Arz'dan Arş'a Evrenin Sırları, Sınırları 1



Yüklə 3,15 Mb.
səhifə2/19
tarix08.09.2018
ölçüsü3,15 Mb.
#67636
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   19

Bu yüzden dünyada birkaç milyoncuk bir azınlığın dışında "Gerçek anlamda OKUR-YAZAR" yoktur. Kalan çoğunluğun okuyup-yazdığı dil, ALLAH dili yani "OKU" diye buyurduğu lisan değildir. O çoğunluğun, o nankör topluluğun dili "Cehennemce"dir ve o mekanda bu dili Zebaniler bile anlamazlar. Çünkü Zebaniler de melektir ve 4 melek gibi Kafirce (Ate'ce) ve münafıkça (Politikçe) lisanından habersizdirler. Bu kez azaba karşı sağır olmak, kör olmak, dilsiz ve kalpsiz olmak sırası Zebanilere gelmiştir...

"ALLAH dilinin" en iyi okuru Resulullah idi. Ümmi olmasına karşılık, kalp, göz, dil, kulağıyla dört katlı Kuatrofonik okuma mucizesini yaşamıştır. Okur-yazarlığının bir akademik kariyer ile ilgisi yoktur. Nice kendi kendini yetiştirmiş (Otodidakt) kimseler vardır ki, 'mükemmel okur-yazar'dırlar. Onlar da "Ümmiliğin" çok katlı okuma biçimlerinden birini yakalar ve bir anda "Arif" (Hatta veli) olurlar...

REFERANS-4

"BİLİM, MÜ'MİNİN KAYIP MALIDIR!"

Sevgideğer okurlarım, eğer bu DÖRT KATLI OKURLUĞUN BECERİSİNİ arzu ediyorlarsa, önce "Niyet" edeceklerdir. Niyet ise Taha/114. ayetteki "Rabbim ilmimi çokça artır" duasından ibarettir. Her şeyin başı niyet; ilmin niyeti de bu duadır. İsterseniz bu duayı Türkçe okuyun, hiç fark etmez. Fakat kısa zamanda "Okur" olduğunuzu fark edeceksiniz.

Kısa zamanda aydın (Münevver), arif (Entellektüel) aşamasına çıkar ve ufukta görünen alim (Din ve bilimin aynılığını gösteren bilgin) adayı olursunuz. O aşamada sadece "Okur" değil, aynı zamanda "Yazar" olursunuz. Artık size bir kalp hastalığı yanaşmaz ve sizler kör, sağır, dilsiz olmaktan azade olursunuz sevgideğer okurlar...

Bu ileri aşamalara gelene dek, hep okumak, fakat aşağıdaki ayet bilincinde okumak gerekmektedir:

"EĞER DOĞRUCU (Sadık yazar) LARDANSANIZ BİLİME DAYANARAK HABER VERİN (Yazın. Eğer yazar değil de OKUR'lardansanız) BİLİME DAYANMAYANA İNANMAYIN, İNCEDEN İNCEYE DÜŞÜNÜN"

Elbette yazar, eğer sanat, edebiyat vb. gibi fantaziler dışında "Ciddi bilim" iddiasında bulunuyorsa ve bilime dayanmıyorsa o eserlerin bilimselliği sözde kalır. Örneğin felsefe keyfi, kişi görüşüne bağlı sosyal bir bilim dalıdır. Ama pozitif bilimler keyfi değil evrenseldir. Bu nedenle örneğin fizikte elektrik kanununa kuşkusuz inanılır ve tartışılmaz. Ama bir felsefe olan "Marksizm" hep tartışılacaktır. Felsefe olduğu için o doktrin "Bilimsel" değildir ama tek yanlı olarak yandaşları onu "Bilimsel sosyalizm" diye tanıtma gayretkeşliğindedir. Bu nedenle eğer yazarı "Bilimsellik" iddiasında bir eser vermişse, onun gerçekten ilme dayanan bir eser olup-olmadığına "Okuyucu" karar vermelidir. Böylece bu tür eserler içinde "KAYIP" olan hazineye belki rastlanılır. Çünkü Resulullah, "BİLİM İNANANLARIN KAYIP MALIDIR. ONU NEREDE BULURSANIZ HEMEN SAHİPLENİN" buyuruyor. (Ayrıca "İLİM VE HİKMETİ (Kayıp olduğundan) NEREDE BULURSANIZ ORADAN ALINIZ" hadisinde HİKMET=FİZİK bilimidir.)

Dikkat edilirse bu hadislerin üslûbunda bir "Panik", bir "Eyvah!", bir "Yazıklama" ve "Acele ile sahiplenme" vurguları vardır. Nitekim o merkezi "Bilimin KAYBEDİLMİŞ" olduğudur. Yani "BİLİMİ KAYBEDECEĞİMİZ" açıkça haber verilmiştir.

Pekiyi bilimi "Kimler" KAYBETMİŞ?

Cevap hadiste verilmiş: Mü'minler, inananlar... Oysa ayrıcalık ve imtiyaz olarak, en başta "Mü'minlerin" kaybetmemesi gerekmez miydi bilimi? Demek ki "Mü'min olmak", yani inançlı ve ibadetlerini tam yapmak yetmiyormuş bilimi kaybetmemeye... Demek ki özellikle mü'minler bilimi kaybedecekmiş ki, bu hadis söylenmiş... Demek ki ilimsiz mü'min çok şeyi kaybedecektir. Örneğin "Ümmetler yarışını" kaybedecektir. Ümmetler yarışını kaybetmek ise Resulullah'ın şefaatini kaybetmektir (Hadis: "Başka ümmetleri geçmeyen ümmetime şefaat etmeyeceğim" uyarınca)

Yine bir hadiste "Bazılarında Kur'an boğazından aşağı inmez" denmektedir. Bunu da "Hiç ilimsiz Kur'an olur mu?" hadisi açıklıyor. Kur'an ilimle kaim olduğuna göre, ilim de boğazlardan kalbe inmeyince, ilim mü'minin kayıp malı oluveriyor.

Bilimi "Çin" denen Uzakdoğunun şimdiki üstün teknolojisini transfer etmemizi isteyen Resulullah, bu Uzakdoğu (Japon. Çin vb.) ümmetlerinden geride kalacağımızı da peşinen haber vermiştir. Fakat gidip, alıp sahip çıkmamızı da istemiştir. Yani çare de vardır.

Ümmetler, bilim (ve onun uygulaması olan teknoloji) ile yarışırlar. Bilimde önde olan kalkınır, refah ve konforu yakalar, varlıklı ve tok olur. Ama mü'min bilimi kaybetmişse şimdiki gibi İslam'ın yüz karası rezil temsilcisi olur, yok olur, yoksul olur. Nitekim Resulullah bunu da haber vermiştir:

• "Yoksulluk ateşten; cehalet küfürden şiddetlidir."

Fakat yoksulluk insanın kaderi olabilir. Ama, cehalet yani bilgisizlik, ilimsizlik insanın kendi keyfi suçudur ve karşılığında cehaletin diploması olan rezilliği alır.

• "Allah bir kulunu rezil etmek isterse onu bilimden yoksun kılar."

Böylece ALLAH o kulundan BİLİMİ kaybettirir. Bilimin olmadığı yerde, uygarlık, görgü, kültür, san'at ve akla gelebilecek her türlü medeni donanım KAYIPLARA karışır. Kaba-saba, yobaz-bağnaz mü'minler türer, Taassup ve irtica, acımasızlık iş başına geçer. Çünkü onlar ne kaybettiklerini de bilemezler, onlar "Kârdan zarar etmektedirler."

Cahil bir toplum mü'min de olsa iş başına geçse bile ilimsiz Kuran ile bir şeriat, tüzük, program vb. yapamayacaklarından onların peşinden gitmek (Süfyani olmak) bile kurtaramayacaktır bazı gafil, AYKIRI mü'minleri... Böyle mü'minleri Hz. Mehdi katledecektir. Hz. Mehdi'nin özelliği kayıp ilmi bulmuş olmasıdır. Bilimin zaferi üzerine dünya yeniden yapılanacaktır. İşte bu yeniden yapılanmaya "Müceddidlik" adı verilmektedir. Müceddidlik ve içtihad ise "Bilim" üzerine kurulur, cehalet üzerine değil!..

Cahilin yitirdiği "Kayıp malı" bulan mü'min dünyanın geleceğine ALLAH tarafından egemen kılınacağından, sıfatı "İLİM" olan Hz. Mehdi ve sıfatı "TAASSUP, CEHALET" olan Süfyani (Kaim) kavgası bu baz üzerinde geleceği biçimlendirecektir. O iç savaşta bilgili mü'min ile cahil mü'min karşı karşıya gelecek ve birbirlerini katletmek zorunda kalacaklar. Fakat yalnızca "BİR TARAF ŞEHİD" sayılacak, diğer 72 ayrılıkçı grup "HELAK" olacaktır.

Bu iki karşıt "Mü'min-Müslüman" taraf arasında eşitlik, beraberlik yoktur. Nitekim Zümer-9. ayet, "HİÇ BİLENLE BİLMEYEN BİR OLUR MU?" buyurmaktadır. İslam dünyası çapındaki bu gelecekteki içsavaşta ALLAH yolundakiler de ayetlerle belirlenmiştir:

"SENİ BİLMEZLERDEN OLMAKTAN BİHAKKIN MEN EDERİM." (Hûd-46) ve "O HALDE SAKIN BİLMEYENLERDEN OLMA." (En-am-35)

Bilmeyen taraf, bilimi kaybeden ve dolayısıyla davayı kaybeden taraftır. Bilimin nûru (Münevverliği) olmadığında, onun yerine taassup, bidat, irtica, yobazlık ve kara cehalet gelir.

REFERANS-5

"BİR SAATLİK CEHALET 70 BİN YILLIK KÜFÜR GİBİDİR"

Böylesi işgüzar kimseler; kendilerini "Dini polis" ya da yargı organı sanır, çevredeki en ufak bir ayrıntıya zaptiye zihniyetiyle dik dik, delici ve itici bakarlar. ONLAR AYKIRI MÜ'MİNLERDİR...

Eğer bu tür Süfyanist gruplar bir de teokratik bir diktatoryayı ellerine geçirirlerse, artık hoşgörüsüz zulüm, acımasız işgenceler, zorbalık, cinayet hatta soykırım planları yapar, adına da "İSLAM devrimi" der ve "Muhafızlık" adı altında yapmadıklarını bırakmazlar.

Daha az saldırgan ya da kendi halinde olanlar ise gereksiz ayrıntıları ve biçimciliği dillerine dolarlar, gülünç hatta rezil olur, kendileriyle de toplumla da çelişmeye başlarlar. 23 yıllık gözlemlerimde böyle binlerce çelişki gördüm. Bu tür AYKIRI mü'minlerin saplantıları adeta "İslamı sabote" ediyordu. Üstelik bunun pek diplomayla da ilgisi yoktu. Bu konuda çok hafifletilmiş iki gözlemimi aktarmadan geçemeyeceğim.

Bir parktaki temiz bir tuvaleti "Alafranga tuvalet gavur icadıdır" diye reddeden bir AYKIRI "Mü'min", piknik yapan kadınların gözü önünde ve "Haram olan yerlerini" kısmen göstermek pahasına bir ağaç altına pisleyerek açıkta ihtiyacını giderdi. Daha sonra da yapraklara silinerek sözde "Sünneti" yaşadığını, kendini ikaz edenlere karşı hakaretlerle savundu.

Bu karacahile ikinci bir örnek de gri cahilden: Tıp mezunu bir ameliyat asistanına limon kolonyası ikram ettiğimde, bir beni dövmediği kaldı. Kendisine kolonyayı sanki içsin diye vermişim gibi "İslam'da içkinin haramlığı" dersi aldım. Az sonra ameliyata girerken kendisi saf alkolle handiyse bir yıkanmadığı kaldı. Bu da gösteriyor ki, "Bilim", doktor diploması almakla da elde edilmiyor.

Oysa "İslam", temizlik, sterilizasyon, güzel koku ve estetik dinidir. Ne var ki, Batı aleminin tuvaletleri ile alaturka tuvaletleri kıyasladığımızda hep utanmışımdır.

Biraz da aykırı mü'minler utansaydı, bu iğrenç, tiksinç görüntülerden kurtulurduk. "Kafir" dediğimiz gelişkin Batı'nın "Gelişmişliğinin göstergesi" öncelikle tuvaletlerinin temizliğidir. Oysa geri kalmış ülkelerin Arabesk-Oryantal insanının bedeni ve çamaşırı temiz; fakat çevresi izbeledir. (Ortadoğu ülkelerinden birinde eğer tuvaleti sorarsanız, elinize bir ibrik verip, "Külli sahranın tuvalet olduğunu" söyleyerek, necasetten teharet (Görünür temizlik) farzını çiğnediklerini görürsünüz.) "Gavur gelişmiş Batı"nın ikinci uygarlık özelliği ise çocuklarını dövmeyişleridir. "Dayak Cennet'ten çıkmadır" diye uydurulan bir din yalanına "Kadının sopasız; karnının sıpasız bırakılamayacağı" yalanını da eklerseniz, geri kalmışlığınızı ilan edersiniz.

Çocuklarını döven bir milletin askeri de polisi de hizmetinde olduğu halkını döver. İngiliz polisinin keri darbe olmadığını, niçin Amerikalıların sık sık "Burası hür bir ülke" dediklerini bir an hatırlayalım. Bir başka gösterge de bazılarımızın ucube biçimciliğidir.

Aynı durum bazılarının ucube biçimciliğinde de var. Oysa gerçekte müslüman elit, estetik, nazik, zarif, uygar ve görgülü yani "özendirici örnek" olmalıydı. Çünkü entellektüellik, temiz ve estetik bir giyime ve kişi simasına siner. Cehalet ise ticani bir görüntüye uygun garip kıyafetleri üniforma kabul eder. Bu yüzden Allah'ın "CAHİLLERDEN YÜZ ÇEVİR" buyruğuna uyan Batılı Müslümanlar klasik çevrelerde pek görünmezler. Çünkü bizim tebliğ ettiğimiz İslam'a, giyim-kuşam ve davranış olarak "Örnek" olamayan, daha doğrusu kötü örnek olarak, itici gelen bu tür mü'min grupları, İslam'a kişiyi transfer etmiyor, doğrudan kaçırtıyorlardı.

Ne yazık ki onlar da "Mü'min" biz de "Mü'mindik". Ama niçin biz iki grup mü'minler birbirimizden uzak, farklıydık? İki "Mü'min türü" ancak camide yan yana; çıkışta, dışarıda da karşı karşıya geliyor. Aslında bu durum "Gelecekte olacakların" bize şimdiden yansımasıdır.

Nasıl ki biri uyurken, üzerindeki yorgana ateş düşmüşse ve yorgan "uzun bir süre için için tutuşmadan, sadece dumana boğup, duruyorsa" şu andaki câhil mü'minlik de buna benziyor: Yorgan birden alev alacak ve yangın sonunda çıkacaktır (Süfyanilik). Yangın üzerine kurtarıcı "İtfaiye= MEHDİ" gelecek, güçlükle yangını söndürecektir. İşte şimdiki iki mü'min grubunun durumu, bu gelecekteki yangının şimdilik sinsi seyrederek tütmesi, yarınki YANGIN öncesi gibidir.

Sevgideğer okurlarım, biz müslümanlar kendi özeleştirimizi yapmazsak, hızla bilimsel yönde yeniden yapılanmazsak, çocuklarımızı birer kan içmeye and etmiş canilere çevirebiliriz. Bu türdeki çocuklarımız "Gelecekte" Süfyani'nin emrine girecek ve Hz. Mehdi'nin canına kast etmek üzere karşısına dikileceklerdir. Bu iç savaşı böylece belirten hadislerdir, yoksa işi abartıyor değilim!..

Eğer estetik, kültürlü, görgülü olmayan, cahilliğinde inatçı olan her AYKIRI mü'mine "Aman dokunmayalım, içimizden bölünmeyelim, karşı tarafa duyurmayalım" dersek bu büyük bir GAFLETTİR. Çünkü ileride o zihniyet Süfyanistler olarak bize kanla, kinle dokunacaktır, onlar zaten kendiliklerinden 73 fırkaya bölünmüşler. Onların gaflarını, kırdıkları potları ate-sol taraf zaten karikatürize etmiyor mu, tanımıyor mu onları?

Hayır, dürüst olalım, ya cahil mü'minlerinizi bilgilendirelim ya da onlardan ALLAH buyruğu gereği "YÜZ ÇEVİRELİM"; bunun ortası, arası yoktur. Çünkü bir-iki kuşak içinde Hz. Mehdi'nin gelişi gerçekleşince bunların elinden çekmediği kalmayacak, hatta canını zor kurtaracak.

Bir daha hatırlatayım: Hz. Mehdi, başka ümmetlere karşı değil; "Müslümanı, aykırı müslümandan korumak" için gelecektir. Cahil mü'minden aydın mü'mini kurtarmak için ALLAH onu görevlendirmiştir. O, İslam'ın "Toplu içsavaşı" üzerine ortaya çıkacaktır. Bu savaşın küçük bir provasını İran-Irak "Mü'minler kavgasında" gözlemledik.

REFERANS – 6

"BİR SAATLİK BİLİM YETMİŞ YILLIK İBADETE BEDELDİR"

Aykırı cahil mü'minin kaybettiği bilimi, bilen mü'min bulmuştur, en azından bu ortak fakat kayıp servete (kısmen de olsa) sahip çıkmıştır. Aslında o öylesine büyük bir servettir ki, evrene sığmadığı için (evrenin onun içinde bir nokta kadar yer bile tutmadığı) GAYB (Kayıp) ALEMİ ülkesine ancak sığmaktadır. Çünkü o ülke, aslında ALLAH'ın EL-ALİM (Bilginler bilgini) isminin bir talimidir ve Arş üzerinden mutlak sonsuza kadar uzanmaktadır. Oranın sakini ise bilimdir.

Mü'minler, "Kayıp ettikleri bilimi" böylece "GAYB" alemindeki yerine iade etmişlerdir, bilgiyi reddetmişlerdir. Ama onu almak isteyen "Bilen mü'minler" yine o aynı duayı ederlerse, mü'minlerin gayba reddederek yitirdikleri bilimi yeniden edinirler :

• "RABBİM İLMİMİ (Gayb dolusu) ARTIR."

Bu duanın üzerinde çok durmamın nedeni, insanlığın KAYBETTİĞİ, 1400 yıldan beri adeta terk ettiği, son derece ihmale uğramış, basit çıkarlar yüzünden adeta hiç kullanılmayan "KAYIP" dua olması, yani bilimin yeniden bulunması için "TEK YOL" olmasıdır.

Bilimi mü'minin kaybetmesinin bir nedeni de bilimseI tembelliği kadar, hiç değilse niyetle bile talep etmeyişindendir. Bu konuda iki hadisi yeniden hatırlatacağım:

• "İBADETİN EFDALİ (En yararlısı) BİLİM TALEP ETMEKTİR."

Aykırı mü'minlerin yerinde olsam beş yıl bu hadisi düşünürdüm. En yararlı ibadeti (ALLAH'ın rızasını en mükemmel kazanmak demektir) "Bilim talep" ederek yapmış olurdum. Bilim yapmazsam bile talep ederdim (Çünkü bu hadis, Ta-Ha-114. ayetin bir yorumudur). İlminin artmasını dilemek de bilimi talep etmektir. VEREN ALLAH VERİR. O vermesini bilir ama ben istemesini, almasını bilirsem... Bilimi istememiz gereklidir. Eğer sen aykırı mü'min isen "Ölüsün", beynin, zihnin, dimağın ölmüştür, bedenin yaşıyordur. Eğer bir talep edebilsen, bir talep edebilsen bir gayretle talep edebilsen, ah sadece niyetle talep etsen, DİRİLECEKSİN. Çünkü Rabbin ilmini arttırarak seni diriltecektir:

• "CAHİLLER (Aykırı mü'minler) ARASINDA BİLİM TALEP EDEN KİMSE ÖLÜLER ARASINDA DİRİ GİBİDİR."

Resulullah "Diri=Şehit" demek istiyor. "Bilim talep eden mezarlıkta yaşamaktan kurtulur, bilim hayat verir" diyor. Şehitler ve bilim talep eden her ikisi de diridir Yani "Şehit sevabını almak için sadece BİLİM TALEP etmek yeterlidir" diyor hadis!.. Eğer bir de BİLİMİN TALEBİNİ AŞIP BİLİME GİRMİŞ OLSAN, "Şehitten de üstün alim makamında DİPDİRİ" olacaksın! Hz. Ali de "Rütbelerin en âlâsı ilim rütbesidir" buyuruyor.

Bak Hz Hızır'a!.. Allah'ın katından aldığı bilim nedeniyle HER ÇAĞIN DİRİSİ! Bak onun biliminden yararlananlara, bak Bağdatlı Mevlana Halid'e, vefatının ardından kaç kez DİPDİRİ görüldü, kaç kez bilim talep edene tebliğ etti!

Sevgideğer okurlarım, bu her birimiz için geçerlidir: Dualarınızda İBADETLERİN EN EFDALİ OLAN BİLİMİ, HİÇ TALEP ETTİNİZ Mİ? Naçizane ben, talep edilmeden ARZ etmek üzere binbir sıkıntıyla sabaha karşı şu satırları yazıyorum. Tek benim ışığım yanıyor! Niçin?.. Mü'minler talep etmeyi akıl etsinler diye ARZ ediyorum. Kimin için ARZ ediyorum? "Mü'minlerim" için!..

Eğer şimdiye kadar hiç "Bilim talep etmeyi, ilminin artırmasını dualarına koymamışsan, bilim ile ilgili bütün ayet ve hadislerin sırrını akıl etmemişsen, hemen BİZLERDEN OL! Kim olursan ol (İster ate, ateist ol), fakat BİLİM İLE GERÇEĞİ BULUNCA SEN BİZLERDENSİN ARTIK. Bilimi talep et, işte en yararlı en makbûl ibadeti yapmış olacaksın ki, ibadet eden bizdendir! Biz ise ALLAH'ın yönetim yasaları olan BİLİMİN deşifresine çabalıyoruz, yarattıklarından ötürü YARATAN'ı kendi Kelamullah'ı olan KUR'AN'daki özel misallerden kavramaya çalışıyoruz. Heyhat! bilimi talep eden yok! Üstelik daha da fecisi "BİLİMİN DOSTU" DA YOK. Bilimin dostu olmayınca BİLGİNİN DE DOSTU OLMAZ! Şahsen 23 yıllık İslami gözlemlerimde, bilim adamını destekleyen, himaye eden bir mü'minimize rastlamadım. Fakat çok yakın yaptırdığı iki mescide milyarlarca lira harcamakta tereddüt etmeyen, dini aşırı lüks savurganlığı yapanları da tanıdım. Ama bilimi öğreten, öğrenen, bu ikisini dinleyen ve bu üçünü destekleyenlerden biri olmak zorunda olduğunu unutmuştu. Onlarca "Bilim, vaaz dinlemek, sohbet etmek" sayılıyor. Bol bol evliya öyküleriyle bilim yaptıklarını sanıyorlardı. Bizim kastettiğimiz, örneğin, Afganlı mücahide silah olarak verilen "Stinger" füze tekniğini müslümanın herkesten önce bulup, imal etmesidir. Bu, "Bilim" olmasa bile, teknoloji olduğu için yine bize yarar sağlardı.

Oysa bilim en büyük rızk ve nimet (Ergi) olarak ALLAH tarafından ARZ edilmiş, kul tarafından talebi olmayan "GARİP" bir kayıptır. Sanki "Mü'minlerin üzerine" ölü toprağı serpilmiş, bilim miskinliği, düşünce tembelliği yani CEHALET gözde olmuştur.

Nasıl ki nefis ve şeytan birlikte "İbadeti zor" gösteriyorsa, aynı şey bilim için de geçerlidir. Hadiste sözü edilen "Mü'min" ibadet miskinliğini yenmiş ama bilim miskinliğine yenilmiştir. Oysa ibadet insanın kendisini kurtarırken, bilim ise BÜTÜN İNSANLIĞI kurtarır.

Şeytan için bu ikincisi, yani bilimden alıkoymak, çok daha hayati bir olaydır. Çünkü şeytan, şeytanlaşmadan önce meleklere bile 40 yıl öğretmenlik yaptığı söylenen "İlim sahibi" biridir. Onun en büyük korkusu, bir mü'minin bilgilenerek, bilinçlenerek verdiği vesveselerinden etkilenmemesidir. Bilgili olan mü'mini ayartamayan şeytanın ipliği pazara çıktığından şeytan, en başta "Bilen mü'minlerin" düşmanıdır. Şeytan bütün çabasıyla "OKU" emrini, yararsız şeyleri okutmaya yönlendirmeye ve böylece yararlı şeylerin okunmasıyla karşılığında alınacak ÇOK-ÇOK-ÇOK BÜYÜK SEVABI kıyasıya engellemeye çalışmaktadır.

Şeytanı dehşete düşüren bu SEVAP nedir?

Yararlı okumak, örneğin bir saat bu kitabı okumak ya da yazdıklarım üzerinde bir saat kadar tefekkür etmek, düşünmek, ilahi bir efkara girmek... Böyle bir tefekkür ile bir saatlik ibadet arasında inanılmaz farklı sevap katlaması vardır: Bir saatte insan kaç rekat namaz kılabilir ki? Fakat hadisi şerife göre bir saat ilim yapan, okuyan ya da düşünen bir saatte tam 1 milyon 2 bin rekat namaz sevabı almaktadır. Hadiste "Bir saat ilimin 70 yıllık ibadete bedel" olması verilmiştir. Buna göre günde 40 rekat namaz kılan bir insanın yılda 14.600 ve 70 yılda 1.000.000 rekat namaz kılması ve de 25.550 günlük oruca ve 70 kez Hacc sevabına ayrıca (Dünya ülkelerinin yıllık bütçelerinin toplamını aşkın) bir zekata bedel sevap verilmekte, trilyonlorca melek, "Okuyan kişi adına" her an, kıyamete dek ve sürekli "Kelime-i şehadet" çekmektedir.

Bir saat okuyan ya da düşünen kimse için arif, alim gibi düşünce yoğunluğuna, düşüncenin ALLAH'a yakınlığına göre ayrıca katmerli olarak "70 bin yıl ibadet" sevabı verilmektedir.

Elbette "İbadet" sadece namaz değildir, 5 türlüdür: Şehadet-zikir, namaz, oruç, Hacc ve zekat... Resulullah hadisinde sadece "70 YILLIK İBADET" demiştir ve bunun içine her türlü ibadet girmektedir. Fakat "Bilim" düşmanı "Mü'minler" bu "70 yıllık ibadet" kelimesine bir de yorum katarak "70 yıllık (Nafile) ibadet" diye değiştirmişlerdir. Resulullah'ı yorumlamak, o'nun demediğini dedirtmek, tahrifattan o'nu tekzipten başka bir küstahlık değildir. Keyfi olarak kendiliğimizden "Nafile" kelimesini ekleyemeyiz. Eğer gerek duysaydı, Resulullah onu zaten belirtirdi.

İşte böyle sevgideğer okurlar, "Okuduğunuz" her bir saat için yaklaşık en azından bir milyon küsûr rekat namaz sevabı alıyorsunuz. Bir rekat namazın sevabını ise "Ağaçlar kalem olsa, denizler mürekkep olsa", yazmakla bitiremezdiniz. Bu bir milyon rekat namazın sevabını ise İslam'ın ilk emri, Kur'an'ın EN BAŞI olan "OKU"makla alıyorsunuz. Rabbim o kadar büyüktür ki, O'nun her verdiği de şanına yakışır ölçüde çok büyük, astronomik hatta kozmik ölçülerdedir. Zaten O'nun şanına da o yakışır. Okuduğunuz için sağolun.

REFERANS – 7

"HİÇ BİLİMSİZ KUR'AN OLUR MU?"

Evren SEVGİ ve BİLİM üzerine kurulmuştur. Sevgi ve bilim niçin birliktedir? Çünkü her ikisi de AKIL nimetinin birer ayağıdır. Sevgi duygusal ve bilim mantıksal, pozitivisttir.

Yakın uzayda, alt evrende katı mekanik bilim kuralları egemen olmakla birlikte, "Yukarı katlarda" özellikle "Mana Alemi" içeriğinde artık sevgi+bilim kaynaşması vardır. Ne tuhaftır ki, "İslam fiziği" bu iki bileşkenden oluşmaktadır.

Dizimizin bantları böyle bir öğreti olup, Kur'an yorumunu insan AKLINA hitap ile amaçlamaktadır. Çünkü, evren "AKIL" üzerine kurulmuştur. AKLIN mirasçısı ve halifesi ise İNSAN'dır. İNSAN AKILLIDIR, insan aklı evrenden de geniştir. Nedir bu aklın işlevleri?

Akıl, BİLEBİLME, BİLDİĞİNİ ANLAYABİLME, YORUMLADIĞIYLA DA GÖRÜŞ ELDE ETME yeteneğidir. Bilebilmek için de bilinmezler kargaşasından metod üreten "BİLİM" teoremleri (kuramlar), hipotezlerden (varsayımlardan) hüküm alır.

Bir varsayıma ulaşmak için, gözlemlemek, deneylemek gerekir. Bütün bunların da öncesinde "görüş" belirlemek gereklidir. Görüş sahibi olmak için tefekkür; ve tefekkür için de, "Ya bir şeyi akıl edip, bulmak ya da ona rastlamak" gerekir. Bütün bunların en başı dikkat, ilgi ve MERAK'tır. Merak "komşusunun kapısını dinlemek, evini gözetlemek" alışkanlığı dışında soylu bir amaçtır.

Bilimsel merak, komşu sistemlere kulak misafiri olmaktır. İnsan bilgi ufkuyla birlikte gözlem ufkunu da genişletir: Yaşımız ilerledikçe bulunduğumuz kentten, ülkemize; ülkemizden başka ülkelerin yer aldığı kıtalara ve dünyaya genişletiriz merakımızı... Böylece YER=ARZ merakımız bitmiş olur.

"SEMALARDA VE YERDE NELER OLDUĞUNA BAKIN!" (Yunus-101) [Kitap baskısında Yusuf-101 çıkmış]

Sonra sıra SEMA=göğe gelmiştir. Uçma serüveni başlamıştır. Göklerin maviliğinden sonra daha yukarılardaki "Pırıltılı zifiri karanlığı" fark etmişiz. Ama oraları, dünya gibi günlük-güneşlik, güllük-gülistanlık bulamayız.

Buna rağmen uzayın enginliğini fark edip de görmemezlikten gelmek, AKIL sahibi için acizlik değildir. Bir saklı içgüdü insanı geldiği Cennete giden uzun yolun en başı olan yakın göğe çeker. Bu ilk etap, sonu gelmeyen bir yolculuğun ilk adımıdır. Ama biliyoruz ki en uzun yolculuklar bile bir küçücük adımla başlamaktadır.

Buna rağmen sonu gelmeyen bir yolculuğa kalkışmak, bütün teknik imkanlarımıza rağmen arzulanan bir şey değildir.

Çünkü uzay, bizlerin savunma ve beslenme içgüdüsüne terstir. Karanlıktır, soğuktur, ürküntü verir (ve aslında, kurgu-bilim filmlerinin ekran yolculuğu dışında) pek o uzaya gitmeyi arzulamayız. Çünkü uzayın karanlığı ve özellikle yalnızlığı da "KABİR YALNIZLIĞI" ile özdeştir.

Dünya'da güven ve huzur içinde bulunduğumuzdan, Uzay bize rahat bir fantazi gibi gelir. Ürküntü veren şeylerden kaçındığımız için, mavi göğün ardındaki zifiri karanlık uzayı düşünmeyi de pek istemeyiz. Çünkü o bizim için bir mezar yalnızlığıdır. Üstelik günlük hayat için bir pratik vermez, para kazandırmaz. Ne var ki akıl sahibi bir insan böylesine "İyi düşünen"lerden biri ise, uzayı düşünür. Uzayın sonunu, nasıl yaratıldığını, niçin yaratıldığını ve bunun yanında yaratılışın sırrını tefekkür eder:

• "GÖKLERDE VE YERDE NİCE DERSLER VARDIR Kİ BUNLARDAN YÜZ ÇEVİRİCİ OLARAK, ÜSTÜNE BASAR GEÇERLER (Yorumlamak bir yana, fark bile edemezler)" (Yusuf-105)

• "... BİLGİNLERE (ipucu) AÇIKLAMAK İÇİN BİZ AYETLERİ BÖYLE BİLDİRİYORUZ." (En'am-105)

• "HAYIR. O (Kur'an) KENDİLERİNE BİLİM VERİLMİŞ OLANLARINDA (bilgi dağarcıklarında) AP-AÇIK DERSLERDİR. AYETLERİMİZİ ZALİM OLANLARDAN BAŞKASI BİLEREK İNKAR ETMEZ." (Ankebut-49)

• "ALLAH HAKKINDA BİLGİSİ OLMAYANLAR (boşuna çabayla) MÜCADELE EDEREK (içlerinde kendilerine vesvese veren, inatçı) ŞEYTANIN (peşine takılarak) TUZAĞA DÜŞERLER." (Hacc-3)

• "HEM BU (verdiğimiz) ÖRNEKLER YOK MU, BİZ ONLARI İNSANLAR İÇİN VERİYORUZ. BUNA RAĞMEN ONLARA BİLGİNLERDEN BAŞKASI AKIL ERDİREMEZ" (Ankebut-43)

Elbette BİLGİN anasından bilgin olarak doğmaz, sonradan olur. Herkes bilgin, hiç değilse bilge (ARİF) olmaya azmetmelidir. Bilim, amatör de olsak "FARZ"dır. Aşağıdaki hadis ise "Sünnet"tir.


Yüklə 3,15 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   19




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə