sanları tektip bir hayat tarzına zorlama girişimlerinin doğurduğu
felaketlere bakarak bugün pek çok insan bir kişi, grup ya da kültür için
doğru olan bir şeyin bir diğeri için de mutlaka doğru olması
gerekmediğine inanıyor. Bu pratik görecilik modern toplumların içkin
çoğulluğundan, özellikle de tarihçi ve antropologların keşiflerinden güç
alıyor: kadim düşünceler ve günümüzün “ilkel” kozmolojileri bizim
alışkın olduğumuz şeylerden farklı olabilir, fakat hepsinde de maddi ve
manevi bir esenlik yaratma kapasitesi vardır. Mükemmel olmayabilirler
-hiçbir dünya görüşü mükemmel değildir- ama bizim hayat tarzlarımızla
kıyaslandığında kusurlarını çoğu kez bizde olmayan birtakım
üstünlüklerle telafi ettiklerini görürüz. Evrim bu konuda başka bir
argüman daha sunuyor: canlılar aleminde her küme, bölüm, kol ya da
tür kendi duyu organları, yorumlama mekanizmaları ve ekolojik do-
kunulmazlarıyla büyük ölçüde kendi imalatı olan bir dünyada kendine
göre bir var olma biçimi geliştirir.
46
Örümceğin dünyası ile köpeğin
dünyası arasında ortak çok az şey vardır ve kö- pekgillerden bir filozof
kalkıp kendi düşüncelerinin nesnel olarak geçerli olduğunu iddia ederse,
son derece ahmakça bir iş yapmış olur. Kadim şüpheciler ve modern
takipçileri (örneğin Montaigne) bu çeşitlilikten mükemmel bir şekilde
yararlanmışlardır.
Öte yandan böyle bir durumu yeterli bulmayıp tek bir doğruluk
peşinde koşan birçok insan vardır; onlara göre doğruluk aksi halde
kaotik bir malumat yığını olarak kalacak bu çoğulluğun ardında saklı
olmalıdır. Garip ama aynı iştahı duyan göreciler de var. Bunlar Batı
akılcılığının bulaşmadığı bakir geleneklerin çaba ve ürünleri hakkındaki
görüşlerini nemalandırmak arzusundadırlar, ama bu kadarı onlara
yetmez, bilgi ve doğruluğun doğası üzerine genel ve -allah korusun!-
“nesnel” önermeler oluşturmak da isterler.
46. Klasik Darwincifikte canlılar eylemlerinden bağımsız olarak var olan bir dünyaya
uyarlanırlar. “Dış dünyanın bizzat kendisine ait birtakım dinamiklerle değiştiği ve
canlıların onu izlediği yolundaki [bu] basit yaklaşım, canlının çevresi üzerindeki
etkilerini hesaba katmaz . . . Canlı ve çevresi gerçekte birbirinden ayrı olarak
belirlenmez. Çevre canlı varlıklara dışardan dayatılmış bir yapı değil gerçekte o
varlıkların bir yaratımıdır.” R. Levins ve R. Lewontin,
The Dialectical Biologist,
Cambridge, Mass. 1985, s.69, 99. Ayrıntılar için bkz. söz konusu kitabın 2. ve 3.
Bölümleri.
Eğer nesnelcilik, özel bir bakış açısı olarak kabul edilebilse bile, diğer
görüşler üzerinde nesnel bir üstünlük iddiasında bulunamaz, diyorsak,
sorunların ve sonuçların nesnel sunuş tarzı da görecileriıı alıp kullanacağı
doğru bir tarz olamaz. Dolayısıyla adına layık bir göreci gerçeğin,
doğrunun ve bilginin doğası üzerine iddialarda bulunmaktan çekinmek ve
özgül, somut alanlara bağlı kalmak zorundadır. Bulgularını
genelleştirebilir ve sık sık da genelleştirecektir ama, nihayet bizzat
doğaları gereği yararlı, makul ve en önemlisi de herkes için bağlayıcı
birtakım ilkelere ulaştığını hiçbir zaman varsaymadan. Nesnelcilerle
tartışırken kuşkusuz nesnelci yöntem ve varsayımlar kullanabilir; ancak
burada amacı (özel ya da genel durumlar hakkında) evrensel olarak kabul
edilebilir doğrular teşkil etmek değil, karşıtlarını köşeye sıkıştırmak
olacaktır -nesnelcileri kendi silahlarıyla vurmaya çalışmaktadır, o kadar.
Göreci argümanlar her zaman ad. ho- minemL dir (insanların önyargı ve
tutkularına hitap eden-ç.n.); güzellikleri, kendi entelektüel düello
namusunun getirdiği sınırlar dahilinde, hitap ettikleri homines' in onları
dikkate almalarını ve yerinde buluyorlarsa (kendilerine göre), “nesnel
olarak geçerli” saymalarını sağlamalarında yatar. Bu denemede şimdiye
kadar yürüttüğüm tartışmalar bu şekilde okunmalıdır.
47
Örneğin R7’den Rll’e sunduğum tezler dünyanın “nesnel
özelliklerini” filan ortaya koymuyor; onları formüle etmekten amacım
nesnelcinin yaptığı işe güvenini sarsmak ya da canlı bir tarihsel tablo ile
konuya yabancı okurları kendi yanıma çekmek.
48
47. Hume (A Treatise of Human Nature, Kitap i,
Of the Understanding, D.G.C. Macnabb, der.,
New York 1962, s.263 vd.) durumu şöyle tarif eder: “Akıl ilk etapta mutlak bir hüküm ve
otoriteyle yasalar koyan, kurallar vazeden saltanatın sahibi gibi ortalıkta boy gösterir. O
yüzden düşman ona sığınmak, onun koruması altına girmek zorunda kalır ve orada, aklın
yanlışlık ve budalalığını kanıtlamak üzere akılcı argümanlara başvurarak, denilebilirse onun eli
ve mü- hürüyle bir patent üretir. Bu patent ilk başta, kendisinden türediği aklın mevcut ve
dolaysız otoritesiyle doğru orantılı bir otoriteye sahiptir. Fakat aklı yalanlamaya kurulu olduğu
için, adım adım egemen iktidarın ve onunla birlikte de kendisinin gücünü zayıflatır; ta ki
aralıksız ve amansız seyreden bir zafiyet sonunda her ikisi de bir hiç haline gelinceye kadar.”
48. Bu benim niyetim. Şüphesiz birçok okuyucu sunduğum argümanları hatalı bulabilir. Fakat
beni ötekilerin yaptığı gibi nesnel ilkeler varsaymakla suçlayıp eleştiremez. Ben ilkeleri berbat
bir şekilde kullanabilirim; yanlış ilkeler kullanabilirim; onlardan yanlış sonuçlar çıkarabilirim; her
durumda niyetim onlardan
Dostları ilə paylaş: |