CAN DOSTUM
Ramon Ramirez, Fransa’da yaşayan, henüz otuzlu yaşlarında, hayata farklı açılardan bakmayı
seven bir güney amerikalı olmaktan öte birisiydi. Hayat dolu bir insandı. Elinde olanla yetinen,
hoş giyimli, samimi ve görgülü biriydi.
Rennes Nehri’nin geçtiği en güzel sokağın, en dar ve yüksek bölgesinde çok güzel bir evi
vardı. 17.yüzyıldan kalma eski ve ahşap bir bina olan Tourges Yapıtı’nın daha önceleri bir
depo olarak kullanılan son katında kalıyordu. Bu bir teras katıydı. Evi pek geniş sayılmazdı.
Zaten bir odayı ve salonu içinde barındıran evi, terasından büyük değildi. Terasını çok
seviyordu. Yazın bütün arkadaşlarını terasına çağırır, onlara Bolivya’ya has yemekler sunar,
ardından dostlarının aldığı şarapları birer birer açar ve hepsinden tadarlardı.
Ramon yaklaşık on yıldır Fransa’da yaşıyordu. Annesi ve babasının ayrı olmasından, küçük
kız kardeşinin trafik kazasında ölmesinden ve Pablo’ya olan binlerce dolarlık borcundan
dolayı, hiç düşünmeden ismini bile duymadığı bu yabancı ülkeyi kendi vatanı bilmişti. İlk
geldiği zamanlar parklarda yatıp, tek kelime bilmediği fransızcayı öğrenebilmek için
çalışıyordu. Çünkü fransızca veya en azından arapça bilmeyen bir göçmenin iş bulmasının
çok zor olduğunun farkındaydı.
Ama her geçen zaman, Ramon’a vefakar davranmıştı. İlk başlarda küçük bir kitapçının
temizlik işleriyle uğraştı. Ardından şehrin en büyük fast-foodçularından birinde tezgah arkası
çalışan, menü hazırlayıp, kibar konuşan elamanlardan birisi oluvermişti. Hamburger yapmayı
seviyordu. Ramon’a göre iyi bir hamburger ile iyi bir evlilik arasında çok sıkı bir bağ
bulunuyordu. Çok güzel pişmiş bir hamburger eti eğer bayat veya sulu olmayan bir marulla
birleşip, iki hamburger ekmeğinin arasında kalsa bile lezzetli olmayabilirdi. Evlilikler de
böyleydi. Herşey iki tarafın karşılıklı uyumuna ve anlaşmasına bakıyordu. Ramon’a göre
eşlerden her ikisi de hamburgerin lezzetine önem vermeliydiler. Çünkü kimse sadece marulun
veya etin lezzetine bakmazdı.
Ramon’un bir planı vardı. Aslında bu planı ona göre düşten öte değildi. Bolivya’ya geri
dönüp, borcunu ödemek, annesiyle ve babasıyla hasret gidermek, onlara kendisinin iyi
olduğunu gösterip içlerini rahatlatmak ve en önemlisi ölen kız kardeşinin devlet yurdunda
yaşayan küçük oğlu Mario’yu yanına alıp evlat edinmekti.
Bu planı gerçekleştirememesini sağlayan en önemli faktör ise Pablo Belti’ydi. Pablo tam
anlamıyla kötü bir adamdı. Belli prensipleri olmazsa olmazlardandı. Ramon’un ondan aldığı
borcu ödemeyip tam on yıl sırra kadem basması onu deliye çevirmişti. Yeraltı dünyasında
itibarı yerlerde sürünüyordu. Hayattaki en büyük amacının bir daha Ramon ismini bile
duymamak olduğu söylenebilirdi. Onu sonsuza kadar yok etmek istiyordu ve ondan nefret
ediyordu.
Ramon’un her zamanki haftasonu eğlencelerinden birinde, daha önce hiç görmediği,
tahminince dostunun dostu olan bir bayanın, teras katındaki şarap partisine geldiğini farketti.
Çok güzel bir bayandı. O kadar güzeldi ki onu tasvir etmek için sabahın altısında bir boğazın
hemen yanında doğan güneşi izlemeniz gerekirdi. Önce bulutlar yükselirdi en yükseklere,
ardından uçuşan kuşların sevimli çığlıkları ve tabi ki dalgaların uysallaşması sonucu dümdüz
olan denizin çarpıcı güzelliği belirirdi. Tüm bu güzellikleri farkedemeyen birinin Ramon’a
hak vermesi olağan değildi. Ramon öyle her kıza tutulacak ve kendini kaptıracak birisi de
değildi. Bir ilişkiye başlamak, onu yaşamak ve yaşatmak, yaşamındaki diğer amaçlarına
oranla okyanustaki minicik bir adaydı. Ama bu kız sanki farklıydı. Ramon genç kadını
tanıyabilmek için elinden geleni yapıyordu. Masadaki oturma düzenini öyle bir ayarlamıştı ki,
genç kızın al yanaklarını, küçücük burnunu ve masmavi gözlerini tam karşısına almıştı. Genç
kızın ismi Nicole’du.
Günleri kovalayan haftaların ardından Ramon her sabah yaptığı gibi güne yine erken
başlamıştı. Erkenden kalkıp, parkın kızıl kiremit taşlarıyla işaretlenmiş yürüyüş yolunda
yürümüştü. Sonra kanal boyundaki küçük ama sevimli sokaklarda koşarak, teras katının tüm
sokak sakinleri tarafından kolaylıkla görülebildiğini farkettiği De Manour sokağına girip
duruverdi. Şimdi kollarını sistematik bir şekilde yukarı kaldırıp, indiriyor, derin derin nefes
alıyordu. Her sabah yaptığı gibi marketten sütünü aldı ve evine kadar olan yolda şarkılar
söyleyerek süzüldü kendince. Apartmandan içeri girdiğinde posta kutusunda bir mektup
farketmişti. Kimin gönderdiğini merak etmişti ama her iki eli de dolu olduğundan, mektuba
sonradan bakmaya karar verdi.
Evini çok seviyordu Ramon. Her köşesinde anıları vardı. Oturma odasının hemen başında
keçi tüyünden yapılma yastığını kucağına alarak yavaş adımlarla ilerleyip, rahat olduğuna
emin olduğu divanına uzandı. Geçmişini düşünüyordu, küçüklüğünde babasının onu futbol
maçına götürdüğünde duyduğu heyecanı hala içini ısıtıyordu. Çok özlemişti onları. Önceleri,
Bolivya’dayken hep kaybetmekten korkardı ailesini, oysa Fransa’ya gelmekle kaybolan
kendisiydi. Belki de geri dönmesi en güzel çözüm yoluydu. Kafasını karıştıran düşünceleri
dağıtan telefonun sesi onu biraz olsun rahatlatmıştı.
-
Alo
-
Günaydın Ramon, Joseph ben, bu akşam birşeyler yapalım diye aramıştım seni
-
Hava çok güzel ve inan güzel bir teklif bu. Fakat içimde bir burukluk var bugün
dostum. Bugün beni bağışlamanı rica edeceğim senden.
-
Ama söylemeyi unutuyordum az daha, Nicole de bizlerle olacak. Seni daha yakından
tanımak istiyormuş.
-
Peki o zaman. Köprünün girişinden beni alırsın.
Ramon, apartmandan dışarı çıkarken, posta kutusundaki mektubu farketti. Kimin yolladığını
merak etmiyordu aslında. Kesinlikle bir fatura olmalıydı. Hızlı hareketlerle posta kutusundan
mektubu çıkardı. Mektubun üzerindeki el yazısını tanımaması imkansızdı. Çok şaşırmıştı.
Çünkü bu el yazısı Didier Diego’dan başkasının olamazdı. Didier, Ramon’un Bolivya’dan
kaçmasına yardımcı olan can dostundan başkası değildi. Hızlıca zarfı yırttı ve mektubu
okumaya başladı.
“Merhaba Ramon, uzun zaman oldu. Umarım herşey istediğin gibi yolundadır. Burada,
Bolivya’da durumlar pek de parlak değil. Pablo sonunda beni buldu Ramon. Sana bu mektubu
hiç bilmediğim bir kentin, hiç bilmediğim bir yerinden yazıyorum. Artık kaçmak zorundayım.
Yaşamam için devamlı yer değiştirmem lazım. Daha ne kadar buna dayanabilirim bilmiyorum.
Bu mektubu kendi dertlerimi anlatmaktan çok daha önemli bir mesele için yazıyorum. Ramon
ne olur derin bir nefes al ve hemen tepkini verme. Pablo Fransa’da olduğunu öğrendi, daha da
kötüsü sizinkilerden bir kaç haftadır haber alamıyorum. Minik Mario’nun durumu ise daha
kötü. Hem tek başına yurtta kalıyor hem de Pablo tehlikesi ile karşı karşıya. Senden istediğim
Bolivya’ya geri dönüp Mario’yu yanına alman. En azından bunu yapabilirsin.
D.Diego”
Ramon mektubu defalarca okudu. Her okuyuşunda yeni anlamlar çıkarıyordu. Ailesinin
durumuna, küçük Mario’ya ve vefakar arkadaşı Didier’e çok üzülüyordu. Ama üzülmekten
daha öte şeyler yapmalıydı. Joseph’i arayıp buluşmasını iptal etti. Montunu eline alıp şehrin
en kalabalık caddesinde yürümeye başladı. Kalabalık sokaklarda yürürken daha iyi
düşünüyordu. Uzun bir süre sonra ilk sigarasıni yaktı. Denize bakan sokağın yokuş asağı inen
arnavut kaldırımlı yaya yolunun hemen başında öylece duruyordu. Elinde sigarası,
gözlerindeki o anlamsız kurgu, sanki bir boşluktaymış gibiydi. Olayları tekrar yaşıyordu.
Pablo’dan aldığı parayı iade etmesi gereken zamanda Fransa’ya giden uçakta olduğunu
hatırladı. Nasıl da herşeyden usulca kurtulduğunu düşünmüştü. Dudaklarını sıktı, sigarasından
bir nefes daha çekip, bulunduğu yere oturuverdi. Onlarca kişi yanından geçerken, o, zaten
yabancı olduğu bir ülkede yine ama değişik bir yabancılık çekiyordu. Kimse onu anlayamazdı
ve zaten o da kendisini anlatamazdı.
Ramon eve döndüğünde ne yapıyorum diye düşündü. Zaten on yıldır ailesiyle ve Didier ile
görüşmemişti ki. Ne kaybedebilirdi ki? Pablo’nun onu koskoca bir ülkede bulması çok zordu.
Derin bir nefes aldı. Yatağına doğru gitti, hemen başucundaki radyoyu açıp müziklerin
ritimlerine kendini teslim etti. Kesinlikle zor bir gündü.
Zaman çabuk ilerliyordu. Tam on yıl geçmişti. Ramon Nicole ile evlenmiş, bir de çocuk
sahibi olmuştu. Celine çok tatlı bir kız çocuğuydu. Minicik parmaklarıyla babasının
yanaklarıyla oynarken kıpkırmızı olan burnu o kadar şirin gözüküyordu ki. Nicole çok iyi bir
eş olduğu kadar çok daha iyi bir anneydi. Celine onun için cennetten kaçan küçük bir kızdı.
Onunla ilgilenmek bütün zamanını aldığı kadar, yeni taşındıkları evinin bahçesiyle
ilgilenmekten de çok keyif alıyordu. Çeşit çeşit çiçekleri vardı; karanfilleri, gülleri, sümbülleri
ve o güzel papatyaları. Hepsiyle ayrı ayrı konuşurdu. Hepsinin dertleriyle ilgilenir,
sevinçlerini dinlerdi.
Ramon her gün aynı saatte işten eve dönerdi. Celine’in gülümseyen yanaklarını her geçen gün
tekrar farkettiği anlar, onun için hayatının en güzel anlarıydı. Nicole, Ramon’a bakarak her
zamanki sıcakkanlığı ile elindeki mektubu gösterdi ve gülümsedi.
-
Hayatım sana bir mektup geldi bugün
-
Kimden gelmiş baktın mı Nicole?
-
Üzerinde bir şey yazmıyor ama damgasından ve pulundan anladığım kadarıyla
Bolivya’dan gelmiş. Eski teras katının adresine gelmiş hayatım, adres değişikliği
başvurumuz üzerine buraya yönlendirmişler.
Ramon oturduğu koltuktan doğrularak, Nicole’un yanına gidip elindeki mektubu çekti aldı.
Odasına gidip mektubu okumaya başladı. Nicole’un daha önce okumamasına çok sevinmişti.
“ Merhaba Ramon, mektubuma cevap vermemen inan hiç bir sorunu çözmedi. Ama burada
gelişen ve değişen olaylar üzerine çok rahatladık ve sana tekrar yazma gereği duydum.
Roman, umarım tahmin ettiğim gibi yine sadece gözünü kapatmayacaksın. Çünkü
yazdıklarım gerçek ama sadece sen göremiyorsun. Ve sakin şunu da unutma can dostum,
gerçeği bilmemen o gerçeğin hiç yaşanmadığı anlamına gelmez.
Kısaca konuya girmek istiyorum. Pablo bir çatışmada hayatını kaybetti. Artık kimseden
kaçmamıza ve korkmamıza gerek kalmadı. Ayrıca Mario’yu da yanıma aldım. Eğer buralara
gelirsen Mario’yu çok büyümüş bulacağından emin olabilirsin. Devamlı seni soruyor, Roman
ona bir cevap vermek istiyorum artık. Başkentte bir dairede kalıyoruz. Adresi ilişiğe yazdım.
Not: Mario seneye sınavlara giriyor. Tek amacı bir doktor olabilmek.
D.Diego”
Ramon onu meraklı gözlerle inceleyen iki dünya güzeline doğru baktı. Onların hiçbirşeyden
haberleri yoktu. Ne Pablo’dan, ne de dostu Didier’den. Evlenmeden önceki tek düşü olan
Mario artık ona o kadar da yakın gelmiyordu. Celine onun herşeyiydi. Hem Pablo’nun
ölümüyle herşey tertemiz olmuyordu ki. Başına gelebilecek herhangi bir sorun, Nicole ile
Celine’e de yansıyabilirdi. Gözlerini kapamaya devam etmeliydi. Artık Bolivya’yı
unutmalıydı. Evinde bulunan ve doğduğu ülkeyi hatırlatan herşeyi tavan arasında bir sandığa
koydu.
Artık daha çok işine bağlı olmaya başlamıştı. Evinden işine, işinden evine hep aynı dairenin
etrafında dönüyordu. Cumartesileri minik Celine’i parka götürüyor, kirmizilaşmaya yüz tutan
sarı renkli yaprakların hakim olduğu yollarda yürütüp, parkın içinde bulunan suni göldeki
kuğulara ekmek atıyorlardı. Pazar günü ise Nicole’undu. Pazar günleri karısıyla geç kalkıp,
kahvaltıyla öğle yemeğini nerdeyse aynı saatte yerlerdi. Celine’i bir gün öncesinden
bakıcılarına bıraktıklarından bütün bir günü beraber geçirebiliyorlardı. Karısıyla sinemaya
gidip, şehirdeki tüm sahafları gezerler ve hiç okumadıkları eski kitapları inceleyip çok
eğlenirlerdi. Bir zamanlar para kazanmak için öğrendiği fransızca artık ona eğlenceli de
geliyordu.
Zaman bir kum saati kadar hızlı akıyordu. Celine kocaman bir kız olmuştu. Babasının
gözbebeği olduğu kadar okulda çok başarılıydı. Tıp eğitimi alıyordu. Ramon kızını çok
seviyordu. Onun büyümesini izliyordu ve güzelleştiğini görünce iyi ki Nicole var, iyiki o
seviyordu. Onun büyümesini izliyordu ve güzelleştiğini görünce iyi ki Nicole var, iyi ki o
gece teras katımdaki partiye gelmiş diyordu.
Ramon yılların verdiği yorgunluğun yanı sıra şeker hastasıydı. Çok katı bir diyet listesi
bulunuyordu. Bol baharatlı yapılan Bolivya yemekleri kesinlikle yasaktı. Zaten Bolivya’yı
kafasından çoktan silmişti. Karısı onun hayatındaki en büyük destekçisi ve dostuydu. Nicole
onun pamuk helvasıydı. Çekiciydi, güzeldi ve çok ama çok tatlıydı.
Beraber akşam yürüyüşlerine çıkıyorlardı. İki yaşlı aşık evlerinin kapısının önüne
geldiklerinde, Ramon Nicole’a dönerek gülümsedi.
-
Nicole, ben marketten birşeyler alıp geleceğim, sen eve gidip bana güzel bir elmalı çay
yapabilir misin?
-
Tabiki hayatım.
Yorgun bacakları onu zor taşıyordu. Elinde alışveriş poşeti evine doğru geri dönerken,
kalbinde bir sıkışma hissetti ve yere yuvarlandı. Üzerine doğru gelen arabanın ani freni bile,
arabanın hızını kesmeye yeterli olmamıştı. Nicole yukarı çıkarken posta kutusundaki mektubu
farketti. Mektup Bolivya’dan geliyordu. Bu mektubu gösterip şeker hastası kocasını üzmemek
üzere kendine söz verdi. Mektubu hiç açmadan şöminenin içine attı. Mektup şöminenin içinde
yanarken Ramon’un cansız bedeni de karşı sokağın girişinde yatıyordu.
“ Sevgili Romon Dayı, Ben Mario, bugüne kadar mektup yazamadığım için üzgünüm. Size
kötü bir haberim var. Didier amcamı geçen Cuma trafik kazasında kaybettik. Tüm mırasını
size ve bana bıraktı. O sizi çok seviyordu, bana hep sizden bahsederdi. O aslan yüreklidir,
elinde olsa hemen gelir derdi.
Dayıcığım, sizi hiç görmedim ama rahmetli Didier amcama göre görmeliymişim. Umarım
fırsat bulup Bolivya’ya gelebilirsiniz. Hem sizi görmüş olurum, hem amcamın mezarını
ziyaret ederiz. Son olarakta mirastan size kalan haklarınızı alırsınız.
Saygılarımla,
Dr. Mario Diego”
Bahadir Çakmak
Cakmak.bahadir@hotmail.com
Dostları ilə paylaş: |