100
olmaz.” O adam ehl-i kitabın miskinlerindi. Hazret-i Ömer, O’ndan ve benzer-
lerinden cizye alınmasını kaldırmıştır
1
.
Selçuklular, Memluklular ve Osmanlılar zamanında bunların hâkim oldukları
coğrafya için “ Türkiye” ve bu devletlerin her biri için de “Devlet-i Türkiyye” deni-
lirdi. Böyle bir niteleme, “Türkiye” veya “Türkiye Devleti”nde Türklerden başka
kavimlerin de yaşadığını inkâr etmek değildir. Osmanlı Devleti, bir Türk çekirdeği
etrafında toplanmış, irili ufaklı, çeşitli soy ve din gruplarından meydana gelmiştir.
Bu gruplar arasındaki farklar yalnız soy farkı değil, aynı zamanda din, dil, duygu ve
kültür farkları gibi sosyolojik idi. Müslüman olanların ilk zamanlarda kuvvetli, son-
raları zayıflayan bir din birliği bağından başka birlik bağları yoktu. Hıristiyan unsur-
ların ise, devlete bağlılığı sırf siyasi bağlılıktan ibaretti. Bu hal Osmanlı Devleti’nin
dağılması ve yıkılmasının başlıca amili olmuştur.
2
Osmanlı Devleti’nde, “Her mille-
tin kendi kaderine sahip çıkması” prensibinin gelişmesine paralel olarak, önce Hıris-
tiyan toplumlar, ardından farklı milliyetlere sahip Müslümanlar çatıyı terk etmek için
ayaklanırlarken, böyle bir teşebbüse kalkışmayan yegane Müslüman topluluk Kürt-
ler olmuştur. Bu sonuç bile, Türklerle Kürtlerin ne denli bir vahdete sahip oldukla-
rını, kaynaştıklarını ve geleceklerini birleştirdiklerini göstermeye yeterlidir.
“Türklerin gezip görmedikleri, göçüp konmadıkları yer” olmadığına göre, her
kavimden çok, onların “kesrette vahdetçi”, yani günümüzdeki ifadesiyle çoklukta
birlikçi veya “çoğulcu” olduklarını rahatça söyleyebiliriz. Tarihi hakikatlerdendir ki,
Türk adını taşıyan bir ırk vardır ve bunca insan ırkı içinde “ırkçılık-racism” yapma-
yan ender ırklardan biri, belki de birincisidir. İnsanlık tarihinin kıdemlilerinden biri
olan, birkaç kez soykırıma ve “diaspora” ya mahkum ve mecbur edilen Yahudilerin
bu dünyada nefret etmedikleri yegane milletin Türkler olduğu söylenmektedir. Bu
gerçek bile Türklerin ırkçılığı meslek edinmediklerinin resmidir. Binaenaleyh, Türk
kimliğini gölgelendirmek veya sıradanlaştırmak ahlaki bir söylem olamaz. İdris
Bitlisi’nin belirttiğine göre, Osmanlı yöneticileri Balkanlarda fütuhat yapıldıkça,
Anadolu’dan Türkmenleri, Arapları ve Kürdleri buraya sevk etmişler ve iskânlarını
gerçekleştirmişlerdir.
3
Anlaşılıyor ki, bu saydıklarımız yani Türkler, Araplar ve
Kürdler birbirlerini benimsemiş ve içselleştirmişlerdir. İlk devirlerden başlayarak,
mesela Selçuklular ile Eyyubiler arasında, Güneydoğu Anadolu üzerinde bir rekabet
söz konusu olduğunda, Urfa’nın, Adıyaman’ın Kürd beyleri Sultan II. Kılıç Arslan
yanında tavır koymuşlardı. Bu tutum sonraki yüzyıllarda da devam etmiş, Ana-
dolu’nun doğusunda bir Rumluk ve Ermenilik teşkiline hep birlikte karşı konulmuş,
nihayet Doğu Anadolu’nun Kürd aşiretleri, “Mütareke ve Milli Mücadele yıllarında
Doğu illerinin öz kapısını, bütün aksamıyla sınırlarını bile ileriden ve geriden
1
Ömer Nasuhi Bilmen, Hukûk-ı İslâmiyye ve Istılâhât-ı Fıkhıyye Kâmusu, C. IV, İstanbul 1969, s.
97-102.
2
Ali Fuat Başgil, Esas Teşkilat Hukuku Dersleri, Cilt 1, Ankara 1943, s. 137. Ayrıca Bakınız: Mustafa
Keskin, Atatürk’ün Millet ve Milliyetçilik Anlayışı, Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara 1999, s.
2-3.
3
İdris Bitlisi, Heşt-Bihişt, II Cilt, Haz. Mehmet Karataş, Selim Kaya ve Yaşar Baş, Betav Yay.,
Ankara 2008.
101
müdafaa edenler” olmuşladır.
1
XIX. yüzyılın savrulmaları ve savurmaları arasında,
şüphesiz Kafkasya ve Doğu Anadolu da bulunmaktadır. Anadolu, 1071’den itibaren,
Doğu’dan başlayarak fethedilmeye başlanmış, 10 yıl gibi kısa bir sürede Selçuklu
orduları ve onları izleyen Oğuzlar-Türkmenler kıyılara ulaşmışlardır. Anadolu, önce
Haçlıların, sonra putperest Moğolların işgaline uğradığında, bunların egemenlik
kurma teşebbüslerine karşı hep birlikte karşı konulmuş, Karakoyunlular, Akkoyun-
lular ve Osmanlılar zamanında samimi mukadderat birliği yapılmış, Anadolu’nun
ideal ve ideoloji birliği temin edilmiş, Birinci Cihan Harbi’nde vatan toprakları bir-
likte savunulmuş, ortak felaketlere karşı konulmuş, ayrışmamıza çalışanlara karşı
sabır ve sebatla direnilmiş, nihayet, binlerce yıllık müsibetlerin bir intibahı olarak,
sınırları ve içeriği “Misak-ı Milli” ile belirlenmiş Türkiye Cumhuriyeti Devleti ku-
rulmuştur.
Tarihi, medeni, ahlaki, ırki akrabalığı bulunan, bütün zamanlarda teşrik-i me-
sai eyleyen Türkler ile Kürdler arasında fitne ateşi yakmak ve tutuşturmak isteyenler,
bundan önce olduğu gibi, şimdi de ve sonrasında da hüsrana uğrayacaklardır. Türki-
ye’nin medeni yüksek vasfını zedeleyen bazı yanlış uygulamalar, gerekçesi ne olursa
olsun, bizleri devletimize küsmeye, gücenmeye, kırılmaya ve incinmeye sevk etme-
melidir. Türkler ve Kürdler birbirlerine emanettirler. Ne biri ne de diğeri, emanete
ihanet etmemişlerdir. Şimdi ve gelecekte de etmeyeceklerdir. Tarihin, coğrafyanın,
jeopolitik ve jeostratejinin bizler için öngördüğü durum ve sorumluluğun gereği de
budur. Ayrılıkta azabın ve birlikte rahmetin olduğu gerçeğini asla gözden ve gönül-
den ırak etmeyelim. Geçici hevesler uğruna istikbalimizi karartmayalım. Onmamız-
dan rahatsızlık duyanları hoşnut etmeyelim. Âşık Paşa’nın “Garipname”sinde anlat-
tığı, birbirinin dilini anlamayanların, aynı nesneyi isterken bile, birbirlerini darp et-
melerini değil de, bunun yerine aynı dili, bağlaç ve paydaş dilini kullanmanın çok
makul ve meşru olduğunu unutmayalım.
Burada iki yaşadığımız iki doğal felaketten ve sonuçlarından söz etmekle teb-
liğimi bitirmek istiyorum. Birincisi 17 Ağustos 1999 tarihli “Büyük Marmara Dep-
remi” ve ikincisi 23 Ekim 2011 tarihli “Van Depremi”’dir. 19 Ağustos 1999 günü,
gün batımına yakın, Bolu Dağı’nın “Değirmentaşı” mevkiinde eşimle birlikte Ana-
dolu’dan deprem bölgesine yardım getiren Diyarbakır Büyük Şehir Başkanlığı’na ait
10 civarında tır aracını gördüğümde, büyük bir heyecanla ve gururla Hanım’a
“Ölsem de gam yemem, gözüm arkada kalmaz”. Bir kez daha anladım ki, biz bir
milletmişiz, hem de, İstiklâl Marşı Şairimiz Mehmed Akif Ersoy’un şu beytini de
ilave etmiştim:
“Biz de milletmişiz, hem de ne milletmişiz
Gelmişiz dünyaya, milliyet nedir öğretmişiz”
Van depremi, olduğunda milletçe üzüldük, mahzun olduk. Vatan’ın, her yanı
gibi, muazzez olan Van şehrimizin yıkılmasından, çok sayıda vatandaşımızın ölü-
münden ve yaralanmasından kederlendik. Takdire şayandır ki, bütün bir millet olarak,
Türk milleti olarak, fütur göstermedik, ümitsizliğe düşmedik, kendi elemanlarımızla
ve kendi paramızla Van’ı, eskisinden çok daha güzel olmak üzere, inşa ettik.
1
M. Fahreddin Kırzıoğlu, Bütünüyle Erzurum Kongresi, T. C. Ziraat Bankası Armağanı, Ankara
1993, s. 148.