19
tanımlamadaki Aydınlanma metaforunun kilisenin yarattığı otoriteye karşı
epistemolojik, bilimsel; aristokratik iktidara karşı politik itirazları seslendirmesidir.
İkinci tanımlamada Aydınlanmayı sağlayacak olan yeni ‘kutsal’ın ‘akıl’ olduğu ve
dolayısıyla her şeyin akıllaştırılarak açıklama girişimidir. Bu açıdan Simmel’e göre
“Ortaçağ’da Hıristiyan Kilisesi fikri vardı; Rönesans’ta, aşkın kuvvetlerle
meşrulaştırılması gerekmeyen bir değer olarak dünyevî doğanın yeniden kazanılması
fikri vardı; 18.yüzyıl Aydınlanması, aklın egemenliğinin insanlığı evrensel mutluluğa
eriştireceği fikrine” dayanmaktadır.
33
Yukarıda adı geçen filozoflara bakıldığında, Aydınlanma felsefesinde ön plâna
çıkan ve tartışmanın merkezini işgal eden kavramların; akıl, bilgi, bilim, toplumsal
hayat, sözleşme veya hukuk, devlet-siyaset- gibi kavramlar olduğunu söyleyebiliriz.
Nitekim modern felsefeye baktığımızda bu kavramlara ya da düşünürlere bağlı olarak,
rasyonalizm, empirizm, materyalizm, liberalizm, sosyalizm, kapitalizm (ekonomik
gelişmeler) gibi akımlarının/kavramlarının doğduğunu görebiliriz. Batı dünyasında
ortaya çıkan Aydınlanma, her ülkede aynı doğrultuda gelişmemiştir. İngiltere, Almanya
ve Fransa üzerinden evrenselleşmiştir. Bu ülkelerin Aydınlanmadaki paylarını kısaca
söylemek gerekirse: “Aydınlanma, temelini İngiltere’ye, derinleşmesini Almanya’ya,
söylemini ve itici gücünü Fransa’ya borçludur.”
34
Descartes ile başlayan modern felsefede, filozofun metodik şüphesi ve kartezyen
(özne-nesne ya da zihin-beden) akılcılığa dayanan rasyonellik ve bilimsellik arayışı
sosyal-toplumsal bir düşünce yapısına evrilen bir yol izledi. Bir bakıma modern felsefe,
klâsik felsefe sorularına yöntemsel bir değişiklikle ve eleştirel bir tutumla cevaplar
bulmaya girişmiştir. “Modern felsefe, nesnel, keskin ve tutarlı bilgiyi olanaklı kılan ve
özne-nesne gibi iki kutuplu karşıtlıklardan oluşan bir temele yaslanır.”
35
Bizatihi
Rönesans ile beraber başlayan klâsik eserlerin kilise çerçevesinde yorumlarından
uzaklaşılmış ve dinsel doğrulara dair inanç azalmış olup akıl ve bilim ışığında dünyayı
ve yaşamı anlama girişimleri başlamıştır. Bu süreçte
hümanizm
e
36
dayanarak insana ya
33
Georg Simmel,
Modern Kültürde Çatışma
, (6. Baskı), İletişim Yayınları, İstanbul 2009, s. 64-65.
34
Oscar Ewald,
Fransız Aydınlanma Felsefesi
, (2. Baskı), (Çev.: G. Aytaç), Doğu Batı Yayınları, Ankara
2013, s.17
35
Aylin Görgün Baran, “Postmodernizmin Özne ve Akıl Kavramlarına Yönelttiği
Eleştirilere Eleştirel Bir
Bakış”,
Düşünen Siyaset Düşünce Dergisi,
Lotus Yayınevi, Sayı: 21, Ankara 2005, ss. 113-130, s.114
36
Hümanizm, Avrupa toplumlarında zaman içinde çeşitli defalar yeniden boy gösteren bir tema ya da
temalar bütünüdür; daima değer yargılarıyla bağlı olan bu temalar, açıktır ki gerek içerikleri gerekse
20
da bu dünyaya dönerek okumaların artmış olduğunu söyleyebiliriz. Kilise ve tanrı kendi
karanlıklarına doğru terk edilmişlerdir. Aynı damardan beslenen modern felsefe
Aydınlanma çağında yüzünü bu dünyaya dönmüştür. Nitekim dinsel duyguların azaldığı
bu çağda bir yeryüzü cenneti kurma ideali yeşermiştir. Bu bağlamda insan, bireysel bir
kimlik edinebilmiştir; daha felsefî bir deyişle ‘özne’ olabilmiştir.
Aydınlama Çağı’nın en dikkat çekici şahsiyetleri, Fransız Aydınlanmacılarıdır.
Bunlar başka bir deyişle ‘Ansiklopedistler’ olarak da bilinir. Ansiklopedistlerin amacı,
değişik bilim, sanat ve meslek alanlarını kapsayan bir sözlük oluşturmak ve bunu
herkesin-akıllı- anlayabileceği bir dille, yani halk dilinde yazmaktır. Örneğin ünlü
Ansiklopedist D’Alembert, “ansiklopedinin amacı olarak: ‘yeryüzüne yayılmış bütün
bilgileri bir araya getirme’ olarak belirtir. Nitekim Aydınlanma çağının manifestosu
olan bu eser Aydınlanma Çağı’nın ‘her şeyi bilme’ ve ‘her şeyi öğrenme’ çabasının bir
ürünüdür.”
37
Bu bilgi deposunda metafizik ve din gibi alanlar dışarıda tutulur ya da
Tanrı’nın gökten indirilip doğanın içine serpilerek, akılda bulunduğu/kavrandığı bir
anlayış karşımıza çıkar. Böylece seküler bir inanış olan Deizm meydana gelmiştir.
Aydınlanmacılar, kilise bağlamındaki dinsel anlayıştan çıkıp, akla uygun bir din
anlayışı yerleştirmeyi hedeflemişledir diyebiliriz. Bu bağlamda kilisenin kurumsal
yapısından çıkan inanç Aydınlanmanın birey’inde-birey aklında- kendine yer bulur.
Aydınlanma döneminin karakteristik özellikleri Fransız Devrimi’ne yol açan
entelektüel birikimdir. Bu birikimin sonucunda oluşan ulus-devlet modeli, takip eden
dönemlerde imparatorlukların dağılmasındaki en temel noktadır. “Ulus, modernliğin
siyasal biçimidir çünkü geleneklerin, göreneklerin ve ayrıcalıkların yerine bütünleşmiş,
aklın ilkelerinden esinlenen yasa tarafından yeniden yapılanmış bir ulusal uzamı
koyar.”
38
Siyasal iktidarın gökten indirilmesi olarak görebileceğimiz bu durum, erkin
tanrısal bir vergi olmasından çıkıp halka dayanması ile modern devletin veya yönetimin
barındırdıkları değerler bakımından büyük değişiklikler gösterirler. Dahası, eleştirel bir farklılaşma ilkesi
işlevi görürler. On yedinci yüzyılda, kendini Hıristiyanlığın ya da genelde dinin eleştirisi olarak sunan bir
hümanizm vardı; asetik ve çok daha Tanrı-merkezli bir hümanizmin (on yedinci yüzyılda) karşısında bir
Hıristiyan hümanizmi vardı. On dokuzuncu yüzyılda, bilime karşı düşmanca ve eleştirel yaklaşan
kuşkucu bir hümanizm ile tam tersine, bütün umutlarını aynı bilime bağlayan başka bir hümanizm ortaya
çıktı. Marksizm bir hümanizm olmuştur, aynı şekilde varoluşçuluk ile kişiselcilik de. İnsanların Nasyonal
Sosyalizm’in temsil ettiği hümanist değerleri benimsedikleri ve Stalinistlerin kendilerine hümanist adını
yakıştırdıkları bir dönem de olmuştur. Bkz. Michel Foucault,
Dostları ilə paylaş: