146
zorunlu bir unsur olarak görse de tarafsız gözlemciler, bu yargıların kendileri için
zorunlu olduğuna değil ahlâkî fail için uygun olduğuna karar verirler. Tarafsız
gözlemcilerin dikkat ettiği şey, ahlâkî failin yargısının doğruluğu değil; uygunluğudur.
Bu uygunluk, Hume’da zihinsel bir durumu ifade etmez. Aksine uygunluk, tarafsız
gözlemcinin -Hume’un duygusal bir özellik olarak kabul ettiği sempati yoluyla- ahlâkî
failin bir beklentisini karşılarken başka her hangi bir kimsenin beklentilerine engel
olacak türde olmamasını göz önünde bulundurmasıdır. Burada erişebilirlik, başka
zihinlerin de bizimkiler gibi çalıştığını kabul eden epistemolojik bir terim değildir; o,
psikolojik bir terimdir ve başkalarının duygu dünyalarına girmeyi ifade eder. Bu açıdan
epistemolojideki “diğer zihinler” sorunundan farklılık arz eder. Tarafsız gözlemci, bu
kararın kendisi ve ahlâkî fail açısından bir sakınca teşkil etmediğini tespit ederken ne
fail ne de kendisi ile ilgili zihinsel bir çıkarımda bulunur. Ne kendi ne de ahlâkî failin
zihinsel faaliyetlerine başvurur; onları sadece tutkuların en iyi şekilde tatmin etmenin
verileri olarak kullanabilir. Ancak karar, nihaî olarak duygusaldır. Bu anlamda ahlâkî
yargının kendisi için de iyi olduğunu düşünebileceği gibi kendisi için kötü; ama fail için
iyi olduğunu da düşünebilir.
403
Bu anlamda Hume’un içselci olduğu tespiti hatalıdır.
Hume, ahlâkî iyinin başkalarının duyar duymaz kabul edeceği türden bir nitelik
olduğunu ileri sürer. O, üzerinde düşünen herkesin tasvip ettiği bir niteliktir. Hatta
Hume, “zihnin kabul edebileceği bir nitelik” ifadesini de kullanır. Ancak o, bu niteliği
akla ait veya sezgisel bir şey olarak görmez; bu, bizim duygularımız aracılığıyla
kavradığımız bir niteliktir.
404
Hume’un motivasyon teorisini yakın dönemde savunan iki önemli düşünür,
Thomas Nagel ve John McDowell’dir.
405
Nagel, Hume gibi ahlâkın temelini duygularda
bulur ve ahlâkî gerekçelendirmeyi bir motivasyon sorunu olarak görür. Nagel’e göre
herhangi bir yönteme dâhil etmeden bizde doğrudan ortaya çıkan birincil duygular,
ahlâkî değildir. Ona göre iki tür arzu vardır. “Motive edici (Güdü(m)leyici) ve motive
edici olmayan (güdüleyici olmayan). Motive edici arzular, bir takım düşünme ve değer
biçme süreçlerinden ortaya çıkarlar. Onlara “karar ve düşünce ile ulaşılır”. Motive edici
olmayan arzular ise duygular gibi sadece üzerimize çullanan arzulardır.”
406
McDowell, duyarlılık teorisini savunur. yi, kötü, erdemli, erdemsiz, yanlış gibi
ahlâkî özellikler, ikincil niteliklerdir. kincil nitelikler, sadece belirli bir düşünce ile
403
A. Smith, age., s. 82-4; Hume, EPM, ss. 74, 78.
404
Hume, age., s. 139.
405
M. Smith, agm., s. 36.
406
Thomas Nagel, The Possibility of Altruism, Princeton University Press, Chichester, 1970, ss. 29,
30; Meyers, age., s. 74.
147
ilişkili olarak var olan niteliklerdir. Onlar, dünyayla ilgili temel sebepsel ve açıklayıcı
yapının parçaları olmadıkları gibi bu özelliklere de indirgenemez; ama onlardan
bağımsız olarak var olan temel niteliklerle uyumludurlar. kincil nitelikler, rengin
niteliğine benzer. Renk, dünyayı açıklayan temel bir parça olmadığı gibi onu taşıyan
ş
eylere de indirgenemez. Renk bizim tecrübelerimizin belirli bir özelliğidir ve bu temel
özelliklerle uyumludur. Renk, yüzeylerin belirli fizikî özellikleri ile ve elektro-manyetik
ışınların dalga boyları ile uyumludur; fakat kırmızı, bir yüzeyin fizikî bir niteliği veya
ışık dalgası değildir. Renk, sadece belirli duyarlılıklardan dolayı vardır; ama o, bir
duygu ve tercih gibi tamamen sübjektif bir durum değildir; renk yargıları doğru veya
yanlış olabilirler veya en azından daha doğru ve daha az doğru olabilirler. Bu görüşe
göre ahlâkî yargılar, (dışa vurumculuğun aksine) bilişsel unsurlara sahiptir. Dışa
vurumculuk, (expressivism, Ayer ve Stevenson) ise ahlâkî özellikler, sadece kaygısız ve
ahlâken tarafsız bir dünyada tamamen sübjektif unsurların izdüşümüdür. Duyarlık
teorisi, dışa vurumculuk gibi motivasyona yönelmiş bir anlayıştır; fakat dışa
vurumculuktan farklı olarak o, ahlâkî yargıların doğru ve yanlış olabileceğini
söyleyerek bilişçi olurlar. Buna göre bir takım ahlâkî olgular vardır ve onlar, davranmak
için nedenler sağlar.
407
Motivasyon sorunu ile ilgili iki temel yaklaşımdan bahsetmek mümkündür.
Bunlar, isim olarak daha önce de belirttiğimiz gibi epistemolojidekilere benzemekle
birlikte nitelik olarak onlardan farklıdır. Aynı şekilde içselci ve dışsalcı şeklinde
motivasyon sorunu ile ilgili iki ayrı yaklaşım vardır. Epistemolojide içselcilik ve
dışsalcılık, (i) “gerekçelendirmeyi belirleyen faktörlerin (kanıt veya gerekçeleyicilerin)
bilgiye açık olan kişiler tarafından doğrudan bilinebilir olup olmaması”
408
ve (ii) ahlâkî
bir inanca sahip olmakla ona uygun davranmak arasında dâhilî bir ilişkinin olduğu
(içselcilik) veya olmadığı (dışsalcılık) sorunu ile ilgilenir. Sonuççu ahlâk
tartışmalarında içselcilik ve dışsalcılık, ahlâkî davranışa motive eden unsurların ahlâkî
failin duygularındaki yeri ile ilgilidir. Bu duygular, içeri; sadece kendi menfaatlerimize
yönelmiş ve bizi motive eden duygularsa ve sadece kendi duygularımızı tatmin etmeye
yönelmişse buna içselcilik adı verilir. Diğer taraftan eğer bu duygular, dışarı; başka
insanların duygularına yönelmiş ve motivasyonunu hem kendi hem de başkalarının
duygularından alıyorsa buna da dışsalcılık adı verilir. Bu anlamda iki tür
407
Meyers, age., ss. 36-7. McDowell, Hume’un yakın dönem takipçileri içinde sıkça kendisine atıfta
bulunulan bir düşünürdür. Ancak ben McDowell’ın yazılarına ulaşamadığım için Meyers’a
başvurdum. Fakat Meyers’in birçok yorumu bana oldukça hatalı geliyor. Örneğin expressivismin
içselci olduğu iddiası, oldukça hatalıdır. Çünkü expressivism, baştan gerekçelendirme ve
motivasyon iddiasını reddeder.
408
Goldman, age., s. 6. Parantez bana ait.
Dostları ilə paylaş: |