156
problematik bazen de didaktik bir tarzda vermeden önce şunu belirtmekte yarar vardır:
Bazı düşünürleri, bu tasniflerden birine dâhil etmek oldukça zordur. Örneğin Alan
Gewirth ve David Gauthier gibi düşünürler (James Buchanan da buna dâhil edilebilir)
için çoğu zaman onların sınırlandırılmış bir teleolojiyi (sonuççuluğu) savundukları
432
veya bunların liberter oldukları
433
iddia edilir. Bu tür yaklaşımlar, hatalıdır ve bu hata,
bu düşünürlerin zihin yapıları ile ilgili eksik bir algılamaya dayanır. Bireysel
beklentilerin karşılanması amacı güttüğünü iddia eden her yaklaşımın liberter veya
kısmî deontolojiyi savunduğunu ileri sürmek uygun değildir. Rawls, Gewirth ve
Gauthier gibi sözleşmeci düşünürler, birey haklarının genel (kamusal/public) adalet
ilkeleri üzerinden savunmasını yapar. Onlar, “âdil olan, her durumda bireyin
menfaatinedir” veya “bireyin menfaatini korumanın yolu, kurumsal adalet ilkelerini
oluşturmaktan geçer” gibi bir yaklaşımı benimserler.
M. Moore’a göre “liberal tarafsızlık teorileri bizi içinden çıkılmaz bir
düalizmle karşı karşıya getirir: Kişisel menfaatle ahlâk arasındaki açmaz; belirli/taraflı
bakış açısıyla tarafsız bakış açısı arasındaki açmaz; arzu ile akıl arasındaki açmaz.”
434
Moore bu tespiti yaptıktan sonra bazı şeylerin gözden kaçmasına neden olabilecek bir
yorum getirir. Ona göre adalet ilkeleri kişisel menfaatin peşinden gitmeyi yönlendiren
düzenleyici ilkelerdir. Onlar, insanların kendi menfaatlerine olan rasyonel bağlılığı ifade
eder. Bu teori, amaçları açısından ahlâkî failin kendi kişisel menfaatini
rasyonelleştirerek keyfîlikten kurtarmasını talep eder. Adalet ilkeleri insanların
dünyadaki belli menfaatleri, amaçları ve durumları göz önüne alınarak
belirlenmelidir.
435
Adalet ilkelerinin bireysel beklenti ve arzular üzerine inşa edilmediği
düşünüldüğünde burada birey haklarından ve kişisel menfaatten anlaşılan şey açıkça
ortaya çıkar. Bu, klasik Kant yaklaşımından farklı gibi görünse de temelde diğer
taraftan Kantçılığın farklı bir söylemle ortaya çıkması olarak da görülebilir.
Tam deontoloji öncelikle ahlâkî (liberal) ilkelerin gerekçelendirilmesi ile bu
ilkelere uygun davranmak arasında içten gelen bağlantının olduğunu savunur. kinci
olarak ahlâkî ilkeye göre davranmayı sağlayan unsurların inancı doğru kılan şeylerle
aynı olduğu savunulur. (1) Bu yaklaşımın en klasik örneği, mmanuel Kant’tır. Kant’ın
yakın çağdaki en sadık takipçisi ise Michael Sandel ile Charles Taylor’dır. (2) John
Rawls, Alan Gewirth ve David Gauthier ise bu düşüncenin sözleşmeciliği esas alan bir
ş
eklini savunur. Onlar “sözleşmeci gerekçelendirme” veya “kamusal gerekçelendirme”
432
Gaus, age., s. 331.
433
Kymlicka, age., s. 183.
434
M. Moore, age., s. 4.
435
Age.
, ss. 9, 10.
157
denilen bir yönteme başvurdular.
Tam deontolojide ortak olan çok temel bir yaklaşım vardır. Kant başta olmak
üzere bu düşünce sahipleri, ahlâkî kararların alınmasında azamîleştirme ölçütü olarak
bir “maxim” fikrine başvururlar. Maxim, kendisiyle diğer ilkelerin çıkarıldığı en üst
ilkedir. Maxim, bir kuralı azamîleştirmeye yarayan ölçüttür; kural ve ilkeler,
geçerliliğini maximden alır; ahlâkın tüm kavramları a priori olarak akılda bulunduğu
için maksim, “tek tek bireylerin ortak ideali”dir (Mantık diliyle ifade edersek “orta
terimi bulmaya yarayan özellik”). Ahlâkî eylemin bir amacı olamayacağı için ahlâkla
ilgili her şey, niyet ve iradede yani istemede biter. Bu yüzden maxim de, eylemlerin
değil istemenin düsturudur.
436
Kant’ın maksimi şöyle idi: “Ancak aynı zamanda genel
bir yasa olmasını isteyebileceğin bir maksime (düstur) göre eylemde bulun.”
437
Kant’a göre eylemlerin amacı, ahlâkî buyruğa uygun davranmaktır. Ahlâkın
kendisi amaçtır. Ahlâkî buyruk, şartsız, yani kesindir. Bu, “bir eylemi kendisi için,
başka herhangi bir amaçla ilgi kurmadan, nesnel zorunlu olarak sunan buyruktur.”
438
Ş
artlı buyruk, ulaşılmak istenen başka bir şeye araç olarak bir eylemin ortaya konmasını
ifade eder. Bu tür sonucu gözeten eylemlerin ahlâkî değeri yoktur. O halde Kant’a göre
ahlâkî eylemin, asıl anlamıyla, bir amacı olamaz. Kant bunu ayrıca şöyle ifade ediyor:
“Ödevden dolayı yapılan bir eylem, ahlâkî değerini, onunla ulaşılacak amaçta bulmaz,
onu yapmaya karar verdirten maximde bulur; dolayısıyla bu değer, eylemin nesnesinin
gerçekleşmesine değil, arzulama yetisinin bütün nesneleri ne olursa olsun, eylemi
oluşturan istemenin yalnızca ilkesine bağlıdır... Eylemde bulunurken yöneldiğimiz
amaçlar ve istememizin amaçları ve güdüleri olarak eylemin etkileri, ona koşulsuz ve
ahlâkî bir değer sağlayamaz... Demek ki eylemin ahlâkî değeri, ondan beklenen etkide
bulunamaz, dolayısıyla hareket nedenlerinin beklenen etkiden kaynaklanmasını
gerektiren eylemin herhangi bir ilkesinde de değildir.”
439
Taylor ve Sandel, Kant’ın
maximine sadıktır; diğerleri ise maximi farklı şekillerde ortaya koyarlar.
Margaret Moore, maximini şöyle ifade eder: “Birey ve toplum için iyi
olduğunu ve her ikisine de mutluluk vereceğini düşündüğümüz şeylerle ilgili
inançlarımıza
uygun olarak davranmalıyız.”
440
Birey, mutluluk ve iyi terimleri; bazı
dışsal unsurların ahlâkta dikkat-i nazara alındığı şeklinde yorumlanabilir. Ancak bu
terimlerle ilişkilendirilen “inanç” teriminin doğası, doğruluğun ve hakkın iyiliğe veya
436
Kant, age., ss. 15, 27, 60.
437
Age.
, ss. 38. 46, 51, 54, 55, 65. Kant, maximini farklı yerlerde farklı şekillerde ifade eder.
438
Age.
, s. 30.
439
Age.,
ss. 15-16.
440
M. Moore, age., s. 150. Vurgu bana ait.
Dostları ilə paylaş: |