Yaşlı, kendisi için ayrılan tabureye oturdu. Odadaki kadınlardan biri, sımsıkı kapatılan
perdelerden sızmayı başarabilen ışık huzmelerini gerisingeri püskürtmek için pencereleri tek tek
dolaştı. Perdeler gerildi; güneş, dışarıda merakla bekleşen erkeklerin arasındaki yerini aldı.
İçerisi o kadar karanlıktı ki, Yaşlı'dan başka hiç kimse önünü göremiyordu. Bu zifiri karanlık,
annesinin içinden merakla dışarıyı gözetleyen bebeğin önü sıra bir asma köprü gibi uzanıyordu.
Asma köprü, kavalın nağmelerine ayak uydurup, tıpkı bir beşik gibi ağır ağır sallanıyordu. Bu an
o kadar emsalsiz, o kadar hayretengizdi ki, heyecandan akılları karışan pek çok kadın kırk kere
tekrarlayacakları duayı bir türlü tamamlayamadıkları için silbaştan okumak zorunda kalıyorlardı.
Onlar inatla ve sabırla kırka varmaya çalışırken, Yaşlı alçak sesle, tek bir dua okudu. Ardından,
önce sağına, sonra soluna doğru üfleyip, senelerdir günah ve sevaplarını tek yapraklı deftere
yazabilmek için omuzlarından hiç inmeyen meleklerini yardıma çağırdı. Bu arada, biri geceye,
öteki gündüze öykünen iki cinini selamlamayı da unutmadı.
Birinin ismi Gece idi; ama o, kendisine Eceg diye seslenilmesinden hoşlanırdı. Ekseriya, bir
çaputu belden aşağısına sımsıkı dolayarak aslını saklamaya çalışır; omzuna ipek bir şal atıp
gözlerine sürme çekerek, kat kat etekler giyip saçlarını çiçeklerle süsleyerek, kadın kılığında
dolaşırdı. Sutyeninin içini bazen otlarla, bazen meyvelerle, bazen de geceleri esen ılık rüzgârlarla
doldurup şişirirdi. İki memesinin arasına kırmızı bir gül sıkıştırmayı da ihmal etmezdi. Tepeden
tırnağa simsiyahtı. İri gözlerinin içinde yıldızlar yanıp söner; ay, şekilden şekile girer; gemiler
yollarını kaybederdi. Kıskançlığı tutmadığı müddetçe, karıncayı bile incitmeyecek kadar selis,
herkesin yardımına koşmaya çalışacak kadar munisti. Öteki cinin ismi Züdnüg idi; ama o,
soyağacını tanımadığı için mümkün olduğunca bu ismi kullanmaz, kendini Gündüz diye tanıtırdı.
Vücudunun üst tarafı mavi, alt tarafı beyazdı. Sık sık Eceg'in çaputlarını aşırıp, bunlarla
memelerini sımsıkı sarardı. Kendine samandan sakal, kurutulmuş yabani otlardan bıyık,
balmumundan da zeker hazırlardı. Bütün gün bir tepenin üzerinden Âdemoğullarının yaptıklarını
seyreder; onlara benzeyebilmek, onlar gibi ata binip kılıç sallamak, ağız dolusu küfür edip sarhoş
olmak için elinden geleni ardına koymazdı. Bazen sırf muziplik olsun diye, yoluna çıkan
insanların sırtlarına okkalı bir şaplak indirir, ayakkabılarını ters giydirir ya da saçlarını çekip
kaçardı. Kötü bir niyeti olmadığından kimsenin canını yakmazdı. Ne de olsa, o da tıpkı Eceg gibi
bir tutsaktı. İkisi de bundan uzun seneler evvel, boşaltmaya geldikleri bir kilerde yakayı ele verip
insan taifesinin hâkimiyetini kabullenmek durumunda kalmışlardı. Her ikisinin boynunda da
tutsaklıklarının nişânesi olan bir çuvaldız saplıydı. İşin aslı, her cin, sadece kendi boynundaki
çuvaldızı çıkartıp ötekinin serbest kalmasını sağlayabildiğinden, birinin tutsaklığı ötekine
bağlıydı. Gerçi ikisi de aralarında anlaşıp aynı anda çuvaldızlarını çıkartabilirlerdi ama
birbirlerine zerre kadar itimatları olmadığından böyle bir ihtimal söz konusu değildi. Velhasıl, ne
Eceg ne de Gündüz boyunlarındaki çuvaldızları çıkartmaya yanaştıklarından, bu iki cin bir
kilerde başlayan esaretlerine senelerdir son verememişlerdi.
İkisi de severdi doğumları. Yaşlı ne zaman bir bebeği dünyaya getirse, onlar da işlerini
güçlerini bırakıp muhakkak orada hazır olurlardı. Böyle zamanlarda, birbirlerine dalaşmadan
kuzu kuzu oturup küçük insan yavrusunun dışarı çıkmasını beklerlerdi. Vaktiyle, Yaşlı'nın
hiddetinin neler yapabileceğini kestiremeyecek kadar toy oldukları günlerde, sekizinci çocuğunu
dünyaya getirmeye çalışan bir kadınla uğraştıkları için başlarına neler geldiğini hiç
unutmamışlardı. Kadın, köyün delisinin karısıydı. Köy ahalisinin yarısı onun kocasını
delirttiğine, öteki yarısı da adamın ezelden beri deli olduğuna, zaten aklı başında hiç kimsenin bu
kadınla evlenmeyeceğine inanırdı. Aslında kadıncağızın tek suçu fazlaca gürbüz olmasıydı. Eni,
yan yana dizilmiş üç fıçıdan daha kalın; boyu, ağaçların en üst dallarındaki meyveleri bir
sıçrayışta toplamasını sağlayacak kadar uzundu. Akıllara durgunluk verecek kadar iri olan
memelerinin, ikide bir elbisesinden dışarı fırlamalarına aldırış etmediği, küfürden yana hiç sıkıntı
çekmeyen sivri diline gem vurmadığı ve mahremiyet nedir bilmediği için, sık sık birilerinin
utanıp kızarmasına sebep olurdu. Yüreğinde kötülük yoktu. Çok çabuk hiddetlenmesine rağmen
şimdiye değin kimseyle dalaştığı görülmemişti; zaten köyde hiç kimse onu kızdırmayı göze
alamazdı. Ötekilerin aksine, yalnızlıktan korkmaz, kimsenin gölgesine sığınmazdı. Durmadan
çalışır, üç kişinin yapacağı işi tek başına yapardı. Tarladan dönerken, deli kocasını ve yedi
çocuğunu sırtında taşır; eve vardığında, onları un çuvalları gibi üst üste yere atardı. Böyle
muamele görmek, adamın da çocukların da pek hoşlarına giderdi. Adam da çocuklar da, bu insan
azmanı kadını taparcasına severlerdi.
İşte bu kadın sekizinci çocuğunu dünyaya getirirken, muziplikleri tutan Eceg ve Gündüz,
onun saçlarını, az ötede kaval çalan genç kızın saçlarına bağlamışlardı. Uzun müddet kimse bir
şeyin farkına varmamış, ancak saatlerdir sancılar içinde kıvranan ve artık canına tak eden kadın,
bebeği kendi elleriyle çıkarmak istercesine aniden doğrulup öne doğru eğildiğinde olanlar
olmuştu. Kaval çalan genç kız, kemikleri sayılacak kadar ince ve iki gün güneş görmese sararıp
solacak kadar narin yapıdaydı. Hal böyle olunca da, kızcağız, daha ne olduğunu anlayamadan,
önce havalanmış, sonra da doğum yapan kadının yatağına yapışmıştı. Üstelik genç kızın yatağa
çarpmasıyla, hem elinden bırakmadığı kavalın kırılması hem de saatlerdir annesine kan kusturan
bebeğin fırlayıp Yaşlı'nın kucağına düşmesi bir olmuştu. Gerçi sonuçta bebek gayet sağlıklı
doğmuş, anne olayı hafif bir sıyrıkla atlatmış, birkaç gün kendine gelemeyen genç kıza yeni bir
kaval alınmıştı ama Yaşlı, cinlerini bağışlamamıştı. Eceg ve Gündüz, bu olayı takip eden
günlerde, nasıl bir cezaya çarptırılacaklarını görmeye çalışmışlardı Yaşlı'nın sır vermeyen,
camgöbeği gözlerinde. Başlarına ne geleceğini bilemedikleri için kuruntu keselerinin ağızlarını
açmış; keseden çıkan tozları soluyarak hop oturup hop kalkmışlardı. Bu zaman zarfında Yaşlı
onlarla tek kelime konuşmadığı için ne yapacaklarını şaşırmış; cezalardan ceza, azaplardan azap
beğenerek ve tövbe üstüne tövbe ederek kıvranmışlardı. Derken bir gün, Yaşlı onları peşine takıp
köyün yakınlarındaki ormanın yolunu tuttuğunda, hak ettikleri cezaya nihayet kavuşacaklarını
anlayıp derin bir soluk almışlardı. Eceg ve Gündüz, her an her şeyin olabilmesi ihtimalini, o an
kötü bir şeyin olmasından çok daha dehşetengiz bulmuşlardı.
Birkaç gündür, olabilecek en kötü, en ağır cezaları düşünüp durdukları için, Yaşlı'nın verdiği
cezayı pek hafif bulmuşlardı. Hiç nazlanmadan, ormanın ortasındaki asırlık ağacın kovuğuna
girip, kendilerine uzatılan aynaları ellerine almışlardı. Gerisi kolaydı. Her ne olursa olsun, başı
sonu belli bir felâket, ne idüğü belirsiz bir bekleyişten çok daha kolay olmalıydı. Topu topu üç
gün, üç gece dişlerini sıkıp bakanı değil de berikini gösteren aynalarda birbirlerinin sûretini
görmeye katlanacaklardı. O daracık kovukta yüz yüze oturacakları için, aynadan gözlerini
kaçırdıkları her an gene birbirlerini görmek zorunda kalacaklardı. Eceg ve Gündüz bu cezayı
küçümsemekle ne kadar yanıldıklarını çok geçmeden anlamışlardı. Daha ilk günden ikisinin de
beti benzi atmış, dünyaları kararmıştı. İster aynaya baksınlar, ister aynadan kaçsınlar, devamlı
karşılarında dikilen sûret her ikisine de o kadar korkunç gelmişti ki, daha evvel akıl ettikleri o
tüyler ürpertici cezaların bile bundan çok daha insaflıca olduğunu düşünmeye başlamışlardı.
Zaman dolduğunda, Yaşlı onları kovuktan çıkarmıştı. Eceg ve Gündüz, hafızalarından bu kara
lekeyi silebilmek için bir daha asla bu hadiseden bahsetmemişlerdi. Fakat yaşananları unutmamış
olmalıydılar ki, bundan sonra hiçbir doğumda patırtı koparmamış, mesele çıkarmamışlardı.
Yaşlı'dan korkarlardı. Seneler evvel, o kilerde yakayı eleverdikleri günden bu yana Yaşlı'nın
sözünden çıkamazlardı.
Dostları ilə paylaş: |