bilig, Bahar / 2009, sayı 49
166
bostancıbaşı” gibi askerî sınıfı temsil eden kişilerle ilgili bilgilere sıkça rastla-
nır. Fakat, bu kişilerin hâl ve hareketlerinin askerî disiplin ve ciddiyetle pek
bağdaşmadığı dikkatlerden kaçmaz. Özellikle yazarın yaşadığı dönemde,
yürürlükte olan kanunlara riayetsizlik ve disiplinsizlik, askerî teşkilatın bozul-
ma sebeplerinin en başında gelir (Özcan 1999: 356).
Babası da yeniçeri ocağında yayabaşı olan Ferdî mahlaslı yeniçeri gencinin
davranışlarında ve yaşam tarzında, askerî disiplinden uzaklık ve lakaytlık
göze çarpar. Güzelliği ile dikkat çeken bu yeniçeri genci, kendisine âşık olan
iki kişinin ölümüne sebep olur (153a, 155b). Yazarın kendi aşk macerasını
anlattığı hikâyede de, serseri tipli bir yeniçeri neferinden bahsedilir (145b).
Adı geçen Ferdî’ye âşık olan yeniçeri ağasının hâl ve hareketleri, yeniçeri
ocağındaki bozulmanın sadece yeniçeri erleriyle sınırlı kalmadığını gösterir
(155a). Yeniçeri ağasının Ferdî ile eğlenirken görevini ihmal etmesi üzerine,
başıboş kalan diğer yeniçerilerin (kul taifesi) Yahudi mallarını yağmalamaya
başlaması, ocaktaki başıbozukluğun bireysel olmadığını kanıtlar.
Olaylar üzerine padişah tarafından görevlendirilen bostancıbaşı, ağayı tutuk-
lar. Yeniçeriağası, suistimalinin bedelini canıyla öder (siyâseten katl) (158b).
c. Ticaret ve Sanat Erbabı
Canlı bir şehir hayatını gözlemlediğimiz hikâyelerde tüccar, ciltçi, meyhaneci,
kahvehaneci” gibi meslek erbabı söz konusu edilir: “ticâret tarîki ile (129b),
meşâhir-i tüccârdan (131a), bahâne-i ticâretle (132a, 132b), mukteziyât-ı
ticâretle (140a), fürû-mâyegân-ı tüccârdan birinün (143a)” gibi ticaret haya-
tıyla ilgili ifadeler, hikâyelerde sıkça geçer.
Dönemin ticaret hayatıyla ilgili bilgilere özellikle ilk hikâyede rastlanır. Hikâ-
yenin giriş kısmında, önemli ulaşım yollarının kavşağında bulunan
Saraybosna’nın canlı bir ticaret merkezi olduğu belirtilir (129b). Yine önemli
ihraç mallarından biri olan yünün (sof), kervanlarla Avrupa’ya (semt-i Fren-
gistân) buradan götürüldüğü anlaşılmaktadır (129b).
Hoca Himmet’in sevdiği gencin, bir “tüccarın oğlu” olması (131a), tacizlerine
dayanamayan bu gencin memleketini “ticaret bahanesi” ile terk etmesi,
(132a); yedinci hikâyedeki ciltçi çırağının bir “tüccarın oğlu” (143a) olması
ticaret hayatının yaygınlığını gösteren örneklerdir.
Hikâyelerde bahsedilen iş yerlerinden biri kahvehanelerdir. Altıncı hikâyede
olay, ağırlıklı olarak kahvehanede geçer. Kahvehanelerde yeni yetme genç-
ler, çırak (sâkî) olarak çalıştırılmaktadır (139a).
Hikâyelerde tespit edilen diğer bir sanat dalı da ciltçiliktir. Ciltçiliğin usta çırak
ilişkisi içinde devam eden bir sanat olduğu anlaşılmaktadır (143b), (146a).
Selçuk, Nergisî’nin Meşâkku’l-Uşşâk’ında Osmanlı Toplum Hayatından Yansımalar
167
Hikâyelerde -özellikle yazarın ikamet ettiği Saraybosna civarında- içkinin
sıradan bir içecek gibi tüketildiği görülür. İçki alma, içme ve sipariş etme yeri
olarak geçen meyhaneleri işletenlerin dinî kimliği hakkında bilgi verilmez.
Fakat sekizinci hikâyedeki meyhaneciden, “gebr-i mey-fürûş” (şarap satan
Mecusi/ateşperest) şeklinde bahsedilmesi, meyhanecinin Müslüman olmadı-
ğını göstermektedir (151a).
B. Toplumsal Hayat
a. Aile Hayatı
Hikâyelerde aşkın daha çok güzellikle (yüz güzelliği) olan bağlantısı üzerinde
durulur, hiçbir yerde cinsellikten bahsedilmez. Altıncı hikâyenin sonunda
yazar, şeyhin mutlu sona ulaşmasını aşkının beşerî arzulardan uzak olmasına
bağlar: “levs-i beşeriyyetden berî vü pâk-dâmen olmagla (142a-5)”. Fakat
buna rağmen Meşakku’l-Uşşâk’ta, aşkın seven ve sevilen boyutunu aşıp
ailevî problemlere neden olduğu gözden kaçmaz. Yeni yetme güzel gençlere
duyulan bu aşkın, çevre ve toplum tarafından tasvip edilmediği, dedikodula-
ra sebep olduğu anlaşılmaktadır.
Altıncı hikâyede yaşlı şeyh, kahvehanedeki çırağa âşık olunca garip davranış-
lar sergiler, bunun üzerine çevrede dedikodular artmaya başlar. Durumdan
şüphelenen hanımı, her ne kadar şeyhin kötülüğe meyletme yaşının çoktan
geçtiğini düşünse de emin olmak için, ibadet etmek kastıyla evden ayrılan
kocasını takip eder. Eşiyle kahveci çırağının baş başa olduklarını görünce de:
“Sad bâreka’llâh ne güzel ‘ibâdete muvâzabet buyurılmış ve hezâr âferîn bu
hâlet-i hayret-efzâ, hey’et-i pîrâne vü kıyâfet-i meşâyıhânenüze ne zîbâ
düşmiş (141b-7/8)” diyerek iğneleyici ifadelerle hakaretler yağdırmaya baş-
lar. Şeyh bu hakaretlere karşılık vermez, eşini ve evini terk eder (141b).
Hoca Himmet, Kadızâdelerin güzel oğluna âşık olur. Bir gün gencin evinin
önünde deliler gibi bağırıp çağırmaya, Osman adlı bu gence âşık olduğunu
haykırmaya başlar. Bu durumdan rahatsız olan ve utanç duyan gencin baba-
sı ve hizmetçiler, Hoca Himmet’in vücudunu ortadan kaldırmaya karar verir-
ler: “cüvân-ı bî-emânun pederi ve sâyir hademe-i der-i sa’âdet- makarrı
harîf-i girân-cân-ı sıklet-elîfün evzâ’-ı nâ-der-ber-â-berinden ‘âr idüp nokta-i
şekk-i vücûdını sahife-i hayâtdan hakke karâr virdiler (131b-3/5)”.
Aile kavramı içinde doğrudan yer almasa da “kethüdâ, mirahûr, hademe”
gibi, konak ve evlerde hizmet gören resmî veya gayriresmî personelin de
ailenin birer ferdi gibi, ailevî sorunlarla yakından ilgilendiği görülür (131b,
155a, 157a).
bilig, Bahar / 2009, sayı 49
168
b. Dinî ve Ahlakî Hayat
Osmanlı toplumunda dinî ve ahlakî hassasiyetin hayatın hemen her nokta-
sında kendisini hissettirdiği bilinir. Meşâkku’l-Uşşâk’ta yer yer toplumun dinî
ve ahlakî yaşayışına işaret edilse de dönemin dinî ve ahlâkî hayat tarzı, daha
çok “şeyh, vâiz, sûfî” gibi karakterlerin davranış biçimlerinden hareketle or-
taya konabilir.
Hikâyelerde coşkun ve derin dinî/ahlâkî hayatın izlerine pek rastlanmaz.
Beşinci ve altıncı hikâyelerde anlatılan şeyhlerin şahsında, dinî ve ahlâki
değerlerde bir bozulma ve yozlaşma olduğu göze çarpar.
Dinî ve ahlakî değerlere en üst seviyede sahip olması gereken şeyhlerin dedi-
kodu ve günahlardan kaçınma konusunda pek hassas olmadıkları, söylemle-
riyle eylemlerinin tezat oluşturduğu görülmektedir. Beşinci hikâyenin başkah-
ramanı olan şeyh, topluma örnek olması gerekirken, riyakârlığı, açgözlülüğü
ve kabalığıyla ön plana çıkar (137a). “Kahve-hâneler mecma’-ı şûrîde- dilân-
ı hevâyî-meşrebdür (137b-5)” diye kahvehanelerin önünden geçmeyen,
buralara gidenlerin selamlarını almayan softa ve riyakâr şeyh, şehre cambaz-
lık için gelen sıradan birinin aslı nesebi belli olmayan çırağına âşık olur. Bir
yıl boyunca, cambazlarla beraber oturur kalkar ve halkın diline düşer. “bir
siyeh-çerde-i Kıbtî-beççe-i mâder-be-hatâya meftûn olup (137b-14/15)”.
Altıncı hikâyede; gurur, kibir ve taassuptan uzak; dürüst ve yardımsever biri
olarak tanıtılan şeyhin halka iç içe olduğu görülür. Fakat bu şeyhin de bazı
beşerî zaaflarından sıyrılamadığı dikkat çeker. Halka, yeni yetme gençlerle
baş başa kalmamayı tembih eden bu yaşlı şeyh, okuma yazma öğrettiği kah-
veci çırağına âşık olur. Kahvehaneci dedikodular üzerine bu genci, işi bittik-
ten sonra kahvehanede bir odaya kilitler (139b). Bu duruma çok üzülen ve
içerlenen şeyh, daha önce işlerini artırmak gayesiyle uğradığı kahvehaneden
ayrılır. Bu kez aynı kahvehanenin işlerini sekteye uğratmak amacıyla hemen
karşısındaki kahvehaneye taşınır: “Ben harîfün kahvesinden ve kâr-
hânesinden pâ-keşîde olıcak müşterîleri perîşân ve dükkânı etfâl-ı ebâlise ve
cinnîyâna meydân-ı top u çevgân olur (139b-18/20)”.
Hikâyelerde günah ve haram konusunda herhangi bir endişeden söz edilmez.
Şeyh; gece vakti meyhaneden bizzat kendi eliyle hazırladığı şarabı merdivene
çıkarak pencereden sevdiğine verir, ardından ibadethanenin yolunu tutar; gece
namazı için çilehanesine uğrar, Allah’a yalvarıp yakarır (140a, 141a).
Meşâkku’l-Uşşâk’ta yer yer halkın din adamları hakkındaki -olumlu ya da
olumsuz- düşüncelerine de yer verilir. Genelde halkın din ve ilim adamlarına
karşı saygılı oldukları; din ve ilim adamlarının yaptırım gücünün devam ettiği
görülür. Hoca Himmet gurbette çaresiz kalınca, önce bir vaizden, ertesi gün
de bir şeyhten yardım ister (130b). Fakat bunun yanında toplumun, din
Dostları ilə paylaş: |