çekler, o değişikliklerden uzakta, insan kafasının içinde kurallaşıp
kaldıkça, zamanla ister istemez soyutlaşırlar, dışarıda olan bitenlerle
bağlarını koparırlar. Kendi başlarına, kendi kanunlarıyla yaşayan ha-
yalî bir takım varlıklar haline girerler. Bunlar soyut gerçeklerdir. Soyut
gerçekler, ilk bakışta insana pekâlâ doğru gibi gelirler. Çünkü onlar
da vaktiyle yaşanmış olaylardan kaynak almışlar ve geçmiş hayatın
mantığıyla ölçülüp biçilmişlerdir. Teoride insan kafasının Mutlak'a öze-
nişi, eski ölçüleri ebedileştirmekten kurtulamaz.
Lâkin, insan, görünüşe aldanmayıp da, soyut gerçekleri, vaktiyle
yaşanmış olaylarla ilişkisi içinde değil, şimdi yaşanmakta olan olaylara
uygularsa, yeni olaylar dahi eskilerinden bambaşka olmuşlarsa, eski-
den pek doğru bilinen soyut gerçeklerin artık olanlara uymadıklarını,
yeni olaylar önünde yabancı ve yetersiz kaldıklarını görür. Böyle olan
bitenlere sığmayan, olaylarla iç bağları bulunmayan teorik gerçekle-
re Soyut Gerçek denir. Bu eski soyut gerçekler yeni olayları aydın-
latmamaya başladıkları zaman, hâlâ onları tekrarlayarak hayatta yol
açmaya ve iş yapmaya kalkışmak; aldanmak, görünüşe aldanmak,
alışkanlığa kurban gitmektir.
"Marksist, canlı hayatı irdelemek zorundadır. Ta ki, dünkü teorinin
zincirlenişini değil, realitenin (gerçekliğin) olaylarını takip edebilsin.
Zira, her teori gibi dünkü teori de, yalnız esaslıyı, geneli gösterir.
Sadece hayatın kompleksliğini kavramaya yaklaşır. 'Teori dostum,
solgundur. Daima yeşil olan, hayatın ağacıdır.'"[Lenin, Taktiğe Dair
Mektup 1917, C. XIV, s. 29 (Collected Works, C. 24, s. 45)]
Demek Marksizm objektif gerçeklere dayanan teoriyi inkâr etmez.
Tersine her zaman o teoriyi benimseyerek işe başlar. Lâkin bütün te-
orik gerçekleri içinden doğdukları olaylarla ölçer ve her günkü yeni
olanlarla ayarlar. Nasıl, objektif aydınlatma için, sübjektif [öznel] iddi-
alarımızı değil, başlıca rol oynayan çelişkileri ve şartları her yönünden
oldukları gibi kavramaya mecbursak, tıpkı öyle, bir an için yaptığımız
bu aydınlatmayı bütün ömrümüzce, her zaman devam ettirmeye de
mecburuz. Bir zaman objektif araştırmalardan çıkmıştır, hatta bugün
bile hâlâ genel kural olarak kalmaktadır diye, artık soyutlaşmış bir
eski gerçeği ezberleyip, olanların özellikleri karşısında gözü kapalı,
kıyamete kadar tekrarlamak saçmadır. Tersine eski gerçeğin anlamını
kavramak için yeni hayata, şimdiki gerçek ilişkilere gözümüzü açmalı-
yız. Çünkü zamanla, hatta ana çelişkiler aynı kaldıkları halde bile eğer
şartlar değişmişse, eski gerçekler de bizi aldatabilirler. Çünkü soyut-
laşmıştırlar. Eski soyut kuralların yerine, bugünkü şartlara uygun yeni
gerçekler, taze ve gerçek kurallar bulmak gerekir. İşte, böylece, za-
manla değişen şartları hesaba katarak, gerçekleri daima her günkü
olanlarla ayarlayarak yapılan araştırmalara Somut aydınlatma denir.
"Diyalektiğin temelli [değişmez] şartı şudur: Soyut gerçek yok,
gerçek daima somuttur... Ve gene, Hegel'in büyük diyalektiğini, İtal-
yan gevezelerinin 'mettere la coda dove non va il copo' (başın girme-
diği yerden kuyruğu geçirmeli) diye ifade ettikleri o monden[Monden
(Fr. mondain): Yüksek sosyete yaşamını seven.] ukalâlığı ile karıştır-
mamak lâzımdır."Lenin, Bir Adım İleri, İki Adım Geri, 1904, C. V,
s. 480, (Collected Works, C. 7, s. 409-410)
"Diyalektik mantık, Hegel'e nazaran rahmetli Plekhanof'un söyle-
mekten hazzettiği gibi: 'Soyut gerçek yoktur; gerçek daima somuttur'
dersini verir."[Lenin, Bir Kere Daha Meslek Teşekküllerine Dair,
1920, C. XVIII, s. 60, (Collected Works, C. 32, s. 94)]
Aydınlatmada objektif davranmak; zıtları ve şartlarını oldukları
gibi kavramaksa, aydınlatmada somut davranmak da; özellikle zıtla-
rın içinde bulundukları değişik şartları kavramaktır
-
.
"Şimdiye kadar değişen şartlara önem vermemek, Marksizm'in
eski kararlarını savunmak, doktrinin ruhuna değil, harflerine sadık
kalmak demektir; yeni siyasi durumları tahlil için, Marksist araştır-
ma tarzlarını kullanmayı düşünmeyerek, evvelce çıkarılmış sonuçla-
rı hâfızadan tekrarlamak demektir." [Lenin, Programımızda Köylü
Meselesi, 1903, Iskra No. 44, C. IV, s. 243, Programımızda Milli
Mesele, (Collected Works, C. 6, s. 456)]
Çelişki, eski çelişki olduğu halde bile, şartlar değişince, nasıl her
şeyin başkalaştığına her gün binlerce örnek görürüz. Ana çelişkilere
olayın sebebi dersek, o çelişkilerin gelişim seyrinde çevre ile giriştik-
leri ilişkilere de olayın şartları diyebiliriz. Mesela hayat, tek hücre için
de, yüksek organizmalı hayvanlar için de canlı protoplâzma ile cansız
dediğimiz doğa arasındaki çelişkinin ürünüdür. Lâkin, aynı hayat ola-
yı, çevre şartları içinde çarpışırken, bu şartlar değiştikçe ne çok ve ne
çeşitli realiteler yaratmıştır? Bunu, yeryüzünü kaplayan bütün canlı
varlıkların sayısız türlerinden ve cinslerinden anlayabiliriz. Bunların
hepsinde ilk unsur, basit hücre hayatı ile doğa arasındaki ilişkiye da-
yanır. Ama, doğayla hücre arasındaki çelişki, içine düştüğü çevre şart-
larına göre, denizde balık, havada kuş, karada hayvan, toprakta bitki
olur. Nihayet, bütün bu balık, kuş, hayvan ve bitkiler dahi, ayrıca,
yeryüzünün şu veya bu parçasında, havanın, ışığın, suyun, toprağın
ve bütün geri kalan canlı cansız varlıkların karşılıklı etkileri altında,
Istıfa (Seleksiyon, Ayıklanma) Kanunu ile binbir tür ve çeşit kılık-
larına girerler. Bütün bu sonsuz realitelerin hepsine Hayat diyoruz.
İşte bu genel canlılık bir gerçektir. Ama soyut, yani hayatın zamanla
geçirdiği ve aldığı binbir çeşidin dışında bir gerçek midir? Hayır. Soyut
Hayat kavramı, bize bütün canlı varlıkların realitelerini öğretir mi?
Hayır. İlk canlı varlığın suda olduğu, sonra yerde sürünen hayvanlar,
Dostları ilə paylaş: |