeki karşılığı ile sevketmek manasını veren sevk. Hadis Usulünde bir hadisi senediyle birlikte nakletmeye denir. Bu anlamda rivayet manasınadır. Şevke edâ denildiği de olur. Ancak aralannda ufak bir fark vardır. Sevk, daha çok kitaptan nakildir. Oysa eda, en çok ezberden rivayeti ifade etmekte kullanılmıştır.



Sevvâ:

Eşitledi, aynı düzeye getirdi anlamına gelen bu kök fiil, Hadis Usûlü kaynaklannda ravinin tesviye tedlîsi yaptığını belirtmek üzere kullanılmıştır.



Sevveğa Lî:

Tesvîğ sözlükte caiz görmek, bir nesneyi bir kimseye layık görerek vermek manasınadır. Mazi şekli ve zamirle sevveğa lî bana münasip gördü demektir ve munâvele yoluyla alınmış hadislerin rivayetinde eda sigası olarak kullanılmıştır.


Bazı Hadis Usulü alimleri icazetle olan münavelede haddesenâ ve ahberanâ eda lafızlarını kullanmayı doğru bulmamışlardır. Onlara göre böyle rivayette bu ve benzeri lafızların kullanılması gerekir. Buna göre sevveğa lî münavelede haddesenâ ve ahberanâ lafızlarını kullanmayı caiz görmeyenlerin öngördükleri eda lafızlarından biri olmaktadır.

Seyyi'u'l-Hıfz:

“Kötü ezberleyen” manasına cerh lafızlarından biridir. Cerhin en hafifine delalet eden birinci mertebe lafızlarına el-Irâkî'nin eklediği lafızlar arasında yer alır. Daha çok metâ'ini aşera'dan sû'u'1-hıfz yani kötü ezberleme kusuru yüzünden cerhedilmiş raviler hakkında kullanılmıştır.


Hakkında seyyi'u'l-hıfzi cerh hükmü verilmiş olan ravi adalet vasfını kaybetmemiş sayılır. Dolayısiyle hadisleri atılmaz. İtibar için yazılır.

Sıfatu Rivâyeti'l-Hadîs:

Bk. Rivayet Şartları.



Sıhâh:

Kelime olarak sahih'in çoğuludur. Hadis ilminde iki ayrı manada kullanılmıştır. Bunlardan birincisi el-Kutubu's-sitte'ye verilen öteki ismidir. Buhâri, Müslim, Ebu Dâvud, Tirmizî, Nese'î ve İbn Mâceden ibaret altı kitap, diğer hadis kitaplarına nisbetle daha sahih ve güvenilir olduklarından hepsine birden sıhâh veya sıhâh-ı sitt denilmiştir.


İkincisi meşhur alim el-Beğavî'nin Mesâbîhu's-Sunne isimli güvenilir hadis kitabında sahih hadislerin toplandığı
kısmın bölüm başlığıdır. Alimimiz bu eserine aldığı hadisleri konularına göre tertiplemiş, her konuda verdiği hadisleri mine's-Sıhâh ve mine'l-Hîsân başlıkları altına iki grupta toplamıştır. Sıhâh başlığı altında topladıkları hakkında sahih hükmü verilmiş olanlardır ve Buhâri ile Müslim'in gerek ittifakla gerekse ayrı ayrı rivayet ettikleri hadislerden seçilmiştir.
İbnu's-Salâh, el-Beğavî'nin, es-Sahîhân’ın her ikisinde, yahutta sadece birisinde bulunan hadislerden dilediğini sıhâh, Ebu Dâvud, Tirmizî ve benzeri sünen kitaplarından derlediklerini ise hisân başlığı altında toplamasına itiraz etmiş ve bilhassa hasen hadislerin sadece Ebu Davud ve Tirmizî'de bulunanlardan ibaret olmadığına dikkati çekmiştir.

Sıhâh-ı Selâse:

İsmi üzerinde, Buhârî, Müslim ve imâm Mâlik'in el-Muvatta'ından oluşan üç sahihe denilmiştir.



Sıhah-ı Sitt:

Bk. Kutub-i Sitte.



Sıhhat:

Kelime olarak Türkçedeki karşılığı olan sağlamlık, sıhhat ve sağlık manasını verir. Hadis Usulünde hadisin sahih olmasını ifade eden bir terim olarak kullanılmıştır.


Hadisin sıhhatine hükmetmek önemli bir konudur ve öncelikle sıhhat şartlarını taşımasına bağlıdır. Bundan başka sahih olduğu esas itibariyle kabul edilmiş bir kitapta yer alması da sıhhat hükmü vermeye kafi görülmüştür.
Bir hadis cüzü veya kitabı içinde bulunan, es-Sahîhândan birinde olmayan ve hadis imamlarından biri tarafından hakkında sıhhat hükmü verilmemiş, bununla birlikte isnadı sahih olan bir hadis görülürse o hadisin sıhhatine hükmedilip edilemeyeceği konusu ihtilaflıdır. İbnu's-Salâh, yaşadığı devirde buna hükmetmeye cesaret edilemiyeceğini, sadece isnadlara bakılarak o devirde bir hadisin sıhhatini kestirmenin güç olduğunu söylemiştir. Ona göre bunun sebebi, ricali içinde sahih için şart koşulan hıfz, dabt ve itkan'dan uzak olmakla birlikte rivayette elindeki kitaba dayanan ravi bulunmayan isnadın kalmayışıdır. Zayıf ve haseni bilmek bir bakıma hadis alimlerinin tahrif ve tağyirden uzak olarak bilinen meşhur ve güvenilir kitaplarında söylediklerine bağlıdır. 1075Buna göre hadislerin sıhhati hakkında daha çok gayret safederek hüküm vermiş ilk devir alimlerinin herhangi bir şey söylemedikleri hadisler hakkında sıhhat hükmü vermeye imkan görülemez; zira böyle bir hadis hakkında onların sıhhat hükmü vermemelerinin bir sebebi olmalıdır. Kaldı ki onun sahih görmedikleri de söylenebilir. Görselerdi elbette sıhhat hükmünü verirlerdi.
en-Nevevî, İbnu's-Salâh'in bu görüşünü mutlak olarak kabul etmez. Ona göre hadis ilminde ileri dereceleri almış, sağlam bilgi sahibi bir alimin sıhhati hakkında daha önce herhangi bir hüküm verilmemiş hadise sırf isnadına bakarak sahihtir demesi caizdir. 1076Nitekim bazı âlimler kendi bilgilerine dayanarak daha önce hakkında sahih hükmü verilmeyen kimi hadislerin sıhhatine hükmetmişlerdir. İbn Hacer de aynı kanaattedir. Ona göre de sünen ve müsned türü kitaplarda bulunan bir hadis, musannifi sahih olduğunu söylemese bile, isnadında sıhhat şartlan mevcut olduğu, itkan sahibi ve dikkatli muhaddislerin gözüne ilişen bir illeti bulunmadığı sürece sıhhatine hükmetmek imkansız değildir. Şu var ki bu gibi hadislerin farkına varılamamış illetleri bulunma ihtimali vardır. Onun için ihtiyata uygun olarak böyle hadisler hakkında hüküm verirken “bu hadis sahihtir” diyerecek yerde “sahihu'l-îsnaddır” denmelidir. Bazı âlimler böyle hadisler hakkında sahîhun inşa'allah demişlerdir. 1077(Bk.Sahihun İnşaallah).

Sıhhat Şartları:

Bk. Şurûtu's-Sıhha.



Sigâr-ı Tabiin:

Tabiîlerin küçükleri anlamını veren bir tamlama olup sahabe devrinin sonlarına doğru yaşayan, ancak rivayetleri daha çok diğer tabiîlerden, bilhassa kibâr-ı tabiîn'den olan tabiîlere denir. Bunlar sahabeye yetiştikleri halde onlardan ilim almadıkları dolayısiyle diğer tabiîlerden rivayette bulundukları için tabiîler arasında ayrı bir tabaka oluşturmuşlardır. Hatta pek çok alim bu yüzden bunların mürsellerini mudal addetmişlerdir.



Sîğatu'l-Cezm:

Bk. Cezm Sigası.



Sîğatu't-Temrîz:

Bk. Temriz Sigası.



Sika:

Bir kişiye güvenmek, itimat etmek ve inanmak manasına mastardır. Müfred, tesniye ve cemi olarak kullanılır. Tesniyesinde sikatân dendiği gibi cemi olarak sikât denildiği de olur.


Arapçada bu şekillerde kullanılabilen sika, Hadis Usulünde umumiyetle adalet ve zabt vasfı taşıyan ravilere denir. Bununla birlikte sikatun şeklinde ta'dil lafzı olarak da kullanılır. Yalnız kullanıldığında üçüncü, sikatun-sikatun şeklinde tekrar edilerek veya sikatun -sebtun, sikatun-mutkinun, sikatun-huccetun, sikatun-hafîzun misallerinde olduğu gibi üçüncü mertebede yer alan ta'dil lafızlarından birisiyle beraber kullanıldığında ise ikinci derece ta'dile delâlet eder.
Bir hadisin sahih olabilmesi için önce ravilerinin adalet ve zabt yönlerinden sika yani güvenilir olması gerekir. Bu bakımdan ravilerin sika olup olmadıklarının bilinmesi büyük önem taşır. Bunun için rical alimleri ravilerin hallerine dair önemli kaynak eserler yazmışlardır. Bunlardan bir kısmı sadece sika sayılan ravilere ayrılmıştır. Misal vermek gerekirse Ebu Hatim b. Hibbân el-Bustî'nin Kitâbu's-Sikâtı, Kasım b. Kutluboğa’nın ve İbn Şâhin'in aynı isimde Kitâbu's-Sikât'lan verilebilir.
Bazı alimler ise sika ravilerle birlikte zayıf ravilere de yer veren eserler te'lif etmişlerdir. Bunlara misal olarak da şu eserler verilebilir.
1. et-Târîhu'l-Kebîr: Muhammed b. İsmail el-Buhâri,
2. Kitâbu'1-Cerh ve't-Ta'dîl: İbn Ebî Hatim,
3. Kitâbu'1-Cerh ve't-Ta'dîl: İbrahim b. Ya'kûb el-Cûzecânî.
4. Mîzânul-Î'tidâl: ez-Zehebî,
5. Tehzîbu't-Tehzîb: İbn Haceri’l-Askâlânî. 1078

Sikât:

Bk. Sika.



Sikatun:

Bk. Sika.



Sikatun-Hâfizun:

Bk. Sika.



Sikatun-Huccetun:

Bk. Sika.



Sikatun-Mutkinun:

Bk. Sika.



Sikatun-Sebtun:

Ta'dilin üçüncü mertebesinde yer alan lafızlardan ikisinin bir arada kullanılmasıyla oluşan ta'dil lafızlarındandır ve ta'dilin ikinci mertebesine delâlet eder.


İkinci mertebede yer alan ta'dil lafızlarından birisiyle adaletli olduğuna hükmedilmiş arvinin hadisleri makbuldür, dinî meselelerde delil olarak kullanılır. Buna göre sikatun-sebtun denilerek adaletli olduğu söylenmiş olan ravinin kendisi sika olduğu gibi hadisleri de makbuldür.
Bu ta'dil lafzı sebtun-sikatun şeklinde de kullanılmıştır.

Yüklə 2,09 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   38   39   40   41   42   43   44   45   ...   51




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə