1-FÂTİha sûresi



Yüklə 7,02 Mb.
səhifə17/103
tarix08.09.2018
ölçüsü7,02 Mb.
#67644
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   103

7. A’RÂF SÛRESİ


Mekke döneminin son yıllarında indirilmiştir. Adını, 46-48. ayetlerde geçen ve bilgi, marifet, tanıma anlamına gelip, cennet ile cehennem arasındaki yüksek sûru ifâde eden “Ârâf” kelimesinden almıştır. 206 ayettir.

Rahman ve Rahim olan Allah’ın Adıyla!

Beni yoktan var edip üstün yeteneklerle donatan ve kulluk göreviyle yeryüzüne gönderen sonsuz şefkat ve merhamet sahibi yüce Rabb’imin adıyla, O’nun verdiği güç ve yetkiye dayanarak ve yalnızca O’nun adına okuyor, söylüyorum:



1. Elif, Lâm, Mîm, Sâd. (2. Bakara: 1, 23, 24)

2. Ey şanlı Elçi! İşte Elif, Lâm, Mîm, Sâd gibi, hiç de yabancısı olmadığın ‘sıradan’ harflerin olağanüstü bir âhenkle yan yana dizilerek oluşturduğu bu muhteşem ayetler, uğrayacakları âkıbete karşı insanları uyarman ve bu evrensel çağrıya inananlara öğüt olmak üzere, Allah tarafından sana gönderilmiş bir kitaptır. O hâlde, bu konuda yüreğinde asla bir şüphe, endişe ve sıkıntı olmasın!

3. Ey insanlar! Rabb’iniz tarafından size indirilen bu öğüt ve ilkelere uyun. O’nu bırakıp da O’ndan başka birtakım kurtarıcıların, koruyucuların, veli bilinenlerin peşinden gitmeyin! Çünkü onlar kendi otoritelerine kayıtsız şartsız boyun eğmenizi böylece vahiy ile bildirilenleri terk etmenizi isterler.

Kulağınıza küpe olması gereken bu öğütleri ne kadar da az düşünüyorsunuz!



4. Oysa Biz, emrimize başkaldıran nice toplumları helâk ettik; geceleyin uyurlarken yâhut gündüz vakti dinlenirlerken, azâbımız ansızın başlarına çöküverdi!

5. Ve azâbımız onlara gelip çattığı zaman, “Eyvah! Meğer biz ne kadar zâlimmişiz!” demekten başka bir feryatları olmadı. Fakat son pişmanlık fayda vermemişti. Ama iş bununla da bitmeyecek, öyle bir gün gelecek ki:

6. Kendilerine Peygamber veya dâvetçi gönderilen kimseleri, bu çağrıya uyup uymadıkları konusunda Mahşer Günü elbette hesaba çekeceğiz. Ve onlara gönderilen dâvetçi ve Peygamberlere de, görevlerini yerine getirip getirmediklerini elbette soracağız.

7. Sonra da, tüm yaptıklarını kesin bir bilgi ile onlara bildireceğiz. Çünkü Biz, her an onların yanındaydık ve olup bitenlerden asla habersiz değildik!

8. O gün tartı haktır. Yapılan bütün iyilik ve kötülükler ölçülecek ve herkese hak ettiği ceza veya mükâfât tam olarak verilecektir. Buna göre kimin iman ve iyilik tartıları ağır gelirse, işte onlar ebedî saadet ve kurtuluşa erenlerdir.

9. Kimin de tartıları hafif gelirse, onlar da Kur’an’dan yüz çevirerek ayetlerimize haksızlık etmelerinden dolayı kendilerine yazık etmiş azaba mahkum etmiş olanlardır!

10. Gerçek şu ki, Biz sizi yaratıp yeryüzüne yerleştirdik ve size orada yaşamanız için nice nîmet ve imkânlar bahşettik. Buna rağmen, ne kadar da az şükrediyorsunuz!

11. Evet, sizi yarattık, sonra size mükemmel bir şekil verdik ve meleklere, “Tüm insanlığın temsilcisi olarak karşınızda duran Âdem’e secde edin, size üstünlüğünü kabul ederek önünde saygıyla eğilin!” dedik. Bunun üzerine meleklerin hepsi Allah’ın emrine uyarak derhâl secde ettiler, ancak aralarında yaşayan ve aslen bir cin olan İblîs hariç; o, bunu gururuna yediremedi, kibre kapıldı. Allah’ın emrine başkaldırma pahasına, Âdem’e secde etmekten kaçındı.

12. Allah İblîs’in niçin secde etmediğini gâyet iyi bildiği hâlde, insanlığa ibret olması için ona sordu: “Sana emrettiğimde, Âdem’e secde etmekten seni alıkoyan nedir? İblîs, “Ben ondan daha üstünüm, çünkü beni ateşten, onu ise değersiz bir varlık olan çamurdan yarattın! Bu yüzden, arzu ve beklentilerime uygun düşmeyen bu emri asla yerine getirmeyecek ve o aşağılık varlığa asla secde etmeyeceğim!” dedi. Oysa gerçek üstünlük ancak Allah’ın emrine itaatle mümkündür. Fakat iblis bunu bile bile kibre kapıldı, isyanı tercih etti.

13. Bu yüzden Allah, “O hâlde, derhal in aşağıya oradan! Çünkü orada öyle böbürlenmeye hakkın yok; sana bahşettiğim yüce makâmı ve içinde yaşadığın cenneti terk ederek haydi hemen çık dışarı, Bundan böyle sen, kibrinden vazgeçmediğin için, zillet ve alçaklığa mahkûm edilmiş aşağılık bir varlıksın!” dedi.

İblîs aslında Allah’ı tanıyordu. Cennet ve cehenneme de inanıyordu fakat kendisini üstün görmesi, Allah’a isyan etmesi ve bunda ısrar etmesi sebebiyle kâfirlerden oldu ve rahmetten kovularak lanete layık oldu.



14. Bunun üzerine İblîs, İnsanların yeniden diriltilecekleri güne kadar bana süre ver!” dedi.

15. Allah, “Pekâlâ, Mahşer Gününe kadar değil ama, herkesin öleceği, Kıyâmet Gününe kadar (15. Hicr: 38) sana süre verilmiştir!” dedi.

Allah dileseydi, İblîs’i oracıkta yok edip işini bitirebilirdi. Fakat sonsuz ilim ve hikmeti gereğince insanoğlunun hatasını anlayıp tövbe edeceği sınavı için İblîs’e istediği süreyi verdi.



16. İblis, kendisine verilen bu uzun ömre şükredeceği yerde, kendi günahını Allah’a isnat ederek dedi ki: “Beni saptırmana karşılık, ben de onları saptırmak için senin dosdoğru yolunda pusu kurup oturacağım!”

17. “Sonra da, bazen açıktan açığa önlerinden, kimi zaman sinsice arkalarından; bazen Müslüman kimliğine bürünüp sağlarından, bazen de şehvet ve ihtirâslarını azdırarak sollarından, yanlarına sokulacağım. Kısacası, onları aldatmak için her türlü yol ve yöntemi kullanarak dört bir yandan üzerlerine saldıracağım ve böylece, pek çoklarının nankör olduğunu göreceksin! Sonunda, Âdem’in benden üstün olmadığını ve onun önünde secde etmemi bana emretmekle, hikmet ve adâletten yoksun bir iş yaptığını sen de kabul edeceksin.

18. Bunun üzerine Allah, “Alçaltılmış ve ilâhî rahmetten kovulmuş olarak çık oradan!” dedi, “Çünkü melekler arasında, o yüce makamda bulunmaya hakkın yok senin! Yakında yeryüzüne inecek ve ilâhî sınavın gerçekleşmesi için insanları kötülüğe dâvet edeceksin. Fakat kullarımın üzerinde herhangi bir zorlayıcı gücün olmayacak (17. İsra: 65). Onlardan her kim sana uyacak olursa, şunu iyi bilin ki kesinlikle hepinizi birden topluca cehenneme dolduracağım!”

19. “Ey Âdem! Sen ve eşin beraberce cennette yaşayın. Dilediğiniz yerden ve canınızın çektiği her çeşit meyveden bol bol yiyebilirsiniz, ancak sınırsız özgürlüğe sahip olmadığınızı, size bu nîmetleri bahşeden Allah’a muhtaç birer kul olduğunuzu asla unutmayın. Bunun için de, sizi imtihân etmek üzere şimdilik yasakladığım şu ağaca sakın yaklaşmayın, yoksa büyük bir günah işleyerek kendinize zulmetmiş olursunuz!”

20. Derken şeytan, birbirlerine kapalı olan mahrem yerlerini açıp kendilerine göstermek ve böylece şehvet duygularını kamçılayıp onları isyana sürüklemek için her ikisine fısıldayarak dedi ki: “Rabb’inizin size bu ağacı yasaklamasının tek sebebi, birer melek olacağınızdan yahut sonsuz hayata kavuşacağınızdan endişe duymasıdır.”

21. Ve “Allah şahidimdir ki, bunu sırf sizin iyiliğiniz için yapıyorum!” diye onlara yemin etti.

22. Böylece, ikisini de aldatarak yasağı çiğnemelerine sebep oldu ve onları, içinde bulundukları yüce makâmdan aşağıya indirdi. Şöyle ki:

Âdem ile Havvâ, sözü edilen ağacın meyvesini tadar tatmaz, nurdan cennet örtüleri kayboldu ve her ikisine de mahrem yerleri gözüktü, bunun üzerine utanç duygusuna kapılarak, mahrem yerlerini kapatmak için cennet yapraklarıyla üzerlerini örtmeye başladılar.



Derken, Rableri onlara şöyle seslendi: “Ben size o ağacın meyvesini yasaklamamış mıydım? Üstelik şeytanın, sizin apaçık bir düşmanınız olduğunu söylememiş miydim? Niçin emir ve uyarılarımı kulak ardı edip kendinizi felakete sürüklediniz?

Böylece Âdem ile Havvâ, kıyâmete kadar insanlara musallat olacak baş düşmanları İblîs’le bu ilk karşılaşmalarında imtihânı kaybettiler. Fakat umutsuzluğa düşmediler, kibre kapılmadılar, günahlarını bir başka günahla telâfî yoluna da gitmediler. Aksine, hatâlarını itiraf ederek Rab’lerine yöneldiler. Onun sonsuz merhametine sığındılar.



23. İkisi de, “Ey yüce Rabb’imiz!” dediler, “Biz kendimize yazık ettik; şâyet bizi bağışlamaz ve bize merhamet buyurmazsan, hiç şüphesiz kaybedenlerden olacağız!”

Bunun üzerine, Allah ikisini de bağışladı ve işledikleri günahın cezasını çekmeleri için değil asıl yaratılış gayeleri olan halîfelik görevini yerine getirmeleri için cennetten çıkarıp yeryüzüne gönderdi. Çünkü zaten tövbeleri kabul edilmiş, suçları da bağışlanmıştı:



24. Allah, “Birbirinize düşman olarak cennetten çıkıp yeryüzüne inin! Artık yeryüzüne yerleşecek ve belli bir süreye kadar oranın nîmetlerinden yararlanacaksınız!” dedi.

25. Ve ekledi: “Orada yaşayacak, orada ölecek ve yeniden diriliş için yine oradan çıkarılacaksınız!”

O hâlde, yeniden diriliş gününde hüsrana uğramamak için, iyi dinleyin:



26. Ey Âdemoğulları! Size, hem mahrem yerlerinizi örtecek ve hem de güzel görünmenizi sağlayacak giysiler üretebilmeniz için gereken bilgi, yetenek ve hammaddeyi bahşettik. Öyleyse, küfür ve zulüm sistemlerinin en belirgin alâmeti ve temel dayanağı olan, toplumda her türlü fuhşiyatın, sapık ilişkilerin ve cinsel sömürünün yaygınlaşmasına yol açan çıplaklık kültüründen uzak durun! Namus, iffet ve ahlâk gibi yüce değerleri pekiştirerek toplumsal çözülmenin ve yozlaşmanın önüne geçen, ayrıca sizi sıcaktan ve soğuktan koruyan daha zarif, daha güzel elbiseler giyin! Fakat bu arada dış görünüşünüzü güzelleştirirken kalp ve ruh güzelliğini ihmal etmeyin! Unutmayın elbiselerin en iyisi, en güzeli kötülüklerden titizlikle kaçınarak dürüst ve erdemli bir insan olmak anlamına gelen takvâ elbisesidir.

İşte bunda, Allah’ın ayetlerindendir, o hâlde, bu ayetleri insanlara ulaştırın ki, düşünüp öğüt alsınlar.

27. Ey Âdemoğulları! Sakın şeytan, Âdem ve Havvâ adındaki ilk atalarınızın günah işlemelerine, giysilerini üzerlerinden soyup mahrem yerlerini birbirlerine göstererek böylece cennetten çıkmalarına sebep olduğu gibi, sizi de kandırıp günaha sürüklemesin!

Aman dikkatli olun! Zira şeytan ve dostları, sizin onları göremediğiniz bir boyuttan sizi görebilirler. Gerçek kimliklerini hissettirmeden ustalıkla aranıza sızar, hiç beklemediğiniz bir anda, akıl almaz yol ve yöntemlerle sizi aldatmaya çalışırlar. Üstelik insanlar arasında, onlarla işbirliği yapanlar da var: Doğrusu biz şeytanları, iman etmeyenlerin en yakın müttefiki, akıl hocası ve dostu hâline getirdik.

Bu yüzdendir ki:

28. Kâfirler ne zaman utanç verici bir iş yapsalar, sözgelimi Kâbe’yi çırılçıplak tavaf etmeye kalksalar, “Biz atalarımızdan böyle gördük; üstelik, bunu bize emreden Allah’tır!” derler.

Onlara de ki: “Hayır! Allah, böyle utanç verici ve edebsizliği çirkinlikleri asla emretmez! Aksine güzelce örtünmenizi, iffetli olmanızı emreder. Zaten her insanı edeb ve haya duygusuna sahip olarak yaratmıştır.

Ey inkârcılar! Siz, Allah hakkında bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz? O’nun emir ve hükümleri hakkında, nasıl böyle bilip bilmeden konuşabiliyorsunuz?”

Peki, gerçekte nedir Allah’ın emrettiği?



29. Ey Müslüman! De ki: “Rabb’im, her türlü aşırılıktan kaçınmanızı, ölçülü ve dengeli davranarak adâleti yerine getirmenizi emretmiş ve sizden şunu istemiştir: Allah yolunda yapmanız gereken her işi, tam bir dikkat ve duyarlılık içinde yapın! Allah’ın dinine gönülden boyun eğme konumunda yani her secde makamında, yüzünüzü yani her şeyinizle kendinizi Allah’ı razı etmeye doğru, kıble yönüne doğrultun! Namaz kılarken, özellikle de ibâdetin doruk noktaya ulaştığı secdeye varırken, tüm benliğinizle Rabb’inize yönelin! Tertemiz ve samimi bir inançla Allah’a yönelerek O’na dua edin! Kulluk ve ibâdetinizi yalnızca O’nun için, O’nun emrettiği şekilde yapın ve tüm içtenliğinizle O’na el açıp yalvarın! Unutmayın ki, başlangıçta nasıl sizi O yarattıysa, yine sonunda O’na dönecek tüm yaptıklarınızın hesabını vereceksiniz.

30. Bu uyarılar karşısında, insanlar farklı tavırlar gösterdiler. Allah da onlardan bir kısmını doğru yola iletti, bir kısmı ise sapıklığı hak etti. Çünkü onlar, Allah’tan başka, cinlerden ve insanlardan birtakım şeytanları kendilerine rehber, yönetici ve dost edindiler. Üstelik, bu hâlleriyle doğru yolda olduklarını sanıyorlar!

31. Ey Âdemoğulları! Hayatın her alanında, Allah’ın emir ve yasaklarına gönülden boyun eğme yani secde etme makamında, bir mescidde, bir secdegâhtasınız. İşte böyle her mescidde, herbir secde makamında sizden istenen kulluğu güzelleştirecek niyet, ciddiyet, samimiyet, ihlas ve takvâ gibi her türlü zînetinizi takın, üzerinizde gösterin. Kâbe’yi çıplak tavaf etmeyi bir dindarlık, bir erdemlilik sayan Arap müşriklerinin yaptığı gibi, birtakım hurafeleri, batıl inançları taklit ederek imana ve İslâm’a aykırı davranışlar göstermeyin. Dindarlığın, takvânın ölçüsü olarak ilâhî hükümleri kendinize ölçü edinin. Bu ölçülere göre üstünüze başınıza, kılık kıyafetinize çekidüzen verin. Bilhassa giysilerin en güzeli olan takvâ elbisesini kuşanın. Perişan ve pejmürde bir hâlde dolaşarak veya kendinizi Allah’ın nîmetlerinden yoksun bırakarak Allah’a yaklaşacağınızı sanmayın: Yiyin için, fakat harama yönelerek veya yoksulun hakkını çiğneyerek yâhut ihtiyaçtan fazlasını harcayarak ya da aşırı lükse kaçarak israf etmeyin! Unutmayın ki, Allah israf edenleri sevmez!

32. Kendilerini dünyanın meşrû lezzet ve nîmetlerinden mahrum bırakarak Allah’ın hoşnutluğunu kazanacaklarını zanneden câhillere seslenerek de ki: “Allah’ın, kulları için yeraltı madenlerinden, denizlerin altından veya bitki ve hayvanlardan çıkardığı süs eşyalarını ve tertemiz yiyecekleri haram kılan kimdir?”

Sözlerine devamla de ki: “Bunlar, aslında dünya hayatında kâfirler için değil, iman edenler için yaratılmış güzelliklerdir. Fakat imtihân hikmeti gereğince, herkes bunlardan faydalanır. Diriliş gününde ise bu nîmetler, yalnızca inananlara özgü olacak ve inkârcılar, ondan mahrum bırakılacaktır.”

Bakın, hakîkat bilgisinin kıymetini bilen insanlar için, ayetleri işte böyle ayrıntılarıyla ve açıkça ortaya koyuyoruz!

33. De ki: “Doğrusu Rabb’im, ancak şunları haram kılmıştır:

İster açık, ister gizli olsun, her türlü fuhuş ve ahlâksızlığı,

Allah’ın emir ve yasaklarını çiğneyerek günah işlemeyi,



Haksız yere başkalarının hak ve özgürlüklerine saldırmayı,

Haram helâl sınırlarını belirleme, değer yargıları oluşturma, emirlerine kayıtsız şartsız itaat edilme gibi konularda kendilerine yetki verildiğine dâir Allah’ın Kitap veya Elçisi aracılığıyla hiçbir delil göndermediği varlıkları tanrısal niteliklerle yüceltip itaat edilecek mutlak otorite kabul ederek yahut servet, güç, makam, şöhret gibi değerleri hayatın biricik ölçüsü hâline getirerek O’na ortak koşmanızı,



Ve bilmediğiniz konularda Allah adına konuşmanızı haram kılmıştır!”

Bu haramları işleyen toplumlar, dünyada da, âhirette de bunun cezasını çekeceklerdir. Fakat günah işlediler diye hemen helâk edilmeyecek, kendilerine biraz mühlet verilecektir:



34. Her toplumun ilâhî-toplumsal yasalara göre belirlenmiş bir hayat süresi, yani bir eceli vardır. O ecelleri gelip çattı mı, ölüm vaktini ne bir an geciktirebilir, ne de öne alabilirler. Şu hâlde:

35. Ey Âdemoğulları! Şâyet size kendi aranızdan, benim ayetlerimi size okuyan Peygamberler veya İslâm dâvetçileri gelecek olursa —ki her çağda gelecektir— her kim bu çağrıya uyarak kötülükten, günahtan sakınır ve davranışlarını düzeltirse, işte onlar Hesap Gününde ne korkuya kapılacaklar, ne de üzülecekler!

36. Âyetlerimizi yalan sayan ve buyruğumuza boyun eğmeyi gururlarına yediremeyerek onlara karşı büyüklük taslayanlara gelince, onlar da cehennem halkıdır ve ebediyen orada kalacaklardır.

37. Öyle ya, uydurduğu hükümleri Allah’a nispet ederek Allah adına yalan uyduran yâhut O’nun ayetlerini inkâr edenlerden daha zâlim kim olabilir? Bunlar, tüm canlılar için takdir edilmiş ilâhî yazgıdan paylarına düşeni alacak ve dünyanın gelip geçici nîmetlerinden azıcık faydalanacaklardır. Nihâyet ölüm melekleri olan elçilerimiz, canlarını almak üzere yanlarına gelince, onlara, “Hani nerede, Allah’ı bırakıp da kendilerine yalvarıp yakardığınız varlıklar?” diye soracaklar. Buna karşılık onlar, pişmanlık ve çaresizlik içinde “Bizi yüzüstü bırakıp kayboldular!” diyecek ve hakîkati inkâr etmiş olduklarına, son nefeslerinde bizzat kendileri şâhitlik edecekler.

38. Ve Hesap Gününde Allah, O hâlde, sizden önce ateşe girmiş cin ve insan toplulukları arasında siz de yerinizi alın!” diyecek.

Her topluluk ateşe girerken, dünyada imrenip peşinden gittikleri, inanç ve ideoloji bakımından kardeşleri sayılan topluluğa lânetler yağdıracak! Nihâyet, hepsi birbiri ardınca gelip orada toplanınca, arkadan gelenler, önden giden ve sonrakilere yol gösteren öncü toplumlar hakkında, “Ey Rabb’imiz, bizi yoldan çıkaranlar işte bunlardı, o hâlde, onları iki kat ateş azabıyla cezalandır!” diyecekler.

Buna karşılık Allah, Evet! Sizden öncekiler, hem kendileri yoldan çıktığı için, hem de arkadan gelenlere kötü örnek olup onları yoldan çıkardıkları için iki kat ceza çekecekler. Fakat siz de aynı şekilde sizden sonrakilere öncülük edip onları saptırdınız. O hâlde, böyle zalimlerden her birine iki kat azap var fakat siz, bunun farkında değilsiniz, nicelerinin sizden etkilenip kötülüğe yöneldiğini bilmiyorsunuz!” diyecek.



39. Bunun üzerine öncekiler, sonrakilere diyecekler ki: “Sizin bizden üstün bir tarafınız yok ki! Öyleyse, yaptıklarınıza karşılık cehennem azâbını bizimle birlikte tadın!”

40. Âyetlerimizi yalan sayan ve buyruğumuza boyun eğmeyi gururlarına yediremeyerek onlara karşı büyüklük taslayanlar var ya, göğün rahmet kapıları onlara asla açılmayacak ve deve iğne deliğinden geçmedikçe, onlar da cennete giremeyeceklerdir. Devenin iğne deliğinden geçmesi nasıl mümkün değilse, inkârcıların da cehennemden çıkıp cennete girmeleri öylece imkânsızdır. İşte biz, suçluları böyle cezalandırırız!

41. Altlarında ateşten döşekler, üstlerinde de yine ateş, alev ve dumandan örtüler olacaktır. İşte biz, zâlimleri böyle cezalandırırız!

42. İman eden ve bu imanın gereği olarak güzel işler yapanlara gelince, —ki Biz hiç kimseye, gücünün yetmeyeceği bir görev yüklemeyiz— işte onlar da cennet ehlidirler ve ebediyen orada kalacaklardır!

43. Onları cennete koyarken, kalplerinde haset, öfke ve kin adına ne varsa hepsini söküp almışızdır. Böylece her türlü olumsuz duygu ve düşünceden arınmış olarak cennete girecekler. Orada her türlü nîmetler bulunmakta altlarında ırmaklar akmaktadır. Rab’lerine el açıp yalvararak, “Bizi bu hârika cennet yurduna ulaştıran Allah’a şükürler olsun! O bize yol göstermeseydi, biz kendi başımıza doğru yolu asla bulamazdık! İşte, bizzat gözlerimizle görüyoruz ki, Rabb’imizin elçileri bize gerçekten de hakîkati bildirmişler!” diyecekler.

Ve ardından, Allah tarafından şöyle nida edilir: “İşte, dünyadaki gayret ve çabalarınızın karşılığı olarak size bahşedilen cennet, budur!”

44. Derken cennet ehli, cehennem kavmine seslenerek: “Ey kâfirler! Biz, Rabb’imizin bize verdiği bütün sözlerin gerçek olduğunu gördük; nasıl, siz de Rabb’inizin verdiği sözlerin doğru çıktığını gördünüz mü?” diye sorarlar. Cehennemdekiler, ise “Evet, bunu bizzat yaşayarak gördük!” derler. Bunun üzerine Allah tarafından ilan etmekle görevlendirilmiş bir melek, aralarında şöyle seslenecek: “Allah’ın lâneti, zâlimlerin üzerine olsun!”

45. “Yani, insanları Allah’ın yolundan engelleyen, sinsi propagandalarla doğru yolu çarpıtmaya çalışan ve öte dünyanın varlığını inkâr eden o zâlimlerin üzerine!”

46. Cennet ehliyle cehennem halkı arasında, iki grubu birbirinden ayıran bir perde olarak, yüksek bir sûr (57. Hadid: 13) vardır. Bu sûrun Ârâf denilen burçları üzerinde ise, kendilerine daha baştan cennete kesinlikle girecekleri müjdesi verilen, Peygamberler ve şehitler gibi seçkin insanlar olacaktır. Allah’ın bu has kullarına bir lutuf ve ikram olarak o günkü muhteşem manzarayı dışardan ve yukardan seyretme imkanı verilecektir. Bunlar cennetlik ve cehennemlik her insanı çehresinden tanıyacaklar. Henüz cennete girmemiş olan, fakat oraya gireceklerini ümit eden cennet ehline seslenerek, “Selâm sizlere! Müjdeler olsun, kurtuluşa erdiniz!” diyecekler.

47. Bakışları cehennem halkına doğru çevrilince de, “Aman ya Rab!” diye yalvaracaklar, “Bizi bu zâlim toplulukla beraber eyleme!”

48. Sûrun yüksek burçlarında her yanı seyreden bu Ârâf halkı, simalarından tanıdıkları bazı cehennemlik kişilere şöyle seslenecekler: “Gördünüz ya, ne o güvendiğiniz malınız, servetiniz, ordularınız ve topladıklarınız, topluluğunuz kurtarabildi sizi, ne toplantılarınız ve ne de o anlamsız gurur ve kibriniz!”

Sonra inkârcılara, dünyadayken alay edip aşağıladıkları zayıf müminleri göstererek soracaklar:



49. “Sizin bir zamanlar, kendileri hakkında ‘Allah lütuf ve rahmetini böyle yoksul ve çaresiz kimselere vermez!’ diye yemin ettiğiniz insanlar bunlar mı? Oysa bakın, şimdi onlara ne müjdeleniyor: “Girin cennete, artık sizin için ne korku vardır, ne de üzüntü!”

50. Derken cehennem halkı, cennet ehline yalvararak, “Ne olur, bize biraz su verin, ya da Allah’ın size bahşettiği yiyeceklerden birazını gönderin!” diye feryat edecekler. Cennetlikler ise onlara: Hayır, Allah bu nîmetleri kâfirlere yasaklamıştır!” diyecekler.

51. O kâfirler ki, ilâhî ölçüleri reddedip kendilerini ilâhlaştırarak arzu ve heveslerine din gibi sahip çıkmışlar yahut Allah’ın kendilerine gönderdiği inanç sistemi ve hayat tarzını alay konusu yaparak dinlerini oyun ve eğlence hâline getirmişlerdi. Zira dünya hayatının o süs ve câzibesi, onları aldatıp doğru yoldan saptırmıştı.

Onlar, bu güne ulaşacaklarını nasıl gözardı edip unuttular ve ayetlerimizi bile bile nasıl inkâr ettilerse, Biz de bugün onları aynı şekilde “unutacağız!”

52. Oysa Biz onlara, iman edecek bir toplum için hidâyet rehberi ve rahmet kaynağı olmak üzere, tam bir hikmet ve bilgiyle hakîkati tüm yönleriyle ve bölümler halinde açıkladığımız mükemmel bir kitap göndermiştik.

53. Ama o zalimler, ayetlerimizi bilerek inkâr ettiler. Peki onlar, Kur’an’a iman etmek için ille de onun haber verdiği kıyâmet, mahşer, hesap, cehennem, azab... gibi şeylerin gerçekleşmesini mi bekliyorlar? İyi bilin ki, onun haberleri gerçekleştiği gün, vaktiyle bunları hiçe sayıp unutmuş olanlar, pişmanlık ve çaresizlik içinde şöyle diyeceklerdir: “Eyvah, demek Rabb’imizin elçileri bize gerçeği bildirmişler! Ah, keşke Allah katında sözü geçen ve kurtuluşumuz için aracılık edebilecek şefaatçilerimiz olsaydı da, Azabdan kurtulmamız için bize adımıza şefaat etselerdi! Yâhut dünyaya geri gönderilseydik de, daha önce yaptıklarımızdan farklı işler yapsaydık!”

Yüklə 7,02 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   13   14   15   16   17   18   19   20   ...   103




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə