35
Buna rağmen bazı durumlarda o, lafızlarla sınırlı kalıyor
151
ve lafzın zahirine
tutunuyordu. bn Abbas’ın aksine bn Ömer ekseriyetle zahire meylediyordu. Bu ise,
onun bazı meselelerde lafzı aşıp, lafzın arkasındakini almasına engel değildi
152
.
Sahabe arasında sünneti anlama hususunda ortaya çıkan bu iki temel eğilim
ve yaklaşım tarzı sonraki nesil ve ekollerde de taraftar bularak varlığını devam
ettirmiştir. Nitekim, tabîun neslinde, sahabede görülen, zahirî ve fıkhî eğilim
ş
eklindeki iki temel yaklaşım takip edilmiş ve bu eğilimlerin çizgileri netleşmeye
başlamıştır
153
. Ehl-i re’y ve ehl-i hadîs grupları ise bu dönemde, bölge ayırımına
dayalı olarak Irak ehli ve Hicaz ehli ya da Kûfe ehli ile Medîne ehli şeklinde
bilinmektedir
154
. Re’y ve hadîs ekollerinin ortaya çıkışı ise tâbiûn döneminin en
151
Meselâ bn Abbâs’ın ferâiz ile ilgili konularda lafızcı davranması bu duruma en güzel örnek
teşkil etmektedir. Abdulmecîd, el- tticâhâtu’l- Fıkhıyye, s. 172.
152
Abdulmecîd, A.g.e., s. 336. Bünyamin Erul, zahiri temayüle sahip olmasıyla meşhur olan bn
Ömer’in de zaman zaman mana ve maksadı dikkate alan yaklaşımlarda bulunduğuna dair şu iki
örneği vermektedir:
Yolculukta namazları iki rekat kılmanın Hz. Peygamberin sünneti olduğunu söyleyen bn
Ömer, (Ahmed b. Hanbel, Musned, II. 20, 31, 57) yolculukta nafile namazları kılanları görünce
ş
öyle demiştir:“Eğer namazlardan önce veya sonra nafile kılacak olsaydım, (farz namazları) tam
kılardım. Ben Hz. Peygamber ile, Ebû Bekir ile vefatlarına dek beraber bulundum, iki rekattan
fazla kılmıyorlardı. Ömer ve Osman’da böyle yapıyorlardı”. Ahmed b. Hanbel, Musned, II. 56;
krş.Mâlik, Muvatta, 9, Sefer 7, h. no: 22 (I. 150); Muslim, Sahîh, 6, Musâfirîn 1, h. no: 8, I.
479-480.
Aynı şekilde bn Ömer, yolculukta sabah ezanı dışında başka ezan okumaz ve “ezan,
insanların imamın arkasında toplanmaları içindir” derdi. Mâlik, Muvatta, Salât 2, h. no:11 (I. 73.
Ancak, Hz. Peygamber, Ebû Saîd el-Hudrî’ye, davar ile çölde bulunduğunda ezan okurken sesini
yükseltmesini istemiş ve ezan okuyanın sesini işiten cin, insan ve her şeyin, kıyamet günü ona
ş
efaat edeceğini söylemiştir. Mâlik, Muvatta, 5, Salât 1, h. no: 5 (I. 69).
Hz. Peygamberin söz ve fiillerinin zahirlerine sımsıkı bağlılığıyla tanınan bn Ömer bu iki
meselede gâî yorum yapmakta ve onlara maksadlar doğrultusunda yaklaşmaktadır. Zira
yolculukta namazların kasredilmesi, yolculara vakitten kazandırma, yolculuğun bir an evvel
tamamlanması, kolaylaştırma gibi hikmet ve maksatlara mebni, meşrû kılınmış bir ruhsattır.
Aynı amaçla nafile namazlar da terkedilmiştir. Bu sebeple bn Ömer haklı olarak, “nafile kılacak
olsaydım, farzları kılardım” demiştir.
Aynı şekilde ezan da, cemaatı namaz kılmak üzere mescide davet amacına matuf şer’î bir
vesîledir. Yolculuk esnasında, mescide cemaatin davet edilmesi sözkonusu olmadığına göre,
vaktin girdiğini ezan okumak suretiyle ayrıca ilan etmeye gerek yoktur. Usûlcülerimizin de
dediği gibi, “asıl, yani maksad düştüğünde, onu gerçekleştirmek için var olan vesile de
düşecektir. Erul, Sahabenin Sünnet Anlayışı, 278-279.( Karafî, Furûk, II. 33’den naklen).
153
Tâbiûn neslinin de sahabe neslinde olduğu gibi sünnette yer alan konulara, zahirî ve
fıkhî/ictihâdî olmak üzere iki temel yaklaşım sergilediklerine dair geniş bilgi için bkz. Ulu, Arif,
Tâbiûnun Sünnet Anlayışı, AÜSBE, (Yayımlanmamış Doktora Tezi), Ankara, 2006, s. 189-
244.
154
Şelebî, el-Fıkhu’l- slâmî, s. 160; Özşenel, Mehmet, Ehl-i Re’y-Ehl-i Hadîs, s. 80. Bölgesel
farklılığa dayanarak yapılan bu tasniften, hadîs ve sünnetin yalnız Hicaz ehli tarafından, re’y ve
kıyasın da yalnız Irak ehli tarafından kullanıldığı ve bunlara özgü olduğu düşünülmemelidir.
Dolayısıyla bu tür genel nitelendirmeler daima isabetli görülmemektedir. Çünkü her iki bölgede
de hem hadislere hem de re’ye yer verilmektedir. Aynı zamanda Medîneli olup, re’y kimliği ile
36
belirgin özelliklerinden biri olarak kabul edilmiştir
155
. Dolayısıyla ilk iki asırda iki
temel yaklaşımı sergileyen ehl-i re’y ve ehl-i hadîsin sünnet ve re’ye bakışları ile
hadîs- sünnet değerlendirmeleri hadîsleri anlama ve yorumlamada anahtar rolü
oynamaktadır
156
. Hicaz’da fıkhî hareket hadîse dayanmak suretiyle gelişmiş ve bu
nedenle Hadîs ekolü veya Hicaz ekolü şeklinde isimlendirilmiştir. Irak’ta ise fıkhî
hareket daha farklı bir şekilde yani re’y, akıl ve kıyasa dayanmak suretiyle
gelişmiş
157
, bu yüzden re’y ekolü veya Irak/Kûfe ekolu şeklinde isimlendirilmiştir
158
.
Ignaz Goldziher de bu konuda şu değerlendirmeyi yapmaktadır: “Ehlu’l- hadîs ve
Ehlu’r-re’y şeklindeki bu iki tesmiyenin, gerçekten de slâm hukukuyla meşgul
fakihlerin görüşleriyle alakalı olduğundan şüphe edilmez: yani birinciler rivâyete
dayanan kaynakların tedkikiyle meşguldür, ötekiler ise hukukun amelî icraâtıyla.
Müteakiben bu iki tabir hukukî istidlâl usûlleri arasındaki zıddiyeti belirtti; öyle
zıddıyet ki, biz onu daha II. asırda pek sık şekilde tezahür ediyor görebiliyoruz”
159
.
nsanların içinde yaşadığı çevrenin ve yaşam biçiminin farklı olması,
ihtiyaçlarının da farklılaşmasına neden olmaktadır. Dolayısıyla kırsal kesim
yaşantısının ihtiyaçları ile, şehir hayatı, ya da medenî yaşantının ihtiyaçlarının aynı
olması düşünülemez. Bu bakımdan, sade ve basit bir hayatın ihtiyaçlarına Medîne
ekolünün sahip olduğu merviyyât yeterli olurken, Irak gibi çeşitli kültür ve
medeniyetlere beşiklik yapmış bir yerde, merviyyâtın yanında ağırlıklı bir şekilde
re’ye başvurmasına gerek duyulmuş bu da yeni bir ekolün doğmasına zemin
hazırlamıştır
160
. Ancak Medine ekolü üzerindeki bu değerlendirmelerin birer
tanınan, Iraklı olup hadisçi kimliği ile tanınan ilmî şahsiyetler de mevcuttur. Bu bakımdan yalnız
bölgesel farklılığa dayalı nitelendirmeler isabetli gözükmemektedir.
155
Sâlih, Tefsîru’n-Nusûs, I, 92-93; Ulu, Tâbiûnun Sünnet Anlayışı, s. 116.
156
Özşenel, Ehl-i Re’y-Ehl-i Hadîs, s. 7.
157
Kûfe’de temel hukûkî sorunlar üzerinde tartışma geleneği, Hz. Ömer’in, Abdullah b. Mesûd (ö.
32)’u bir öğretmen ve kadı olarak tayin etmesi ve onun haleflerinden zamanının en büyük
hukukçularından sayılan brahîm en-Nahâî (ö. 96) ile ortaya çıkmıştır. Ancak hukuk alanındaki
ilk net tarihî bilgiye, yakın talebelerinden olan Hammâd b. Ebî Suleymân (ö. 132) zamanında
ulaşılmıştır. Fâruki, “al-Shafi’i’s Agreements” s. 129.
158
en- Nebhân, Muhammed Fârûk, “Eseru’l- mâm Mâlik fî Ted’îmi Mekâneti’s- sünneti’n-
Nebeviyye fi’l- Menheci’l-Fıkhı’l-Âmm”, Nedevâtu’l- mâm Mâlik, Fâs, 1400/1980, II. 164.
159
Goldziher, Zâhirîler, çev. Cihat Tunç, Ankara, 1982, s.3.
160
Emîn, Duha’l- slâm, II. 152-153; Zeydan, Abdulkerîm, slâm Hukukuna Giriş, çev. Ali Şâfak,
Kayıhan Yay., stanbul, 1985, 214-215;Erdoğan, Ahkâmın Değişmesi, s.18; Özen, Şükrü, slâm
Hukuk Düşüncesinin Aklîleşme Süreci, (Yayınlanmamış Doktora Tezi), MÜSBE, stanbul,
1995, s. 220-221; Kutlu, Sönmez, slam Düşüncesinde lk Gelenekçiler, Kitâbiyât, Ankara,
2002, s. 41-42.
Dostları ilə paylaş: |