İLETİŞİM FAKÜLTESİ DERGİSİ/ Yazı Tura Filmi Örneğinde Türk Sinemasında
‘Saydam Nihilizm ve Anlam’
75
Filmdeki
nihilist
ve
saydam
nihilist
yapılanmayı, üç temel alanda toplamak
olanaklıdır. Bunlardan ilki, yönetmenin, aynı
zamanda senarist olarak, nasıl bir nihilist
anlatım kurduğuna ilişkindir. İkinci alan,
filmin içindeki dünyada (diegetic materyal
anlamında)
karakterlerin
nihilist
yapılanmasının incelenmesidir. Üçüncü alan
ise, kitle iletişim aracı ürünü olarak filmi
seyreden izleyicinin, algısına göndermelerde
bulunan anlamlara yöneliktir. Bu üç alan, iç
içe geçmiş şekilde filmin bütününe yayılmış
durumdadır.
Şeytan
Rıdvan’ın
askerlikten
sonraki
yaşamının
anlatıldığı
filmin
birinci
bölümünde,
Göreme’ye
geri
dönen
Rıdvan’ın, inandığı tüm kişi ve değerlerin
yerle bir olduğu görülmektedir. Rıdvan, ilk
bakışta, sakatlanması nedeniyle psikolojisi
bozulmuş, herkesten nefret eden, kaba ve
kırıcı bir karakter olarak çizilmektedir.
Şeytan Rıdvan’ın içinden çıkamadığı sorun,
askerliği sırasında teröristlerle çatışmaya
girilen bir gecede, çocukluk aşkını öldürmüş
olmaktan
kaynaklanmaktadır.
Bunalım
sonucu mayına basan Rıdvan, bacağını da
kaybedince, yaşama dair inancı tamamen
sarsılmıştır. Kabuslarında çocukluk aşkını
gören, kalabalık içinde de yalnız kaldığında
da huzur bulamayan Rıdvan için, yaşadığı
dünya
bir
cehenneme
dönüşmüştür.
Schopenhauer’ın ‚İnsan insanın kurdudur‛
sözündekine benzer şekilde, hem Rıdvan’ın
kendisi, hem de çevresindeki insanlar,
Rıdvan’ın mutsuzluğunun kaynağıdır. Aynı
şekilde Şeytan Rıdvan da, cehennem olan
dünyasında, hem ızdırap çeken, hem de
çevresindekilere sıkıntı çektiren bir şeytan
konumundadır.
Yaşadığı cehennemden eskiye dair her şeyi
yeniden elde etmekle kurtulacağına inanan
Rıdvan, sakat kaldığı için sözlüsü tarafından
istenmez. Sözlüsünün, en yakın arkadaşı
Sencer (Engin Günaydın) ile kaçması ise,
kötümser yaklaşımda ele alındığı gibi,
başkalarının mutlu olmasının Rıdvan’ın
mutsuzluğuna dayandığının kanıtıdır.
Anlatı ilerledikçe, çevresine karşı yıkıcılık
içinde olan Rıdvan’ın aslında, diğer kişilerle
karşılaştırıldığında, dürüst ve iyi bir insan
olduğu anlaşılmaktadır. Onun yıkıcılığı,
fiziksel hareketlere dayanan ve aslında
sadece kendisine zarar veren bir yıkıcılıkken,
en yakın arkadaşı Sencer ya da toplumda
saygın bir kişi gibi görünerek bilgeliğine
güvenilen Firuz (Erkan Can) gibi insanlar,
esas ikiyüzlü ve güvenilmez olanlar, düşük
karakterdekilerdir.
Burada
‘iyi
örnek’
Rıdvan’ın, çoğunluktaki ortalama değerli,
düşük seviyedeki insanlar arasında zayıf
duruma düşürüldüğü görülmektedir.
Şeytan
Rıdvan’ın,
çevresindeki
diğer
insanlar gibi, basit ve çıkarcı ilişkiler içinde
olmaması,
askerlik
sırasında
onlardan
farklılaşmasından kaynaklanmaktadır ve bu
farklılaşma, yalnız kalma zorunluluğunu
beraberinde getirmektedir. Dostluk, mertlik,
saygınlık
gibi
değerlerin
anlamlarını
yitirdiği Rıdvan’ın dünyasında, sadece tek
şey anlamını korumaktadır. O da annesinin
yüklendiği ‘iyi’lik kavramıdır. Ancak annesi,
Rıdvan’a tek başına çıkış yolu sağlayacak
güçten yoksundur.
Rıdvan’ın, çocukluk aşkını öldürüşünün
hikayesini bir içki masasında anlatışı, filmde
tiyatral
anlatıma
en
çok
yaklaşan
sahnelerden
birini
oluşturmaktadır.
Rıdvan’ın,
yaşadıklarını,
sanki
dışsal
herhangi bir olaymış gibi, anlatıcı rolü
üstlenir şekilde öykülemesi, arkadaşlarının
ona inanmayışının verilmesi ile izleyiciyi de
güvensiz bir alanda bırakır; ‘filmin içindeki
gerçeğin
simülasyonu
olup
olmadığı’
İLETİŞİM FAKÜLTESİ DERGİSİ/ Yazı Tura Filmi Örneğinde Türk Sinemasında
‘Saydam Nihilizm ve Anlam’
76
sorusunu akla getirir. Yönetmen bu noktada,
‘gerçek’in verilmesi için inandırıcılığın
olmasının gerekmediğine dair farklı bir
mizansen yaratarak, izleyiciyi daha sonra
olacak
olaylarda
şaşırtmanın
yolunu
hazırlamaktadır. Çünkü filmde ‘görünen’
hiçbir şey, aslında ilk bakışta algılandığı gibi
değildir. Rıdvan’ın şiddetinin kendisine
yönelmesi, en iyi arkadaş Sencer’in içten
pazarlıklı biri oluşu, ‘baba’ imgesi oluşturan
Firuz’un ise, içeriği olmayan yüzeysel
‘entelektüelliği’ buna örnektir.
Trajedi türü içindeki anlatı, futbolcu olma
hayalleri, bacağının kopmasıyla sona eren
Rıdvan’ın, sözlüsünün kaçışına tanık olması
ardından intihar edişiyle son bulur. Rıdvan,
aslında yaşama dair isteğinden vazgeçmemiş
ama
yaşamdan
vazgeçmiştir.
Trajedi
türünde yer alan, kahramanın fiziksel ya da
ruhsal ölümü, burada fiziksel ölümle
gerçekleşmektedir.
Filmin ikinci bölümü, Rıdvan’ın mayına
basması olayında sağ kulağındaki işitme
duyusunu kaybeden Hayalet Cevher’in
öyküsüne dayanmaktadır. Cevher, başkaları
adına haraççılık yapan, hayat kadınları ile
birlikte olan, geleceğe dair güçlü ümitler
taşımayan, sert, içine kapalı bir karakterdir.
Olumlu olarak algılanabilecek tek özelliği,
yasal yoldan para kazanabilmek için
kendisine bir büfe açmaya çalışmasıdır.
Hayalet Cevher’in, içedönük yapısı, zarar
gördüğüne inandığı toplumda melankoli
altında boşvermişliğe başvurmasından ve
kendini
toplumdan
soyutlamasından
kaynaklanmaktadır.
Schopenhauer’ın
felsefesinde savunulduğu gibi, Cevher, iç
dünyasındaki
cevherle
yaşamını
sürdürmekte, dışarıdan çok az şeye ihtiyaç
duymaktadır.
Cevher kendisini sadece, kader karşısında
yetersiz hissetmektedir. Trajedi anlatımına
uygun şekilde yazgı, Cevher’in yaşamının
üzerinde büyük bir yere sahiptir. Cevher’in
yazgıya bağlanması da, Schopenhauer’ın
tanımlamasına uygundur. Hayalet Cevher’e
göre, varoluşun bir anlamı yoktur. Kader,
insan yaşamına, bağımsız şekilde yön
vermektedir. Askerlikten sonra bir işte
tutunmak isteyen Cevher’in açmak için uzun
süre uğraştığı büfesi, birçok zorluğun
ardından, 1999 Marmara Depremi’nde yerle
bir olur. Depremde amcası ölen, babasını ise
enkazdan çıkaran Cevher, Rum annesi ve
onunla birlikte Yunanistan’a yerleşmiş olan
homoseksüel
ağabeyiyle
karşılaşınca,
inandığı son birkaç şey de değerini
kaybeder. Cevher’in yaşamının kontrolü
kendi elinde değil, kaderin elindedir. Bu
anlamda Cevher, kötümser bir edilgin
nihilizm içinde yaşar.
Cevher, önce tamamıyla reddettiği, ancak
daha sonra kendisiyle arasında yakınlık
kurduğu ağabeyini kurtarmak için birini
bıçaklayarak, trajedide kendi düşüşünü
hazırlar; bir anlamda kötü olan dünyaya
yenilir. İzleyici için iyi niyetine inandığı
Cevher’in
tutuklanması,
haklı/haksız,
iyi/kötü kavramlarının birbirine karıştırıldığı
bir noktaya gelinmesine neden olmaktadır.
Yönetmen,
burada,
açıkça
bir
kaos
durumunu resmetmektedir. İzleyici, kendini
Cevher’in yanında hissederken, gerçek
yaşamda haklı olduğunu bildiği emniyet
güçlerinin onu tutuklaması ile sarsılır, çünkü
her iki tarafa da inanmaktadır. Yönetmen, bu
noktada izleyicinin tercihini kendisinin
yapmasını ister ve herhangi bir taraf tutmaz.
Yazı
Tura
filminin,
Schopenhauer’cı
kötümser tavra daha yakın durduğunu,
filmde, Nietzsche’nin trajedi karşısında acı
çekmeye alışan ve savaşmayı başaran kişinin
İLETİŞİM FAKÜLTESİ DERGİSİ/ Yazı Tura Filmi Örneğinde Türk Sinemasında
‘Saydam Nihilizm ve Anlam’
77
varlığını ön plana çıkaramadığını söylemek
mümkündür.
Ancak
trajedideki
karar
özgürlüğü ve alınyazısı arasındaki ince çizgi,
burada
da
bulunmaktadır.
Film,
Nietzsche’nin söylediği trajedinin içine
düşebileceği
yanılgı
anlamında,
karakterlerin
acı
çekmeye
dayanan
öykülerini, tekil bireylerin başına gelen
olaylar olarak göstermeyi tercih etmekte,
varoluşa ve değerlere yönelik tartışmayı
izleyiciye bırakmaktadır.
Nietzsche’nin,
nihilizmi
ifade
ettiği
‘hastalıklı ara durum’ şeklindeki ruh hali,
filmin karakterlerinin içinde bulunduğu
psikolojinin özetlenmesini sağlamaktadır.
Her iki karakter de, mücadele güçlerini boşa
harcadıklarını fark etmekte, yaptıkları her
şeyin
boşuna
olduğunu
görmektedir.
Kalabalık içinde de, tek başlarınayken de
huzur bulamamaktadırlar. Aynı zamanda,
kendilerine yönelik güvensizlik içindedirler.
Şeytan Rıdvan, fiziksel kaybı nedeniyle
erkek
olarak
görülmeme
psikolojisini
yaşarken, maço erkekliği ile ortaya çıkan
Hayalet Cevher ise, duyma yetisinin
olmamasıyla
birlikte,
homoseksüel
ağabeyinin varlığıyla, tutunduğu tek şey
olan geleneksel değerlerini de kaybederek
boşlukta kalmaktadır. Yaşadıkları fiziksel
kayıplar nedeniyle her iki erkeğin de bir
anlamda
hadım
edilmiş
olduklarını
söylemek olanaklıdır. Kendilerine olan
güvensizlikleri, sıkıntılı anlarında vatanları
için çarpıştıklarını söylemeleriyle doruğa
çıkar.
Şeytan
Rıdvan,
askerlikte
yaşadıklarına
inanmayan
arkadaşlarına,
Hayalet Cevher ise çevresini saran polislere,
gazi olduğunu, saygı görmek istediğini
söyler. Burada, kendilerini hala, çoktan
dışında
kaldıkları
toplumun
içinde
tanımlamaya
çalışarak,
güvenlikte
hissetmeye gayret ettikleri görülmektedir.
Filmin
karakterleri,
yaşamları
üzerine
düşünmekten yorgun düşmüş, yaşadıkları
toplumda çoğu insandan ‘ileri’ olsalar da,
insanla üstinsan arasındaki köprüde asılı
kalmış bireyler konumdadır. Onların nihilist
tavrı, değerlere yönelik yıkıcılıktan çok,
askere gitmeden önce geride bıraktıkları
değerlere tekrar uyum sağlayamamaktan
kaynaklanır görünmektedir. Karakterlerin
yaşadığı,
isim
koyamadıkları
bir
huzursuzluk ve mutsuzluk durumudur;
toplum içinde yer alışları, kendilerini
gerçekleştiremedikleri bir çıkışsızlık halidir.
Askerlik ve yaşanan olay, karakterlerin daha
önce toplumsal yapıyla uyumlu olan
değerlerini değiştirmiştir. Bu nedenle artık
onlar için, (ulusa bağlılık dışında) hiçbir
değer geçerli değildir. Her iki karakterin de
yaşadığı, hayata dair hayal kırıklığı ve can
sıkıntısıdır. Ancak her ikisi de, nihilist
anlama ulaşamadan ‘gerçek’ dünyadaki
yaşamlarında, biri fiziksel, diğeri ruhsal
şekilde olmak üzere, öldürülür.
Burada film, bizi şu sorularla karşı karşıya
bırakmaktadır: Karakterlerin Nietzsche’ci
anlamda ‘batış’ının, onları değil ama
izleyicileri yeni bir noktaya taşıyabileceği
düşünülebilir mi? Kendi başlarına gelmeyen
–ya da farklı biçimlerde gelse de, sadece
mutsuzluk
düzeyinde
kalan-
nihilist
duyguyu, ‘başkalarının acılarını izleyerek’
yeni değerlere, yani esas olana çevirmek
olanaklı mıdır?
Soruların yanıtlarını Baudrillard’ın ‘saydam
nihilizm’ yaklaşımıyla vermek olanaklıdır.
Günümüzde
yaşanan
herşey,
görünümlerden
oluşan
yanılsamalardan
ibarettir. Yazı Tura’nın karakterlerini izleyen
seyirci, görünümleri tüketmekte ve aynı
hızda
anlamı
yitirmektedir.
Ardından
beklenecek tek şey ise, izleyicinin, yeni
tüketilecek ürünlere doğru yol almaya
İLETİŞİM FAKÜLTESİ DERGİSİ/ Yazı Tura Filmi Örneğinde Türk Sinemasında
‘Saydam Nihilizm ve Anlam’
78
başlamasıdır. Görünümler, asıl anlamların
yerini almaktadır. Geride kalan sadece, hala
varsa,
tüketilen
görüntülerin
ardına
gizlenmiş ‘anlam’lardır. Baudrillard’ın, artık
hiçbir anlamın kalmadığını söylemesinin bu
noktada gerçekleştiği görülmektedir. Sinema
perdesindekiler,
saydam
gerçeğin
bir
yansıması,
gerçeğin
simülasyonudur.
İzleyici, çoktan tüketilmiş olan gerçeğin,
simülasyonunu da izleyerek tüketmektedir.
Filmin evrenindeki nihilist gerçeklik de,
saydam
bir
simülasyon
gerçeği
olabilmektedir.
Karakterler açısından da film, Baudrillard’ın
saydamlaşmış
nihilizm
tanımlamasına
uygunluk göstermektedir. ‘Boşlukta yüzer
gibi olma hali’ filmin karakterlerinin, içinde
bulunduğu durumun özetler. Filmin isminin
Yazı Tura olmasının da işaret ettiği gibi, her
iki yaşamda da, her iki koşulda da,
çıkışsızlık kaçınılmazdır.
Baudrillard’ın
dile
getirdiği,
yazgının
tepkisizliğe dönüşmesi durumu, filmin
içindeki evrenin açıklanmasına yardımcı
olmaktadır. Filmin ‘dünya’sı, Göreme,
İstanbul, Türkiye ve daha geniş anlamıyla
Dünya tanımlaması adı altında, dünyanın
boşluğu
üzerine
yapılanmaktadır.
Yaşananların geçtiği yerin neresi olduğunun
artık önemi yoktur.
Melankoli ise, hem filmdeki karakterlerin,
hem de izleyicilerin içine düştüğü bir
duygudur. Baudrillard, melankolinin, ani bir
duyarsızlaşma ve sessizlik biçimi olduğunu
vurgulamıştı.
Hayalet
Cevher’in
sağ
kulağının duymayışının da bu anlamda bir
metafor olarak kullanıldığını söylemek
mümkündür.
Filmde, tıpkı melankolide olduğu gibi, iyi ve
kötü, doğru ve yanlış arasındaki dengenin
kurulamadığı
da
görülmektedir.
Tepkisizleşmeyi
beraberinde
getiren
melankoli, izleyicileri, görünümleri tüketme
aşamasında yenilen ama hazmedilemeyen
anlamlar
noktasında
tek
başına
bırakmaktadır.
Bu
anlamda
filmin,
Baudrillard’ın, günümüzdeki kitle iletişim
araçları ürünlerinde yaşandığını söylediği,
yok olup giden görüntüleri sunarak, anların
tüketilmesine ve insanların her şeye ve
herkese karşı umursamaz tavır içine
girmesine
aracılık
edişine
örnek
oluşturduğunu
söylemek
mümkündür.
Filmde melankoli içinde kaybolan anlamın,
izleyiciler tarafından elde edilebilir olması
da mümkün olmama tehlikesiyle karşı
karşıyadır.
Geriye
kalanlar
sadece
görünümlerdir. Ve görünümler, nihilizmin
her biçimine karşı bağışıklık kazanmış
şekilde, ortalama olana işaret ederek, hayatta
kalmaktadır.
TARTIŞMA VE SONUÇ
Uğur Yücel’in Yazı Tura filmi, nihilist
anlamların yer aldığı bir film olmakla
birlikte, günümüzün saydam sunumlarına
benzer şekilde, tavrını güçlü şekilde ortaya
koymaktan çekinen bir tutum içindedir.
Filmin, çağına yönelik yaklaşımı, varolan
düzene kötümser ve hayal kırıklığı dolu bir
bakış yöneltmesiyle sınırlı kalmaktadır.
İzleyicinin zihninde, dünyanın boşluğu,
insan
varlığının
durumu,
geleneksel
değerler, aile ve arkadaşlık gibi konularda
sorular oluşturmakla birlikte, kendisi net bir
tavır belirlememekte, belki de izleyiciye
bilinçli olarak bir yol çizmemektedir. Uğur
Yücel’in senarist ve yönetmen olarak bu
tavrı, yaşamın değerlendirilmesi sorununu
bireylere bırakmak ve sadece çağa tanıklık
etmek şeklinde algılanabilir. Uğur Yücel’in
çalışması, değerleri sarsmak yerine sarsılan
değerleri sadece göstererek, sorumluluğu
izleyiciye yüklemek şeklindedir. Ancak film,
İLETİŞİM FAKÜLTESİ DERGİSİ/ Yazı Tura Filmi Örneğinde Türk Sinemasında
‘Saydam Nihilizm ve Anlam’
79
‘gerçek’lik sınırına taşıdığı öyküde, anlamı,
değerlerin
yitimine
dayanan
nihilist
noktada,
yaşanılan
olayların
marjinalleşmesiyle
saydamlığa
sürüklemektedir. Film, Baudrillard’ın dediği
gibi, görünümlerin dünyasından oluşan
günümüzde sıkça yaşandığı şekilde, anlamı
ikinci plana atarak, görüntüleri ön plana
çıkarmasıyla,
sorgulama
noktasında
izleyicinin düşüncesini saydam nihilist
olguyla karşı karşıya bırakmaktadır.
Yazı Tura’nın söz konusu özelliği ile tam da
bu
noktada,
çağımızın
toplumsal
yansımasının bir ürünü olduğunu ve çağa
yönelik belge niteliği taşıdığını kabul etmek
mümkündür.
KAYNAKLAR
Akarsu, B. (1994). Çağdaş Felsefe- Kant’tan Günümüze Felsefe Akımları. İstanbul: İnkılap Kitabevi
Akarsu, B. (1998). Felsefe Terimleri Sözlüğü. İstanbul: İnkılap Kitabevi
Baudrillard, J. (2003). Simülakrlar ve Simülasyon. Oğuz Adanır (Çeviren). Ankara: Doğu Batı
Yayınları (Orjinal kitabın basım yılı 1982).
Copleston, F. (1998). Felsefe Tarihi Cilt VII-Nihilizm ve Materyalizm. Deniz Canefe (Çeviren).
İstanbul: İdea Yayınevi (Orjinal kitabın basım yılı 1963).
Magee, B. (1997). The Philosophy of Schopenhauer. Oxford New York: Oxford University Press
Nietzsche, F.W.(1999). Tragedyanın Doğuşu. İsmet Zeki Eyuboğlu (Çeviren). İstanbul: Say
Yayınları. (Orjinal kitabın basım yılı 1872).
Nietzsche, F. W. (2002a). Putların Alacakaranlığı.İsmet Zeki Eyuboğlu (Çeviren). İstanbul: Say
Yayınları. (Orjinal kitabın basım yılı 1888).
Nietzsche, F. W. (2002b). Güç İstenci. Sedat Umran (Çeviren). İstanbul: Birey Yayıncılık.
(Orjinal kitabın basım yılı 1887).
Nietzsche, F. W. (2004). Ecce Homo, Emre Yıldız (Çeviren). İzmir: İlya Yayınevi. (Orjinal kitabın
basım yılı 1888).
Nietzsche, F. W. (2005). Böyle Söyledi Zerdüşt. Mustafa Tüzel (Çeviren). İstanbul: Türkiye İş
Bankası Kültür Yayınları. (Orjinal kitabın basım yılı 1883).
Schopenhauer, A. (1958). The World as Will and Representation, E.F.J.Payne (Almancadan
Çeviren). New York: Dover Publications. (Orjinal kitabın basım yılı 1819).
Sevim, A. (1992). Nihilizme Eleştirel Bir Bakış. İstanbul: İşaret Yayınları.
Dostları ilə paylaş: |