Paul karl feyerabend 13 Ocak 1924'te Viyana'da doğdu. Avusturya asıllı abd'li filozof. Bilimsel gelişmenin ancak yeni kuramların eskilerini yadsımasıyla sağlanabileceğini ileri


gayri-şahsi   ve   tektip   bir   hale   bürünmüş,   bir   bütün   olarak   yaşam   kişisel



Yüklə 8,94 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə33/135
tarix24.12.2017
ölçüsü8,94 Kb.
#17198
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   135

gayri-şahsi   ve   tektip   bir   hale   bürünmüş,   bir   bütün   olarak   yaşam   kişisel
ilişkilerden uzaklaşmış ve kişisel ilişkilere yataklık eden koşullar ya anlamlarını
yitirmiş ya da ortadan kaybolmuşlardı. Böyle bir ortamda ilk filozofların uçuk
görüşlerinin   insanlar   arasında   taraf   bulmasında   ve   yeni   bir   eğilim
başlatabilmesinde şaşılacak bir yan yoktur.
Bu   sürece   başka   bir   destek   de,   birtakım   ayrıntılardan   yoksun
kavramlardan   oluşmuş   cümlelerin   kısa   bir   zaman   sonra   kanıtlama
adını   alacak   yeni   tip   bir   hikâye   oluşturmakta   kullanılabileceğinin
keşfedilmesinden geldi; burada doğruluk kanıtlamanın iç yapısının bir
“gereği   olarak”   ortaya   çıkıyor   ve   geleneksel   otoritelerin   onayına
ihtiyaç göstermiyordu. Keşif bilginin geleneklerden ayrılabileceği ve
“nesnel”   kılınabileceği   şeklinde   yorumlandı.   Kültürel   çeşitlilik,
sunuşta da söylediğim gibi, merak ve öğrenme arzusundan başlayıp
korku ve tiksintiye kadar uzanan çok çeşitli tepkilere; ve bu tepkilere
denk   düşen,   her   türlü   yabancı   ve   farklıya   düşman   dogmatizm
biçimlerinden aynı ölçüde radikal görecilik ve fırsatçılık biçimlerine
kadar bir dizi öğretiye yol açar. Kanıtlama biçimlerinin (ya da daha
zayıf fakat aynı ölçüde “akılcı” muhakeme biçimlerinin) mevcudiyeti
bu karışıklığa bir son vermiş gibidir; öyle ya tüm yapılması gereken
kanıtlanmışın   kabulü,   geriye   kalanın   reddiydi   -böylece   doğruluk
kültürden bağımsız bir şekilde ortaya çıkmış olacaktı.
Bu görüşün en önde gelen temsilcisi Parmenides’ti. Düşüncelerini
açıkladığı şiirinde birbirinden farklı iki usûfden, ya da onun deyişiyle
iki “yol”dan bahseder. Biri “defalarca yaşanmıştan doğan, alışkanlığa
dayalı”  (ethos   polypeiron:  B7,   3),   yani   geleneksel   bilgi   ve   bilgi
edinme biçimlerine dayalı, “ölümlülerin kanılarını” içeren yol; diğeri
“insanların   ayak   seslerinin   duyulmadığı”   (yani   geleneklerden
bağımsız), “uygun ve zorunlu”ya giden yol. Parmenides’e göre ikinci
yol   bir   gelenek   değil   gelenekler   üstü   bir   yoldur.
37
  Birçok
bilimadamının da kendi faaliyetlerini aynı şekilde gördüğü anlaşılıyor.
37. Bu, Parmenides’in Düşünce ile Varlığı özdeşleştirmesinde (Diels-Kranz, Fragman B3)
açıkça görülür. Bu özdeşleştirme kadim Yunanistan’da bilinen bir şeydi ama Parmenides
onu ilk kez kültürel fırsatçılığa karşı bir argüman olarak kullandı.


Bu görüş açıkça yanlıştır.
Soyut nosyon ve ilkelerin pratik (ampirik) kavramlara oranla birbirine
daha kolay bağlanabileceğine katılabiliriz. Par- menides’in argümanları,
nokta, çizgi, bölümlere ayırma, parça ve bütün üzerine Zeno paradoksları;
ve Platon’un  
Parmenides
  di- yaloğunda geliştirdiği argümanlar somutun,
tikelin hususiyetlerine hiç bulaşmadan ne mükemmel hayal şatoları inşa
edilebileceğini   göstermektedir.   Basit   fikirlerin   basit   yollarla   birbirine
bağlantılandırılabileceği   olgusu,   her   şeyin   basit   şeylerden   oluştuğunun
gösterilmesi   şartıyla   -üzerinde   anlaşmaya   varılamayan   nokta   da   zaten
budur!-, bağlantılandırma sonucunda ulaşılan önermelere özel bir otorite
kazandırabilir.   İlk   hekimlerden   bazıları   “Varlıkla   uğraşmıyoruz   sütle,
cerahatle, sidikle uğraşıyoruz!” diyordu, birazdan alıntı yapacağımız bir
eleştiride. Bu yüzden yeni girişimin otoritesi fikirlerde ve onların bağ-
lantılarında  değil,  su  katılmamış  yapıntıları analojilere  tercih  edenlerin,
Parmenides  gibi kaba ampirik sorunlara özel bir ilgi duymayıp bu ilgi
eksikliğini onlar gerçek değildir diyerek nesnelleştiren lerin (objectivise)
(
Parmenides
 B2, 6) kararlarında yatmaktadır: 
kanıtlama usûllerinin keşfi ,
tüm kültürel çeşitliliği bir yana itip yerine tek bir doğru hikâye koymamıştır,
yalnızca o çeşitliliği arttırmıştır.
 Tüm Batı düşünce tarihi bunu doğruluyor.
Tekrar kötü yola sapanlar arasında ilk sırada Parmenides’in takipçileri
vardır. Tereddütlü bir şekilde de olsa sağduyuya yeniden küçük dozlarda
yer   açtılar.   Atomcular,   Empedokles   ve   Anak-   sagoras   Parmenides’in
Varlık   fikrini   kabul   ediyor   ama   bir   yandan   da   değişim   fikrini   de
alıkoymak   istiyorlardı.   Bu   amaçla   her   biri   birtakım   Parmenidesçi
özellikler taşıyan (sonlu ya da sonsuz) bir dizi şey önerdiler: Leukippos ve
Demokritos’un   atomları   bölünemez   ve   daimi   ama   sayıca   sonsuzdu;
Empedokles’in ele-
Bazı geleneklerin yalnızca daha İyi değil, aynı zamanda diğerlerinden bütünüyle farklı
ve bizi bilgiye götüren yegane gelenekler olduğu inancının modern bir biçimi p.C. van
der  Waerden’de  bulunabilir,  
Science   Awakening,
  New,   York   1963,   s.89.   Van  der
Waerden  Babii ve  Mısır matematikçilerinin çemberin alanını nasıl farklı bir şekilde
hesapladıklarını aktardıktan sonra şu soruyu soruyor: "Bu hesaplamanın tam ve doğru
biçimleriyle yaklaşık ya da yanlış biçimlerini Thales acaba nasıl ayırmıştı? Açıkça onları
kanıtlayarak,   onların   mantıksal   olarak   bağlantılı   bir   sisteme   oturup   oturmadığına
bakarak!”


mentleri   sayıca   sonlu,   daimi   ve   bölgelere   ayrılabilir   fakat   daha   öte
tözlere  ayrılamaz  şeylerdi (bu nedenle  Empodekles’in  dört elementi
Sıcak,   Soğuk,   Kuru   ve   Nemli,   bildiğimiz   herhangi   bir   tözden
farklıydı); Anaksagoras ise tüm tözleri daimi kabul ediyordu. (Felsefi)
teori şimdi deneyime birazcık daha yakındı -fakat dönemin bilimleri
ve sağduyusu ile arasındaki mesafe hâlâ çok büyüktü.
Ama bir başkaları tüm yaklaşımı reddetmekte tereddüt etmediler.
Örneğin  Ancient   Medicine'’in   yazarı   deneyimi   normal,   tabii   bir   şey
olarak görmeye devam ettiği gibi, Empedokles gibi onun yerine daha
soyut fikirler koymaya çalışanlarla da eğleniyordu. “Aklım almıyor”,
diye yazar 15. Bölüm’de,
techne'yi   bir   postülaya   dayandırmak   üzere   eski   yöntemi   bırakıp
yeni   görüşü   benimseyenler   [yani,   teorik   ilkeler   getirenler]
hastalarını bu postüla doğrultusunda nasıl tedavi ediyorlar. Çünkü
onlar,   sanıyorum,   kendilerinden   başka   hiçbir   biçim   altında
bulunmayan   mutlak   bir   soğuk,   sıcak,   kuru   ve   nemli
[Empedokles’in   elementleri]   keşfetmiş   değiller.   Eğer
yanılmıyorsam   hepimizin   kullandığı   aynı   yiyecek   ve   aynı
içecekleri   kullanıyor   ve   bunlardan   kimine   sıcak,   kimine   soğuk,
kimine kuru, kimine nemli olma sıfatı veriyorlar; çünkü bir hastaya
sıcak bir şey al demek, hasta hemen “hangi sıcak bir şey” diye so-
racağı   için,   abes   olacaktır.   Dolayısıyla   ya   anlamsız   şeyler
söylemeye   devam   etmek   ya   da   bilinen   maddelerden   birine
müracaat etmek zorundadırlar.
Teorik spekülasyon ile hekimlerin şahsında temsil edilen ampirik tıp
bilgisi arasındaki fark daha açık ifade edilemezdi. Alıntıdaki filozof 
dört soyut tözüyle Empedokles’tir. Konuyu daha doğrudan 
tartışabilmek için Thales’i ele alalım. Rivayete göre Thales’in önerdiği 
tek element vardı, su. Dolayısıyla Thalesçi bir doktor hastasına ya “su 
al” ya da “su alma” diyebilecektir. Bu açıkça “anlamsızdır” -bkz. 
yukardaki alıntı. Bir hekim somut şeyler söylemelidir, hastasına alması 
ya da kaçınması gerekenin “ne tür sulu şeyler” olduğunu anlatmalıdır, 
örneğin: “biraz süte batırılmış ekmek al” ya da “kesinlikle şarap içme, 
içebildiğin kadar ılık elma suyu iç”, vb. “Hepimizin kullandığı aynı 
yiyecek ve aynı içeceklere” müracaat etmeli, meslek deneyimi ve 
geleneğin


Yüklə 8,94 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   29   30   31   32   33   34   35   36   ...   135




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə