130
Ş
u halde Kur’an’dan sonra büyük bir mevkiye sahip olan hadîslerin
manalarının anlaşılıp hayata geçirilebilmesi için re’ye başvurulması, hadîsler
üzerinde ictihad ve tefakkuhda bulunulması zarûrîdir. Zaten Fıkıh da, hadîslerin
(belki daha geniş manada nassların) yorum ve şerhinden ibarettir
612
. Re’y farklı
durumlara uyum sağlamaya ve müslümanların ihtiyaçlarına göre yeni kanunlar
yapmalarına imkan veren bir araç konumundadır
613
. Genel olarak “sıhhatli, muteber
görüş” anlamına gelen re’y, sistematik bir bütünlük kazanmaya başlayınca, mevcut
bir müessese veya hükmün paralelliğinden hareket edildiği için kıyas (analogy) adını
almıştır. Bu da tam bir benzerlik esasına dayanan ictihat anlamına gelmektedir
614
.
Ancak slamî ilimlerin tedvin edildiği ve ekollerin teşekkül etmeye başladığı h. II.
asırda nasslar karşısında re’y ve kıyasa gereken önemi göstermeyen (ehl-i hadîs gibi)
ve düşmanca tavır sergileyen yaklaşımlar da olmuştur. Bu durum bizim esas
konumuz olmadığı için, biz Şâfiî’nin bu konudaki yaklaşımları ile ilgilenmeye
devam edeceğiz.
Ş
âfiî’nin, eserlerinde ictihadla ilgili olarak Hz. Peygamberden nakledilen
“Hâkim ictihad yaparak hükmeder ve bunda isabet ederse, onun için iki ecir vardır;
eğer ictihad yaparak hükmeder ve bunda yanılırsa, onun için de bir ecir vardır”
615
ş
eklindeki hadîse yer vermesi, bu hususta tek başına yeterli olmasa da en azından
onun dinde ictihad yapılmasına taraftar olduğunu göstermektedir. Ona göre, ictihad
eden kişi –hatalı da olsa- hakkı aramasından dolayı ecir almaktadır. Yoksa hata
yaptığından dolayı ecir almış olmaz. Çünkü dinde hata yapması için kimseye ecir
verilmez
616
. Yine Şâfiî’ye göre, ictihad etme imkanına sahip olan ve ihtimalli görüşe
giden kimselere, ihtilaf ettikleri zaman “kesinlikle hataya düştü” demek caiz değildir.
Fakat onlara şöyle denilir: “Sorumlu olduğu şeye uydu ve onda isabet etti. Aynı
zamanda o, hiç kimsenin bilmediği gayb bilgisiyle de sorumlu değildir”
617
. Yine ona
göre Allah katında hak tek iken, müctehidlerin ictihad ettikleri konularda hak tek
612
Özşenel, Ehl-i Re’y-Ehl-i Hadîs, s. 69.
613
Hasan, slâm Hukukunun Doğuşu , s. 78.
614
Schacht, slâm Hukukuna Giriş, s. 47.
615
Şâfiî, Risâle, 267, (no. 1409); Şâfiî, Umm, VI. 281; Şâfiî, btâlu’l- stihsân, VII. 496.
616
bn Abdilberr, Ebû Ömer Yusuf en-Nemerî, Câmiu Beyâni’l- lm ve Fadlih, Dâru’l-Kutubi’l-
lmiyye, Beyrût, ty., II. 72.
617
Şâfiî, btâlu’l- stihsân, VII. 497.
131
değildir. Allah’ın hükümleri bir olup, gizli ve açık hakkı tam anlamıyla yalnız Allah
bilir
618
. Bu da onun ictihad farklılıklarını müsamaha ile karşıladığına bir delildir.
Ayrıca Şâfiî, beyân çeşitlerini açıklarken ictihadı da beyanın bir çeşidi
saymakta ve ictihadda bulunmanın dinin farzlarından biri olduğunu, Allah’ın,
insanları ictihad yönünden de imtihana tabi tuttuğunu ifade etmektedir
619
. “Andolsun
ki biz sizi imtihan edeceğiz. Böylece sizden cihad edenlerle sabredenleri bilelim ve
haberlerinizi deneyelim ki (neler yaptığınız ortaya çıksın)”
620
âyetini bu hususta delil
olarak sunmaktadır. Yine ona göre namaz kılarken kıbleyi araştırıp bulmak da
Allah’ın insanlara farz kıldığı bir ictihaddır
621
. Bütün bunlar onun dinde ictihadın
gereğine ve önemine dikkat çektiğine birer delildir. Ancak kıbleyi tesbit için
Kâbe’nin bulunduğu yöne kıyas yapmayı ictihad olarak görmesine dikkat
edilmelidir. Biraz sonra da ele alacağımız gibi onun ictihad anlayışı neredeyse
tamamen kıyas odaklıdır.
Kıyas yöntemini icad eden kimse olmamakla birlikte, Şâfiî’nin, kıyasın
prensiplerini belirleme, kurallarını ve sahasını ele alma yolunda, ilk önemli adımı
atan hukukçu olduğu ifade edilmiştir
622
. O, bilginin Kitab, sünnet, cmâ ve Kıyas’tan
ibaret olduğunu belirterek kıyası şu şekilde tanımlamakta ve temellendirmektedir:
“Kıyas, bir şey hakkında Kitâb ve sünnette bulunan nasslara uygun olduğunu
gösteren bir takım işaretlere dayanarak hüküm aramaktır; çünkü Kitab ve sünnet,
ulaşılması gereken gerçeğin esasını teşkil eder. Daha önce anlattığım gibi, kıblenin
tayini, adl ve misl’in mahiyetinin tesbiti böyledir. Kıyas’ın Kitab ve sünnete
uygunluğu iki yöndedir: Birincisi: Allah ve Peygamber’i, bir şeyi nassla bir illetten
dolayı helal veya haram kılmıştır. Hakkında Kitab ve sünnette belirli bir nass
618
Şâfiî, btâlu’l- stihsân, VII. 497.
619
Şâfiî, Risâle, 12. (no. 59).
620
47. Muhammed, 31. Âyetin ictihadla ilgili yorumu için bkz. Arslan, Şâfiî’nin Kur’an
Okumaları, s. 264.
621
Şâfiî, Risâle, 12- 13. (no. 65). Nitekim Şâfiî, ictihad ve kıyası temellendirmek için daima namaz
kılarken bir takım işaretlere dayanarak kıbleyi araştırma örneğini vermektedir. Ona göre,
insanların Kâbe’ye yönelmeleri, Allah’ın kendileri için yarattığı alâmetler ve onlara verdiği
akıllar
la mümkün olur. Şâfiî, Risâle, 20. (no. 114). J. Lowry’ye göre burada önemli nokta Şâfiî
için, hukuki sorunlara cevap bulmak ve metafizik (ilahi) doğru çözümlere ulaşmak amacıyla,
gerekli her iki araçın (alâmetler/signs ve akıllar/minds) Allah tarafından sağlanmış olmasıdır. Bu
fikir, genel olarak Şâfiî’nin hukuk düşüncesindeki teolojik fikri ortaya koymaktadır ki o da;
hukukun tamamen her şeyi kuşatmış olmasıdır. Lowry, The Legal-Theoretical Content, s. 29.
622
Dönmez, Kaynak Kavramı, s. 117.
Dostları ilə paylaş: |