113
akımların gölgesi altında oluşmuş, doğmuş ve gelişmiştir; bu nedenle de söz konusu
akımların doğrudan bir sonucudur. Bu tarz hareketler tek bir kaynağa dayanmayacak
veya doğuşunu ve hayatiyetini tek bir kaynaktan almayacak derecede karmaşık bir
harekettir. İşte bu sebeple tasavvuf hakkında araştırma yapan büyük müsteşrikler,
hayatlarının sonlarında doğruluğuna inandıkları tezleri terk ederek başka tezlere
yönelmişlerdir. Araştırmacıların ekseriyeti, tasavvufun bu ve benzeri diğer pek çok
meselesinde, henüz son sözü söyleme vaktinin gelmediği hususunda görüş birliğine
varmışlardır.
240
Ancak bütün bu tespitler, bizi, İslâm tasavvufu mütehassısı olan söz konusu
kişilerin ortaya koydukları araştırmaların değerini ihmal etmeye götürmemelidir. Tam
tersine, engebeli bir yola ve bu yolda yürümek için gerekli teçhizatın kıtlığına rağmen,
ortaya koymuş oldukları çabalardan, ulaştıkları neticelerden ve manevîyat dünyamızın
en parlak dönemlerinden birini bize sunduklarından ötürü onlara teşekkür etmemiz
gerekir.
Ebu‘l-Alâ Afîfî, Batılıların İslâm tasavvufu araştırmalarına ilgilerinin XIX.
asrın başlarında başladığını belirtmiştir. Ancak bu araştırmalar, başlangıçta İran
tasavvufuna, daha açık bir ifade ile İran tasavvuf şiirine yönelikti. Ancak çok
geçmeden yapılan tercümeler bütünüyle tasavvufa yönelmiştir. Araştırmacıların en
büyük sıkıntısı matbu tasavvuf kaynaklarının az olması ve inceledikleri konularla ilgili
dünya kütüphanelerindeki kıymetli yazma eserlerden bihaber olmalarıdır.
241
240
Nıcholson,
Tasavvufun Menşei Problemi, s.15.
241
Nıcholson, a.g.e., ss.15-16.
114
Bayrakdar‘a göre tasavvufun menşei, çok farklı din ve yabancı felsefî
düşüncelere bağlanmaya çalışılmıştır. Ona göre bu tezler tutarsızdır; zîra bu
yazarlardan bazıları, mesela E.Renan, bir zamanlar İran tesirini tasavvufun menşei
gösterirken, başka bir zaman Yunan felsefesini göstermiştir; mesela Nicholson bunu
bir zaman Hind düşüncesinde ararken, başka bir zaman Hıristiyanlıkta aramıştır; aynı
şekilde Wensinck bir zaman Yahudiliğe yönelirken, daha sonra Yunan felsefesine
yönelmiştir. Bu da onların kendi içlerinde bile tutarsız olduklarını göstermektedir.
Dahası birinin kabul ettiğini öbürü reddetmiştir.
242
B-MÜSTEġRĠKLERĠN GÖRÜġLERĠ
Antik çağın sonlarına doğru, Hıristiyanlığın hızlanan yükselişine ve
ilerleyişine karşı savaşan, kendisini sürekli yenilemeye çalışan felsefe, büyük başarılar
elde etmiştir. Şöyle ki düşüncelerin birbirine gelişigüzel yamandığı, gevşek bağlarla
bağlandığı, ve kavram kargaşasına yol açabilen eklektik(seçmeci) öğretilerinkinden
daha başarılı bir ileri atılımla oldukça kapsamlı ve tutarlı yeni bir sistem daha
oluşturuldu. Yeni-Eflatunculuk adı altındaki bu sistemin etkisi M.S. 2.yy‘dan 6.yy‘a
kadar sürmüştür.
243
Din ve felsefenin iç içe girmesi sonucu meydana gelen ve doğuda ve batıda
büyük rol oynayan Yeni-Eflatunculuk, her şeyden önce, mistik bir karakter taşıyan
242
Bayrakdar,
Tasavvufa Yabancı Tesir Meselesi, ss.97-98.
243
Störig, H.J.,
İlkçağ Felsefesi Hint Çin Yunan, (Çev: Ömer Cemal Güngören), Yol
yayınları, s.332.