gibi. İnsan eylemi ve dünyanın karmaşıklığının farkında olan bu
hayat tarzları onun yerine çeşitli daha ince ayrımlar kullanırlar.
Böyle bir yerde elindeki kaba kavramsal şebekeyi kullanmaya
kalkacak bir Putnam onların konuşmalarının büyük bir kısmını
sade gürültü diye reddetmek zorunda kalacaktır. Ama bu onun şe-
kebesinin eleştirisidir, reddettiği konuşmaların değil. Ayrıca gö-
recileri söz konusu ayrımla geriye püskürtmek mümkün değildir,
çünkü hemen size farklı kültürlerin, hattâ aynı kültür bünyesindeki
farklı okulların ayrım çizgisini farklı yerlerden geçirdiğini
hatırlatacaklardır (krş. Kesim F).
I. HAYATA DÖNÜŞ
Sonuç olarak, burada anlattığım göreciliğin kavramlar değil
(modern görecilik biçimlerinin büyük bir kısmı böyle olsa da) insan
ilişkileri hakkında olduğunu bir kere daha belirtmek isterim. Bu
görecilik âdet ve üslûpları farklı kültürler ya da bireyler arası
toslaşmalarda beliren sorunlarla uğraşır. Entelektüeller bu türden
toslaşmalarla tartışmalar zemininde uğraşmaya alışmışlardır ve bu
hayali tartışmaları onlar kendi söylemleri kadar soyut ve eri-
şilemez hale gelinceye kadar arındırma eğilimindedirler. B öylesi
bir işlemde bunların birçoğu hayattan demir alıp teknik bilgi su-
larına doğru uzaklaşır. Artık şu ya da bu kültür veya kişiyle ilgileri
kalmamıştır; gerçeklik, doğruluk ya da nesnellik gibi fikirlerle
uğraşır olmuşlardır. Ve yine artık fikirler/insani varoluş ilişkisini
değil fikirlerle fikirlerin ilişkisini sorguluyorlardır. Örneğin
doğruluk nesnel bir nosyon mudur, bilimsel pratik akılcı bir pratik
midir ya da gerçeklik algıya nasıl dayanır, diye sorarlar -ki burada
“doğruluk”, “bilimsel pratik” ve “algı” bilimadamlannm ve öteki
sıradan insanların hayatlarında neler olup bittiğini kolayca teşhis
etmemizi engelleyen çeşitli biçimler altında tanımlanmıştır
(ayrıntılar için krş. Kesim D).
Tüm maharet bu tür soruların açıklanmasına hasredilir. Bu sü-
reçte üretilen kelime oyunları bugün artık dünya ölçekli bir tatsızlık
haline gelmiştir. Batılı entelektüellerin oynadığı oyunlardır bunlar;
ve ayrıca Batı uygarlığının ürünlerinin hayasız kar-
navahndan gözleri kamaşmış birtakım Bafılı olmayan seyircilerin de
ilgisini çekmeyi başarmıştır. Bu fikirlerin düşünsel gücüyle onları
üreten toplumların siyasal ve askeri gücünü iyice biribirine karıştırmış
şu “Üçüncü Dünya” denilen ülkelerin erkek ve kadınları Batı
felsefesinin o cıvık çamuruna bulanmaya başladılar. Fakat toptan
bakıldığında bu gelişme düşünsel bir Rönesans başlatmak bir yana,
düşüncenin gözden düşmesine; kendi oyun parklarının ötesini
görmekten aciz birtakım felsefecilerin “Dünya Kültürünün Bunalımı”
dedikleri şeye vardı. Ama ben bunalımın düşünsel ve akademik hayatta
değil bilerek ya da bilmeyerek bu hayatın imalatlarıyla beslenmiş geniş
ölçekli bir fenomende yattığım düşünüyorum. Bu beslemeyi ortaya
çıkarmak için Batı düşünsel imalatlarının sözde nesnelliğinin gerisinde
yatan dev yanlışları ve gizli varsayımları saptamak zorundayız. Fakat
bunları ortaya çıkarsak bile en az onun kadar önemli başka bir iş de ha-
yata dönmek ve örneğin insan ve toplumlann alışılmadık durumlarla
yüz yüze geldiklerinde ne tür tepkiler verdiğini inceleyerek hayatın
sorunlarıyla daha dolaysız bir yolla uğraşmayı öğrenmektir.
Sunuşta da işaret ettiğim gibi, kültürler arası anlaşmazlıklarda
gösterilen tepkiler çeşitlidir. Bunlardan biri
dogmatizmdir:
bizimki
doğru, öteki hayat tarzlan yanlış, aşağılık, günahkârdır. Bazı
dogmatikler hoşgörülüdür -günahkârlara acır, onlara doğru yolu
gösterme çalışır, olmuyorsa kendi hallerine bırakır. Bazı 16. ve 17.
yüzyıl Hıristiyanlarının hoşgörüsü bu türdendi. Bazıları ise yanlış
yoldakilerin Hakikati bozabileceğinden korkarak yok edilmelerini ister.
Bu da Tesniye’nin yaklaşımıdır. Çoğulcu ve özgürlükçü bir retoriğin
egemen olduğu demokrasilerde yaşayan modern dogmatikler daha bir
saman altından su yürüten cinste güç arayışındadırlar. “Basit inançlar”
ile “nesnel bilgi”yi birbirinden ayıran bilimsel akılcılık yanlıları “batıl
inançlar” karşısında hoşgörülüdürler ama “nesnel bilgi”yi ayrıcalıklı bir
konuma getirmek için de yasa, para, eğitim ve halkla ilişkilerden
yararlanmayı ihmal etmezler. Üstelik bu konuda şaşırtıcı bir başarı da
göstermişlerdir. Kilise, ve Devletin ayrılması, resmen kabul edilmiş
olanlar dışındaki tüm tıbbi usûlleri yasaklayan yasalar, katı eğitim
politikaları, bilimin savunma gibi ulusal öneme sahip
projelerle iç içe geçmesi -bunların hepsi de güçlü grupların nesnel
doğruluk diye adlandırdıklarının güçlenmesine, diğer fikir ve ka-
naatlerin zayıflamasına yarar.
Önceki kesimlerde dogmatizmin bir kültürel alışveriş ve/veya
kültürel gelişim ilkesi olarak kullanıldığında feci sonuçlara yol
açtığını göstermeye çalıştım. Batılı gözlemciler bile bugün Batı
teknolojisi ve hayat tarzlarının o zamana dek Batının ayak bas-
madığı bölgelere taşınmasında yanlış bir şeyler olduğunu itiraf
ediyor. Söz konusu bölgelerdeki yaşam mükemmel değildi; büyük
boşlukları vardı (örneğin birçok hastalık etkili bir şekilde tedavi
edilemiyordu) ve bünyelerinde iyi bir yaşama ters gelen birçok şey
barındırıyorlardı. Kısaca bizim şu anda Batıdaki durumumuza
oldukça benzer bir haldeydiler. Fakat doğru çözüm geleneksel âdet
ve alışkanlıkları toptan silmek ve yerlerine yine toptan “akılcı”
usûlleri geçirmek değildi. Birçok insanın bugün “doğru” olacağını
düşündüğü çözüm hem yerel hem de Batılı bilgileri dikkate almak
ve onlara bu toplulukların âdet ve geleneklerine uygun bir kullanım
tarzı kazandırmaktı. Söz konusu geleneklerin bizzat onlarla
yaşayanların gözüyle bakıldığında bile her zaman yararlı ol-
madıkları doğrudur; fakat bunlar o insanların hayatlarının doğal bir
parçası, dolayısıyla da doğal başvuru noktalarıdır. Onlara itibar
etmemek insanları yüce efendilerin eğitimine muhtaç köleler gibi
görmek demektir.
Son söylediklerimiz açıkça dogmatik yaşam biçimleri için ge-
çerlidir; ancak tevazuları, hoşgörüleri ve eleştirel duruşlarıyla gu-
rurlanan felsefeler konusunda da çekinmeden aynı şeyleri söylemek
mümkün. İlk bakışta bu felsefeler ideal kültürel alışveriş
araçlarıymış gibi görünür. Öğretmenlerin, bilim ve akılcılık tem-
silcilerinin hatalı olabileceğini; öğrenciler ya da -Batılı bilgi ve
yaşam tarzlarının kapısını çaldığı- yerli kültürlerin temsilcileri ta-
rafından önerilebilecek daha iyi şeyler olabileceğini teslim ederler.
Ne hoşgörülü, ne insani bir tutum doğrusu. Hoşgörülüdür
-“eleştirel” standartlarla. Çünkü alışverişin bir tartışma biçiminde
olacağını, tartışmanın belli kurallara göre yürütüleceğini ve ka-
rarların oradan çıkacak sonuca göre verileceğini varsayar. İnsani
ilişkiyi sözel alışverişe, sözel alışverişi tartışmaya ve son bir ha-
reketle de tartışmayı açıkça formüle edilmiş konular üzerinde
Dostları ilə paylaş: |