33
Hz. Peygamberin söz ve davranışlarını bütüncül değil parçacı bir anlayışla
değerlendirmeleri, onlara göre her bir söz ve fiil, başlı başına bir değer taşıdığı için,
her birinin zâhiriyle amel etme taraftarı olmaları ve böyle bir rivâyeti Kur’an’a, Hz.
Peygamberin tatbikatına ve akla arzetmeye gerek görmemeleridir
140
.
Sahâbe arasında var olan bir diğer eğilim ise zâhirî tavır sergilemeyen ve
hükümlerin mana ve maksadına ehemmiyet veren yaklaşımdır. Bu eğilime sahip
olanlar bir hadîsi anlamaya çalışırken, Hz. Peygamberin ne dediğini değil, ne demek
istediğini araştırmış, duyduğu her rivâyeti olduğu gibi kabul etmemiş, Hz.
Peygamberin her yaptığı işi sünnet kategorisine sokmamıştır. Anlamada istinbât ve
fıkıh melekesini elden bırakmayan bu sahâbîler, hadîslerin Kur’an ve slâmın temel
ilke ve esasları doğrultusunda anlaşılmasına özen göstermişlerdir. Bu yaklaşımın
başında ise, Hz. Aişe, Hz. Ömer, Abdullah b. Mes’ûd, Abdullah b. Abbas, gibi
sahâbîler gelmektedir
141
.
Fakîh sahâbîler, diğerlerinden farklı olarak sünnetlerin illetlerini gözetmeye
özen göstermişler ve hükümleri bu illetler üzerine bina etmişlerdir. Öyleki bu kapıyı
daha da geniş tutmuşlar ve nasslarda gözetilen illetlerden yola çıkarak yeni hükümler
ortaya koymuşlardır. Bu illetlerde ise meydana gelebilecek maslahat ve hikmete
dayanmışlar, zahirî vasıfların peşinden gitmemişlerdir
142
. Kısacası Sahâbe, yeni
karşılaştıkları sorunları bildikleri ve istinbat ettikleriyle çözemedikleri zaman, kendi
re’yleriyle ictihad ederek ve nasslardaki illeti ortaya çıkarıp bu illete binaen hüküm
vererek çözmeye çalışmışlardır
143
. Dolayısıyla ashab içinde maksadı ihmalle
tamamen zahire sarılanlar daha az sayıdadır. Onların en büyük başarısı, olayların
bizzat içinde bulunmalarının kendilerine kazandırdığı melekelerle “küllî bir
yaklaşıma” ulaşmış olmalarıdır
144
.
140
Erul, Sahabenin Sünnet Anlayışı, s. 155, 191, 194; Görmez, Metodoloji Sorunu, s. 46.
141
Fevzî, Rıf’at, Tevsîku’s-Sunne fi’l-Karni’s-Sâni’il-Hicrî, Mektebetu’l-Hancî, Mısır, 1981, s.
37-38; Görmez, Metodoloji Sorunu, s. 46; Erul, A.g.e., 286; Özşenel, Ehl-i Re’y-Ehl-i Hadîs, s.
79.
142
Erul, A.g.e., 274.
143
ed-Dehlevî, Şah Veliyyullah, el- nsâf fî Beyâni Sebebi’l- htilâf, Mısır, 1327, s. 3.
144
Şelebî, Muhammed Mustafa, Ta’lîlu’l-Ahkâm, Dâru’n-Nahdatu’l-Arabiyye, Beyrût, 1981, s. 71;
Erdoğan, Ahkâmın Değişmesi, s. 87.
34
bn Kayyım, fıkhî yönü ağır basan sahâbilerle diğerlerini kıyaslarken
nassların delâleti konusundaki yaklaşımlara dikkat çekerek şu değerlendirmeyi
yapmaktadır: Nassların delâleti hakîkî ve izâfî olmak üzere iki kısımdır. Hakîkî
delâlet, konuşanın kasdına tabi olup bu üzerinde ihtilaf olmayan dalâlettir. zâfîye
gelince, o dinleyenin anlayışna, idrâkine, düşünce ve yeteneğinin mükemmelliğine,
zihnin berraklığına, lafızların derecelerini bilmelerine bağlıdır. Bu delâlet ise
dinleyenlerin farklılığına göre farklılık arzeder. Ebû Hurayra ve Abdullah b. Ömer en
çok hadîs ezberleyen ve rivâyet edendir. Hz. Ebûbekir, Ömer, Ali, bn Mes’ûd, Zeyd
b. Sâbit, Abdullah b. Abbas ise onlardan en fakih olanlardır
145
.
Ş
u halde Kur’an ayetleri ve Hz. Peygamberin emirleri karşısında ashabın
iki yol izledikleri görülmektedir. Kimisi nassın zahirine, kimisi de mânâ ve maksada
itibar etmekteydi
146
. Diğer bir deyişle; bir kısım sahabe formu esas alırken, bir kısmı
da illet-hikmet-amaç bütünlüğü içerisinde hareket etmiş, dolayısıyla da formun
bizzat kendisini bağlayıcı görmemiştir
147
. Ancak bu iki yönelişe kapsamlı birer
metodoloji gözüyle bakmaktan ziyade, bunların daha sonra ortaya çıkacak olan usûl
ve yöntemlere öncülük ettikleri gerçeğine işaret edilmiştir
148
. Bu nedenle bazıları
Sahabede ortaya çıkan bu eğilimlerin, aslında iki asır sonra bir paradigma olarak
tezahür edecek olan önemli bir oluşumun nüvelerini teşkil ettiğini ve bu iki ana
eğilim arasındaki açının, ikinci hicrî asrın sonlarına yaklaşıldığında iyice genişlemesi
neticesinde bu geniş açıdan Şâfiî ile başlayan bir ideoloji ve paradigmanın
doğduğunu ifade etmişlerdir
149
.
Aslında hem lafızcı hem de bunun zıddı bir tavır, her insan ve bilginde
görülebilen bir durumdur. M. Abdulmecîd’in tesbitine göre de mesela bn Abbas,
kıyasla hüküm vermeye ağırlık veriyor
150
, mana ve illetleri bulmaya çalışıyordu.
145
bn Kayyım, ‘lâmu’l-Muvakkıîn, I. 264; Abdulmecîd, el- tticâhâtu’l-Fıkhıyye, s. 149.
146
Erdoğan, Ahkâmın Değişmesi, s. 86.
147
Gürler, Ehl-i Hadîsin Düşünce Yapısı, s. 48.
148
Görmez, Metodoloji Sorunu, s. 47; Özşenel, Ehl-i Re’y-Ehl-i Hadîs, s. 74. Ayrıca bkz.
Duraynî, Fethî, el-Menâhicu’l-Usûliyye, s. 9.
149
Keleş, Sünnet, s. 52.
150
Meselâ bn Abbas, Rasûlullah’ın yiyecek maddesini teslim alıncaya kadar satılmaması yasağını
zahiri anlamına bağlı kalarak bunu yalnız yiyecek maddelerine hasretmemiş, her türlü maddenin
bu yasağın kapsamına girdiği anlamında hadîsi yorumlamıştır (Şâfiî, Umm, III. 43, 46).
Dostları ilə paylaş: |