İLETİŞİM FAKÜLTESİ DERGİSİ/ Yazı Tura Filmi Örneğinde Türk Sinemasında
‘Saydam Nihilizm ve Anlam’
69
isimli yapıtıdır. Felsefi yaklaşımının temelini
açıkladığı bu iki ciltlik yapıtında, genel
olarak, insanın yaşam ve toplum içindeki
durumunun
anlamsızlığı
üzerinde
durmuştur. Schopenhauer’a göre, dünya
onun, yani kendisinin tasarımıdır (3). Buna
göre tüm görünür dünya ya da tüm deneyim
toplamı, algılandığı özne tarafından, nesne
konumuna yerleştirilmektedir. Bu dünya
içinde insanın çektiği en büyük kötülüklerin
birincil kaynağını, insanın bizzat kendisi
oluşturmaktadır.
Schopenhauer’a
göre;
‘İnsan insanın kurdudur’ (Homo homini
lupus) (577). Bu olguyu gözardı etmeyen
birey, dünyayı da bir cehennem olarak
görecektir. Cehennem olan bu dünyada
insanlar, hem ızdırap çekenler, hem de
dünyanın şeytanlarıdır.
Schopenhauer’ın kötümser yaklaşımında,
insanlar, bir problem olan yaşamın içinde,
hayatlarının sonuna kadar, ender olarak ele
geçirilebilen mutluluğun peşinde koşar. Bu
mutluluğa bir kişinin ulaşabilmesi içinse,
diğerlerinin, yaşaması, çile çekmesi ve
ölmesi gerekmektedir. Yaşamın kısalığı ve
zevklerin yokluğunda mutluluk ya da
mutsuzluk
arasındaki
fark,
insanın
zannettiğinden
de
küçüktür
(Schopenhauer,1958:159).
Bu
nedenle,
mutluluk arayışını bırakan insan, daha fazla
acı çekmemeyi garanti altına almaya çalışan
insandır ve böylelikle mutsuz olmamak için
en güvenilir yolu, yani mutlu olmayı
istememeyi
seçer.
Schopenhauer,
soyutlanma anlamında olmasa da, akıllı
insanın
toplumla
ilişkilerini
en
aza
indirgemesi gerektiğini düşünmektedir. Ona
göre, bir kişide ne kadar çok cevher varsa,
dışarıdan da o kadar az şeye ihtiyaç
duyacaktır (Akt.Sevim,1992:261).
Dünyaya dair umutsuzluğuna rağmen
Schopenahuer için, bireyin, yaşamdan ölüm
yoluyla vazgeçmesi, yani intihar etmesi
doğru yol değildir. Çünkü intihar yaşama
istencinin etkili bir reddi değil, tersine
yaşama isteğin bir göstergesidir. Yaşamının
içindeki koşullardan memnun olmayan
insan, intihar ederek, yaşama isteğinden
vazgeçmemekte,
sadece
yaşamdan
vazgeçmektedir. Bu nedenle Schopenhauer,
istencin reddi için intiharı çıkar yol olarak
görmez
(Magee,1997:222-223).
Schopenhauer,
istencin
köleliğinden
kurtulmak için yaşama istencine boyun
eğilmemesi gerektiğini söylerken, istencin
esaretinden kaçma yollarından birinin sanat
yoluna
başvurmak
olduğunu
savunmaktadır. Schopenhauer’a göre, estetik
değerlendirmesi içinde bireyin çıkarsız
şekilde yaklaşabileceği bir alan olan sanat,
geçici
süre
de
olsa,
kişinin
istenci
düşünmeyerek, onun dışında yer almasına
olanak tanır. Ona göre en üstün sanat, trajedi
sanatıdır. Trajedinin insanlara sunduğu,
yaşamın dehşet verici yönüdür, trajedi ile
birlikte, insanlığın acısına, çığlığına, kötü
olanın zaferine, haklı ve suçsuz olanın
düşüşüne
tanıklık
etmek
olanaklıdır
(Schopenhauer, 1958:433). Trajedi eserleri,
hüzün verici karakterlerden kurulu ve sonu
kötü
biten
yapımlar
olarak,
kahramanlarının, genellikle fiziksel ya da
ruhsal
ölümlerine
tanıklık
etmektedir.
Trajedi aracılığıyla insan, yazgıya bağlanır
ve istenci ve yaşama sevgisini bırakarak,
istencini yaşamdan uzağa yönlendirir.
Schopenhauer’ın kötümser yaklaşımı, felsefe
alanı içinde ve dışında birçok kişiyi
etkilemiştir. Yazar Thomas Mann, besteci
Richard Wagner, felsefeciler Max Stirner,
Ludwig Feurbach, Søren Kierkegaard ve
Nietzsche, Schopenhauer’ın yaklaşımlarına
eserlerinde yer vermişlerdir.
İLETİŞİM FAKÜLTESİ DERGİSİ/ Yazı Tura Filmi Örneğinde Türk Sinemasında
‘Saydam Nihilizm ve Anlam’
70
İlk dönem çalışmalarında Schopenhauer’ın
kötümserliğinden
etkilenen,
ilerleyen
yıllarda
ise
Schopenhauer’ın
yaşama
sevincini reddeden felsefesine zıt olarak,
‘yaşama evet’ demeyi seçen 19. yüzyılın en
önemli filozoflarından biri, Alman Friedrich
Wilhelm
Nietzsche’dir.
Nietzsche,
tanrıtanımazlığından
etkilendiği
Schopenhauer’ı daha sonra yadsısa da,
onun, özen gösterilmesi gereken son Alman
olduğunu, bir ruhbilimci için, ilk aşamanın
bir
olgusu
olduğunu
söylemektedir
(2002a:84).
Nietzsche, sanatın, tümüyle, kesin değer
varlıklarını
güçlendirdiğini
ya
da
yıprattığını savunmaktadır (2002a:86).
Schopenhauer’ın,
istençten
kurtulmayı
sanatın genel yaklaşımı olarak açıklamasını
ve yazgıya bağlanmayı trajedinin büyük bir
yararlılığı olarak gösteren karamsar tavrını;
‘kötü bir görüş’ olarak değerlendirmektedir.
Ona göre, trajedi, yazgıya kayıtsız bir
bağlanmanın göstergesi değildir, trajedi
karşısında savaşmayı başaran kişi, acı
çekmeye alışan, darlıkta kalan, kahraman
insan konumundadır ve kendi nesnel
varlığını trajedi ile değerlendirir, ona bu
‘tatlı acımasızlığın içkisini’ sadece trajedi
yazarı
verebilir
(Nietzsche,
2002a:87).
Trajedi,
insana
ne
olduğunu,
onu
geleneklerle kurulmuş türlü bağlardan
kurtararak bildiren bir sanattır. Trajedi,
Schopenhauer’ın
düşüncelerinin
tersine,
insana özgür bir kişilik olduğu bilincini
verir. Ancak varlığının, bu özgürlük ile
alınyazısı arasında bir denge olduğunu da
gösterir. ‚Tragedyada ele alınan insan,
alınyazısı ve karar özgürlüğü ile başbaşa
kalmış tek insandır‛ (Akarsu,1994:130-131).
‚Trajedinin Doğuşu’nda Nietzsche’ye göre
Yunanlılar, yaşamın korkunç, açıklanamaz
ve tehlikeli olduğunu çok iyi biliyorlardı.
Ama dünyanın ve insan yaşamının gerçek
ırasının
bilincinde
olmalarına
karşın,
sırtlarını yaşama dönerek kötümserliğe
teslim olmadılar. Yaptıkları şey sanat ortamı
yoluyla
dünyayı
ve
insan
yaşamını
dönüştürmekti. Ve o zaman estetik bir
fenomen olarak dünyaya ‘evet’ demeyi
başarabildiler‛ (Copleston, 1998:157).
Nietzsche, yaşamın trajik ve ürkütücü
olduğunu kabul etmektedir. Trajedi, bu
yaşam içinde insana kurtuluşu gösteren bir
aracı olabilir. Ancak, yaşamda gerçekten
trajediye özgü olana yaklaşıldığı düşünülse,
bu kez de trajedinin, sanata bağlı kalmakla,
görünüş evrenini, acı çeken kahramanın
görünümü altında gündeme getireceğini, bu
nedenle de aslında hangi konuyu açıklığa
kavuşturması gerektiği sorusunun ortada
kalacağını düşünmektedir. Çünkü görünüş
evreni, gerçeği tekilleştirecek ve bir kişinin
sorunu konumuna indirgeyecektir. Görünüş
evreninin gerçekliği, trajedi sanatı içinde en
az önemsenen noktayı oluşturmaktadır.
Çünkü kahraman, izleyiciye; ‚Oraya bakın!
İyice bakın oraya! Sizin yaşamınız budur!
Sizin varoluş saatinizde bir yelkovandır bu!‛
(Nietzsche,1999:140) diye seslenirken, tersini
iddia etmesine rağmen, kendi yarattığı
‘gerçek’liğin içine bireyi hapsedebilir ve
daha fazlasını düşünmesini ve irdelemesini
engelleyebilir.
Friedrich Nietzsche, içinde yaşadığı topluma
bütünüyle karşı çıkarken, birey üzerine
odaklanmaktadır.
Ünlü
‘üstinsan’
düşüncesine de bu yoğunlaşma aracılığıyla
ulaşır. Bireyin kendisini kurtarabilmesi için,
kendisi üzerine düşünmesi gerekmektedir.
Nietzsche’ye göre insan, aşılması gereken bir
şeydir (2005:14). Her varlık kendisinden
üstün bir şey yaratmıştır, öyleyse insanın da
kendini aşması gerekir (Akarsu,1994:135). Bu