Büyük Dinleri Tanımak



Yüklə 379,11 Kb.
səhifə34/52
tarix01.08.2018
ölçüsü379,11 Kb.
#59924
1   ...   30   31   32   33   34   35   36   37   ...   52

19. İnançlar


Lâhut veya İlahiyat ilmi, Hıristiyanlara göre onların Mesihi imanını anlama yolundaki bütün çabalarını kapsamaktadır. Fundamentalist din adamları şunu vurgulamaktadırlar:

“Biz, kendisinin bizlere gösterdiği şeyler dışında Allah’ı tanıyamayız.”

Bu esasa göre dakik anlamıyla ilahiyat ilmi, vahiy ilmidir. Hıristiyanlar nezdinde ilahiyat, İslam geleneğindeki kelamdan daha geniş olan dinsel etütleri kapsamaktadır. İlahiyat ilminde olan şeylere örnek verecek olursak:

- Kitab-ı Mukaddes’in öğretileri konusu;

- Mesihi öğretiler ışığında hakikatleri anlama yolunda çaba;

- Asırlar boyu Mesihinin imanını beyan eden ifadelerdeki tarihi değişiklikler;

- Allah hakkında yalnızca akılla anlayabileceğimiz şeylerin açıklaması;

- Mesihinin kutsallığının anlamının beyanı ve buna ulaşmanın yolları;

- Ahlaki temeller ve Hıristiyan öğretilerinin Hıristiyanların hayatındaki pratik etkileri.

19-1. Kökler

 وَقَالَتِ الْيَهُودُ عُزَيْرٌ ابْنُ اللّهِ وَقَالَتِ النَّصَارَى الْمَسيحُ ابْنُ اللّهِ ذلِكَ قَوْلُهُمْ بِاَفْوَاهِهِمْ يُضَاهِؤُنَ قَوْلَ الَّذينَ كَفَرُوا مِنْ قَبْلُ قَاتَلَهُمُ اللّهُ اَنّى يُؤْفَكُونَ 

“Yahudiler: “Üzeyir Allah’ın oğludur” dediler. Hıristiyanlar da: “Mesih Allah’ın oğludur” dediler. Bu, kendi ağızlarıyla söyledikleri sözlerdir. Daha önce kâfir olanların sözlerini taklit ediyorlar. Allah onları öldürsün! Nasıl da (haktan) dönüyorlar!” Tövbe/30

Son asırlarda bazı Batılı araştırmacılar, Hıristiyan inançlarıyla Hindistan dinleri arasında ilginç bir benzerlik olduğunu müşahede etmektedirler. Onlar, yapmış oldukları araştırmalar neticesinde şu sonuca varmışlardır:

“Teslis, kurban, teslib ve diğer Hıristiyan inançları aynen putperestlerin dinlerinde de mevcuttur ama İsrailoğulları inançlarında bu gibi şeyler yoktur.”

İncil’deki bazı cümlelerin bir benzerini Hindu ve Buda kitaplarında görmeleri, araştırmacıların şaşkınlıklarını daha da artmıştır. Hatta Mesih’e verilen “Allah’ın kurbanlığı, Allah’ın oğlu, günahları kendisiyle götüren, feda olan” ve benzeri lakapların, o dinlerde de olduğunu görmüşlerdir. Diğer dinlerin geçmişi daha eskiye dayandığı için araştırmacılar şu görüşe varmıştır:

“Hıristiyanların inançları ve kullanmış oldukları terimler eski dinlerden alınmış olmalı.”

1947 yılında Filistin çöllerinde, Ölü Deniz kenarındaki mağaralarda Hıristiyanlık hakkında yeni bir düşünce hareketine sebep olan yazıtlar ve bazı bulgular bulundu. Kitab-ı Mukaddes’in, tefsirlerin ve duaların bazı bölümlerini kapsayan bu yazıların yaklaşık 2000 yıllık bir geçmişi vardı. Yani yaklaşık olarak Hz. İsa zamanında yazılmışlardı. Araştırmacılar bu yazıları okuduklarında onların Esseniler adındaki bir Yahudi fırkasına ait olduğunu anladılar. Hatırlanacağı üzere bu konuya Yahudilik bölümünde değinilmişti. Bu fırka çöllerde yaşamaktaydı. İrfani düşünce tarzına sahiptiler ve İsrailoğullarının Mesiha’sını beklemekteydiler. Onlar yazılarını çömleklere bırakıp, Ölü Deniz kenarındaki mağaralarda sakladılar. Ondan sonra belirsiz bir akıbete duçar oldular ve onlardan bir daha haber alınamadı.

Bu yazıların bulunmasının bilimsel alanda da ilginç yansımaları olmuştur. Başlangıçta bazıları onların sahte olduğunu düşünmekteydi. Ancak yapılan tetkik ve deneyler sonucunda onların muteber olduğu görüldü.Bazı araştırmacılar konuyu şöyle değerlendirdiler:

“Bulunan yazılar bizim Hz. İsa’ya ve Hıristiyanlığın başlangıcına karşı bilimsel görüşlerimizi tamamen değiştirmiştir.”[1]

Bu yazılar hakkında şimdiye kadar abartısız binlerce kitap yazılmıştır. Örneğin; Hıristiyan olan “A. Paul Davis” ismindeki düşünür ve din adamının yazdığı “Mefhum-i Tumarha-yi Behr’ul Meyyit” adlı ilgi çekici kitap bunlardan yalnızca birisidir. Bu kitapta bulunan yazıların içeriği hakkında araştırmalar sona erdikten sonra şöyle denilmiştir:

“Sıradan bir Hıristiyan’ın, Hıristiyanlığın oluşumu hakkında savunduğu görüş şöyledir; “Mesih, müjdesini tebliğ etti. Mesih ve kurtarıcı olarak öldü. Kabrinden kalktı ve Hıristiyan toplumunu oluşturdu. En nihayetinde dünya genelinde havarilerin çabalarıyla kilise genişledi…”

Yine sıradan bir Hıristiyan’ın açıklaması şöyledir; “İsa, Yahudi kültürünü almış bir asil bir Yahudi’ydi. Elçilerin İsa müjdesinden anladıkları şeyler vardı. Onun öğretilerini genişlettiler. Elçiler, İsa ile geçirdikleri dönemde gördükleri ve duydukları şeyler ile kendi tecrübelerinin neticesinde şunu anladılar ki; o kurtarıcı, insanlığın tanrısı ve tanrının oğludur.”

Sonuçta bir Hıristiyan, inançlarını bu şekilde açıklar ve hiçbir zaman bu inançların çoğunun Hıristiyanlıktan önce de var olduğu aklından geçmez… O inançların çoğunu temel ve esas bakımından Kitab-ı Mukaddes’te olmadığını bilmez.

Sıradan birinin bilmediği ama araştırmacının bildiği şey şudur; Mesih döneminde ve sonrasında putperestlerin kendi tanrıları hakkında bir takım inançları vardı ve kullandıkları isimler aynen olduğu gibi Hıristiyanlık inancında ortaya çıktı. Mitra insanlığın kurtarıcısıydı ve Temmuz, Adonis ve Oziris de aynı kimliğe sahipti. Mesih’in kurtarıcı olduğu inancı sonunda Hıristiyanlığa girdi. Bu inanç, Yahudi inancı değildi ve Filistin’deki ilk Hıristiyanların da böyle bir inancı yoktu.

Yahudilerin ve aslı Yahudi olan Hıristiyanların beklemiş oldukları Mesiha, Allah’ın oğlu değildi. Bilakis Allah tarafından gönderilen bir peygamberdi. Onun kendi kanıyla başkalarının günahlarının kefareti olması söz konusu değildi. Bilakis yeryüzünde Mesiha hükümetini oluşturarak insanlığı kurtarması beklenmekteydi. Aslı Yahudi olan Hıristiyanlar göğe çıkmak için izin getiren bir kurtuluşa göz dikmemişlerdi. Bilakis yeryüzünde yeni bir düzen meydana getirecek bir kurtuluşa inanmaktaydılar. Arzu ettikleri şey buydu. Elbette ruhun fani olmadığına inanmaktaydılar.

Hıristiyanlık inancı İsa’nın kurtarıcı bir tanrı olması olarak meydana çıktıktan sonra putperestler arasında yaygınlaştı. Bu inanç, kendisinden öncekine ve özellikle de Mitraizm’e tamamen uymaktaydı. Aynı şekilde 25 Aralık (Kış Mevsimi) Mitra’nın doğum yıldönümü olduğu gibi Hıristiyanlar da aynı günü İsa’nın doğum günü olarak belirlemişlerdir. Hatta Allah tarafından Musa’nın şeriatında kutsal gün olarak belirlenmiş olan Yahudilerin yedinci günü Cumartesi, Mitraizm’in etkisi altında kalınarak birinci gün yani fatihin güneşinin parladığı gün olan Pazar günü olarak değişti.

Hıristiyanlığın yayıldığı dönemde Akdeniz bölgesinde bakire anne ve günahlar yolunda ölmesi gereken oğlu düşüncesinin olmadığı bir bölge yoktu. Esasen yeryüzü her bahar mevsiminde bakire olan bir tanrıçaydı. Onun oğlu yeryüzünün meyvesiydi ve ölmek için dünyaya geliyordu. Öldüğünde de sonraki meyvenin tohumu olabilmek ve yeni bir dönemi başlatabilmek için toprağa defnoluyordu. Bu, kurtarıcı tanrının ve çile çeken annenin dramatik öyküsünü ustaca meydana getiren bir bitkinin efsanesiydi.

Mevsimlerin değişimi dünyanın göklerdeki dönüşüyle alakalıydı. Bakire tanrıçanın Başak burcu olduğu inancı da vardı ki, onun gökyüzünün doğusundaki doğuşu tam olarak Şi’ra-i Yemaniye yıldızının (Akyıldız’ın) yani; doğudaki bir yıldızın[2] güneşin doğuşunu ilan ettiği andır. Başak burcunun ortasında ufuk çizgisinin belirmesi bakire annenin güneşe hamile kalmasına işaretti. Yeryüzü efsanesi bu şekilde gökyüzü efsanesiyle bileştirildi ve bu ikisi de hakiki ve hakiki olmayan kahramanlarla birleştirilerek feda olan kahraman öyküsünü oluşturdu.

İsa’nın doğum yeri olarak bilinen mağara önceleri Horus’un doğum yeriydi. Büyüdükten sonra Oziris olarak adlandırılmıştı ve kavmini kurtarmak için öleceğine inanılıyordu. İsis, çile çeken anneydi. Feda inancı, birçok mektepte bulunmaktaydı ve “The Golden Bough” kitabında “Frazer” ve Yunan edebiyatı uzmanı büyük araştırmacı “Üstat Gilbert Mori” yazmış oldukları eserlerde bunları geniş olarak açıklamışlardır.

Bu inançlar içerisinde daha sonra Mesihi ayini olarak adlandırılan ayinler vardı. “Son Yemek” (Aşâ-i Rabbani), Mithraizm’de de vardı ve onlardan ödünç alınarak Filistin Hıristiyanlığının son yemeğiyle birleştirildi. Sadece ayinlerle yetinilmedi ve kuzu (veya öküz, boğa) kanı gibi bir takım inanç mecmuası Mithraperestlikten alındı. Sadece dini inançlarla kalmamış bir takım ahlaki öğretiler de Hıristiyanlığa geçen kimselerden alınmıştır. Buna ilaveten bir takım ahlaki öğretiler de vardır ve o inançlar dışında Revakilerin öğretileri gibi başkalarının öğretilerinden alınmıştır.

Hıristiyanlığın putperestlikle olan bağlantısı o kadar çoktur ki, eğer aslı Yahudilik olan Hıristiyanlığı da sayarsak günümüzdeki Hıristiyanlığın ondan pek az bir payı vardır. Şu asla unutulmamalıdır; İsa Mesih bu dünyadan gittikten sonra ender olarak öğretmen vasfıyla adlandırıldı. Çünkü o; Mesih, kurtarıcı ve Hıristiyanların tanrısı olmuştu.”

Kitabın yazarı şöyle devam etmektedir:

“Feda inancına sahip olan mekteplerle rekabette Yahudi Mesihasını üstün kılan en temel etken Tarsuslu Pavlus’tur; O, Yunan asıllı, ilham alan kutsal bir Yahudi ve putperestliği derin olarak anlamış biriydi. O, birleştirme ve sentezde yetenekli bir üstattı. İsrail ile Atina’yı, Urşelim mabedi ile Mitra kurbanlığını ve Esseniler fırkasının Yahova’sı ile Aropagos[3] tepesinin bilinmeyen tanrısını birleştirmeyi ilk olarak tasarlayan kimse idi.[4]

Batılı araştırmacılar bu konuda sayısız ve belgeli kitaplar yazmışlardır. Onların ele aldıkları konuların özeti Muhammed Tahir Tennir’in “Efsaneha-yi Butperesti der Ayin-i Kilisa” adlı kitabında geçmektedir (bu kitapta Hinduların teslisi gösteren üç başlı Trimurti resmi gibi bir takım resimler de yer almaktadır).

Hz. İsa’nın lakaplarından biri de eski Yunan felsefelerinden alındığı söylenen Logos kelimesidir. Hıristiyanlar özellikle Yuhanna İncil’ine dayanarak İsa’nın, içinde Allah’ın kelimesinin yaşadığı bir insan olduğuna inanmaktadırlar. Yani; Hekim olan Allah’ın her şeyi onun vesilesiyle yarattığı ezeli mesajdır ve insan olan İsa’da tecessüm bulmasıyla insanlık arasında varlığını ortaya koydu. Ezeli mesaj, İsa’nın içinde bir insan olarak yaşıyordu. Tıpkı diğer insanlar gibi yiyeceği peşinde koşuyor, yiyor ve içiyordu. Arkadaşları ve akrabaları vardı. Acı çekti ve sonunda da öldü.”

19-2. İlah, Rab ve Tanrının Oğlu

(Arapçada ilah ve İngilizcede God olarak geçen) ilah kelimesinin İslam dininde önemi ve sınırları vardır ve onun benzeri diğer dinlerde bulunmamaktadır. Örneğin günümüz Tevrat’ında şöyle geçmektedir:

“RAB, “Bak, seni firavuna karşı Tanrı gibi yaptım” dedi, “Ağabeyin Harun senin peygamberin olacak.” “Çıkış, 7: 1”

Yukarıda söylediklerimiz ilah kelimesine has idi. Ancak (Arapçada “Rab” ve İngilizcede “Lord” olarak geçen) Rab kelimesi yaratan ve yaratılan ifadelerinden daha geneldir. Bu nedenle, Hz. Yusuf bu kelimeyi Mısır padişahı için kullanmıştır.[5] Bu kelime “Efendi” “Mevla” ve “Sahip” anlamındadır.

Hıristiyanların çoğunluğu Hz. İsa’yı gerçek tanrı, yaratılmamış olan ve kadim olarak bilmektedirler. Ancak Yeni Ahit’te geçen “Tanrı” ifadesi “Mevla” anlamındadır. Bir miktar yabancı olan bu unvanın onun ilahlığıyla hiçbir ilgisi yoktur. Zira aynı sözcük Yeni Ahit kitabının Yunanca metninde Hz. İsa dışındakiler için de kullanılmış ve mevla, efendi ve sahip olarak tercüme edilmiştir.

Teşrifi lakap olan “Tanrının oğlu” ifadesi, çeşitli dillerde peygamberlere ve müminlere atfedilmiştir. Allah’ın dilinden Hz. Süleyman hakkında şöyle okumaktayız: “Onu benim oğlum olması ve ben de onun babası olmam için seçtim” (1. Tarihler kitabı, 28:6) İsrailoğulları hakkında “Rab, şöyle diyor: “İsrail benim ilk oğlumdur” (Çıkış, 4:22).

Dört İncil’de ve Yeni Ahit’in diğer kitaplarında bu ifade defalarca tekrarlanmıştır. Örneğin aşağıdaki cümle Hz. İsa’dan nakledilmiştir:

“Ama ben size diyorum ki, düşmanlarınızı sevin, size zulmedenler için dua edin. Öyle ki, göklerdeki Babanızın oğulları olasınız. Çünkü O, güneşini hem kötülerin hem iyilerin üzerine doğdurur; yağmurunu hem doğruların hem eğrilerin üzerine yağdırır.” (Matta, 5:44, 45).

Dördüncü İncil’in yazarı Yuhanna Hz. İsa’ya iman edenler hakkında şöyle der:

“Ancak, kendisini kabul edip adına iman edenlerin hepsine Tanrı’nın çocukları olma hakkını verdi.” (Yuhanna, 1:12).

Kuran-ı Kerim’de de şöyle buyrulmaktadır:

 وَقَالَتِ الْيَهُودُ وَالنَّصَارى نَحْنُ اَبْنَاءُ اللّهِ وَاَحِبَّاؤُهُ 

“Yahudiler ve Hıristiyanlar: “Biz Allah’ın oğulları ve sevdikleriyiz” dediler.” Maide/18[6]

İslam dini, “Yedullah”, “Beytullah” ve “Âlullah”[7] gibi teşrifi lakapları kabul etse de “Tanrının oğlu” ifadesinin kullanılmasını yasaklamıştır. Çünkü bu tabirin Hıristiyanların sapmasında etkisi vardı. Şu halde bu yasaklamanın ikinci bir unvanı vardır. Aynı Bakara suresi 104. ayet-i kerimede geçen “Raina” ifadesinin yasaklanması gibi.

19-3. Mesih’in İncillerdeki İlahlığı

Hıristiyanların ve araştırmacıların inancına göre İnciller, Yuhanna İncil’inden onlarca yıl önce yazılmıştır. Yuhanna İncil’i yaklaşık yüzünce yılda yazılmıştır. Yani Pavlus’un ölümünden otuz yıl sonra ve o dönem, onun düşüncelerinin hâkim olduğu dönemdir. İnciller ile Yuhanna İncil’i arasında kısa bir mukayese yapıldığında açıkça görülmektedir ki; İnciller Hz. İsa hakkında bir o kadar aşırıya gitmemişlerdir ama daha sonradan yazılan Yuhanna İncil’inin her yerinde İsa’nın ilahlığı gibi aşırıya gidilen konular vardır. Mesela Yahudilerin İsa’ya karşı çıkmasının nedeninin onun kendisini ilah olarak tanıtması olduğunu söylemektedir. (Yuhanna, 10:31-38)

Hz. İsa’nın dört İncil’de kaydedilmiş olan sözlerinde onun defalarca kez “Benim tanrım” dediğini görmekteyiz. Mesela Yuhanna, 20:17’de şöyle yazılmıştır:

“Benim babamın ve sizin babanızın, benim tanrımın ve sizin tanrınızın yanına çıkıyorum.”

Aynı şekilde onun Allah’a karşı yapmış olduğu ibadetler, kılmış olduğu namazlar ve Allah’a sığınmaları da yazılmıştır. Özellikle tutuklanmadan önce kaç kez İlahi dergâha el açıp yakarmıştır. Matta, 27:46’da ve Markos, 15:34’de şöyle okumaktayız: İsa’nın çarmıha gerilirken haykırdığı son söz şuydu:

“Tanrım, Tanrım, beni niçin terk ettin?”

19-4. Teslis

Teslis kelimesi kesinlikle Hıristiyanların mukaddes kitabında geçmemektedir. Bilindiği kadarıyla onun ilk kullanıldığı tarih miladi 180 yılına dönmektedir. Tabi Hıristiyanların tasavvuruna göre Yeni Ahit’te teslisin anlamının kökleri hissedilmektedir ve Matta İncil’inin sonunda vaftiz hakkının verilmesi cümlesi bunu açıkça beyan etmiştir:

“Onları Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un adıyla vaftiz edin.”

Yeni Ahit’in yazarlarının Allah’ı baba olarak adlandırma alışkanlıkları vardır. Bu terim Yahudilikten gelmiştir. İncillerin bildirdiğine göre İsa, öğrencilerine şöyle öğretmiştir: Dua ederken Allah’a “Göklerdeki babamız” diye seslenin (Matta, 6:9). Yine şöyle demiştir: “Benim babamın ve sizin babanızın, benim tanrımın ve sizin tanrınızın yanına çıkıyorum.” (Yuhanna, 20:17).

Yeni Ahit genellikle Ruh’ul Kudüs’ü tanrının ruhu olarak adlandırmaktadır. Hıristiyanlıktaki Ruh’ul Kudüs ile İslam’daki Ruh’ul Kudüs’ün anlamları farklıdır. Hıristiyan geleneklerin ve mukaddes kitapların görüşüne göre Ruh’ul Kudüs Allah’ın meleği Cebrail veya yaratıcının yaratmış olduğu bir varlıktır ve tanrıdan ayrı bir şey değildir. Hıristiyanların inancına göre o, insanların kalbinde ve dünyada yaşayıp çalışan tanrının kendisidir. O, güçlü varlık ve dünyadaki aktif tanrıdır. İsa’yı anne karnına salan o idi. İnciller Ruh’ul Kudüs’ü bir güvercin şeklinde anlatmaktadırlar. İsa’nın Yahya tarafından vaftiz edilmesinin ardından Ürdün nehrinde onun yanına indi ve onun içine yerleşti. Sonra da tecrübe sahibi olması için onu çöle götürdü. Ruh’ul Kudüs Hıristiyan toplumunu irşat etmektedir. Onlara ilim öğretmektedir. Allah’ın sırlarını açmakta ve mukaddes kitapların yazarlarına ilham vermektedir.

Zamanın geçmesiyle Hıristiyan topluluğu tarih sürecinde tanrının üçlü tabiatının bir sır olduğunu ve beşeri ifadelerle bunun anlatılamayacağını iddia ettiler. Yazarlar, arifler ve Hıristiyan mütekellimler Yeni Ahit’in yardımıyla tanrının zatıyla ilgili bazı konuları anlayabilmek için çaba göstermelerine rağmen teslis konusunun açıklaması hususunda bir sonuç elde edemediklerini itiraf etmişlerdir. Hıristiyan düşünürler nesiller boyunca teslisin sırrını açıklamak için kendi dönemlerindeki felsefi mekteplere başvurmuşlardır. Papalar ve kilise konseyleri bazı açıklamaları doğru ve bazı açıklamaları da yanlış olarak ilan etmişlerdir.

Hıristiyanlar, Ruh’ul Kudüs’ün her zaman kiliseyi irşat ettiğine inandığı için bu iman üzere şunu söylemektedirler: Teslisin sırrını anlamak papaların, konseylerin, düşünürlerin ve ariflerin yardımıyla sürekli olarak gelişimine devam edecektir. Hıristiyan topluluğunun ilk konseyleri şöyle ilah ettiler: Tanrı bir tanedir ama üç oknumu vardır. Oknum kelimesi Yunancadan alınmış ve varlık yolu anlamında kullanılmıştır. Bu esas üzerine üç oknum, tanrının varlığı ve işleri hususunda üç yol veya üç durumdur.

Hıristiyan Arap yazarları teslisin anlamını verebilmek için kökü Yunanca olan oknum kelimesini kullanmışlardır. Oknum kelimesinin Latincede karşılığı peçe anlamına gelen Persona’dır.

19-5. İznik Konseyinde Teslisin İspatı

Teslis hakkında sağlam bir kaynağın olmaması ve İsa Mesih’in ilahlığıyla ilgili ifadelerin sınırlı ve belirsiz olması Hıristiyanların onun hakkında “Tanrının oğlu” inancını yaymalarına neden olmuştur. Böylece bu terimi teşrifi anlamdan hakiki anlama taşımış oldular. Bilinmelidir ki; onlar İsa’nın ilahlığı konusunda üç asır boyunca ihtilaf halindeydiler. Dördüncü asrın başlarında Aryus adındaki seçkin bir piskopos İsa’nın ilahlığı inancına muhalefet ederek ayaklanma çıkardı. Tartışmalar gittikçe arttı ve miladi 325 yılında ilk Hıristiyan Kayser olan Konstantin’in davetiyle bugün Bursa’nın bir ilçesi olan İznik şehrinde yaklaşık 300 piskopos bir konsey kurdular.

Bu konsey İsa’nın ilahlığını ezici bir çoğunlukla kabul edip Aryus’un görüşünün geçersiz olduğunu ilan etti. İznik kanunu adıyla meşhur olan o konseyin bildirisinde Hz. İsa hakkında şöyle geçer:

“İsa Mesih tanrının oğlu, babadan dünyaya gelen ve babanın zatından dünyaya gelen tek varlıktır. Tanrıdan tanrı, nurdan nur, hakiki tanrıdan hakiki tanrı ki dünyaya gelmiştir ve yaratılmamıştır. Babayla zatları birdir… O, biz insanlar için ve bizim kurtuluşumuz için nüzul edip, tecessüm buldu ve insan oldu… “Onun olmadığı bir zaman vardı veya var olmadan önce yoktu veya yokluktan var oldu” diyenlere lanet olsun. Onun başka bir zat veya türden olduğunu veya tanrının oğlunun yaratıldığını veya değişime uğramasının mümkün olduğunu söyleyenlere de lanet olsun.”[1]

19-6. Teslisi Eklemek Üzere Yeni Ahit’in Tahrifi

Yeni Ahit’te teslisi gösteren bir yer yoktur. “Baba, Oğul ve Ruh’ul Kudüs” (Matta, 28:19) ifadelerini ön yargısız bir şekilde okuyan bir kimse böyle bir anlam çıkarmaz ve buna benzer binlerce ifade bile Eski ve Yeni Ahit’teki tevhit vurgulamasını zedeleyemez. Tıpkı Kuran ayetlerinde de Allah, Resul ve meleklerin yan yana geldiği yerlerin teslisi göstermediği gibi.

Yeni Ahit’te teslis için bir delilin olmayışı bazı cahilleri beşer yapımı bu kitabı tahrif etmeye ve teslisi ona yerleştirmeye yönlendirmiştir. Onlar bu ihaneti gerçekleştirmek için İncillerin çok meşhur olan içeriklerine dokunamadılar. Bu yüzden Yuhanna’nın birinci mektubuna 5:7-8 yöneldiler ve “Baba”, “Kelime” ve “Ruh’ul Kudüs’ün” vahdetini bildiren bir yazıyı oraya eklediler. Kitab-ı Mukaddes ilimleri araştırmacıları “Johannine Comma” diye adlandırılan bu bölümü incelediklerinde şunu anladılar ki; bu ifadenin olmadığı el yazması nüshalar, bu ifadenin var olduğu el yazması nüshalardan daha eskidir.

19-7. Peygamberlik

Hz. İsa Mesih Yahudiler içerisinde peygamberliğe seçildiği için Hıristiyanlığın birçok öğretisi Yahudilikle aynıdır. Bu yüzden Mesihi nübüvveti ile Yahudi nübüvveti arasında pek fark yoktur. Ancak Hıristiyanlık, Yahudiliğin aksine şeriat eksenli değildir. Hıristiyanlar Eski Ahit peygamberlerinin öngörülerinin Mesih hakkında olduğuna inanıyorlar. Bu yüzden onlar Mesihi tanrı olarak bilmenin yanı sıra peygamber olarak da bilirler. Böylece Tevrat’ın (Yasanın tekrarı, 18:15-22) Hz. Musa gibi bir peygamberin geleceği hususundaki öngörüsünün Hz. İsa hakkında olduğuna inanıyorlar (Elçilerin işleri, 3:22-26).

19-8. Yeniden Diriliş

İncillerde (Matta, 22:30) sadece ruhani dirilişe değinilmesiyle birlikte Hıristiyanlar en eski iman esaslarında ölülerin bedenlerinin dirileceğini dile getirmişlerdir. Hıristiyanlıkta ricat, kıyametle aynıdır ve Mesih son dönüşünde kıyameti gerçekleştirecek ve insanlar arasında hüküm verdikten sonra onları cennete ve cehenneme gönderecektir.

19-9. Hıristiyanlıkta Günah

Hıristiyanların, Hz. İsa’nın insanların günahlarına kurban olduğunu söylemeleri asla günahı caiz bilmek ve hatta günahı önemsememek anlamında değildir. Bilakis tövbenin kabul edilmesi ve günahların bağışlanması için tek yol olan kesin şefaat anlamındadır. Onlar günahın ruhun ölümü olduğuna inanıyor ve günahı çeşitli bölümlere ayırıyorlar. Hıristiyanlıkta hükümlerin çoğunluğu ahlaki olup (domuz etinin haram olması gibi) taabbudi hükümler hemen hemen yoktur. Pavlus şöyle diyor:

“Günahkârların, Tanrı’nın egemenliğini miras almayacağını bilmez misiniz? Aldanmayın! Ne cinsel ahlaksızlık yapanlar, ne puta tapanlar, ne zina edenler, ne cinsel sapıklar, ne eşcinseller, ne hırsızlar, ne açgözlüler, ne ayyaşlar, ne sövücüler, ne de soyguncular Tanrı’nın egemenliğini miras alacaklardır. Bazılarınız böyleydiniz; ama yıkandınız, kutsal kılındınız, Rab İsa Mesih’in adıyla ve Tanrımızın Ruhu aracılığıyla aklandınız.” (Pavlus’un Korintlilere birinci mektubu, 6:9-11)

Günahın, Hıristiyan ülkelerde İslami ülkelerden daha çok olduğu biz Müslümanlar için açıktır. Elbette bir Müslüman’ın muhafazakâr ve liberal görüşlü oluşu, onun algılama tarzında oldukça etkilidir. Bir şahsın, Batılıların hicapsız olmasını iffetsizliğin ve her türlü fesadın kaynağı bilmesi, başka bir şahsın onu bir tür gelenek sayması ve üçüncü şahsın da “İbadet, insanlara hizmet etmekten başka bir şey değil” diyecek kadar ileri gitmesi ve onların olumlu ahlaki yönlerini ön plana çıkarması mümkündür. Hıristiyanlar açısından günahı tarif etmek için liberalist noktadan başlayarak şöyle diyoruz, Hıristiyanlıkta en önemli günahlar, ahlaki günahlardır ve haftada bir defa ibadet etmek genellikle yeterlidir. Ancak daha muhafazakâr Hıristiyanlar da her zaman ve her toplumda olmuştur ve olacaktır. Örneğin Ortodoks ruhaniler sakallarını tıraş eden Katolik ruhanilere itiraz ederek Tevrat’ın (Leviler, 19:27) bu ameli yasakladığını söylüyorlar.

19-10. Feda

Hıristiyanların inancına göre günahın etkileri insan tabiatında kalıcıdır. Davud’un Zebur’unda defalarca şu dua geçmiştir: “Beni tamamen günahlarımdan arındır!” (Mezamir, 51:2). İnsanlar günahkâr olan beşeri bir toplumda yaşadıkları için kendilerini kirli görmektedirler ve birçok dinde bedeni yıkamak, günah kirini itiraf etmenin ve insanın tövbe yoluyla ruhunu temizlemeye ihtiyacı olduğunun göstergesidir.

Onların inancına göre Allah’a, yaratılış âlemine ve ahlaki düzene karşı işlenen günah’ın etkisi tövbe ettikten sonra da kalıcıdır. Bu mesele günahkâr bir kimseyi geride bırakmakta ve bütün insanlığı kirletmektedir. Günahkârlık duygularına kapılmamıza ve kendimizi yeniden temizlenmeye muhtaç görmemize neden olmaktadır. Hıristiyanlıkta günahın ahlaki düzene verdiği zararı görmezden gelmek ve günahın ferdi yönü üzerinde durmak Allah’ın bahşettiği bağışlamayı küçümsemektir ve kötü işleri hafife almak olarak da telakki edilebilir.

Bütün insanlar günahın kalıcı zararında ortak olduğu için içlerinden bir kişi bu günahın kefareti olabilir. Hıristiyanlara göre İsa o zararın kefaretini bir defa ve sürekli olarak yerine getirdi. Tam bir teslimiyet ve mutlak itaatle günahın sınırsız olan Allah ile inatçı insan arasında oluşturmuş olduğu duvarı yıktı. Bu yıkımı ve kefaret olmayı tamamen günahsız olan ve ilahi hikmetle ittihat halinde olan birisinden başkası yapamaz.

Kimi zaman bazı Hıristiyan hatipler İsa’nın kefaret olma işini seçmiş olduğu kişinin ölümünü isteyen öfkeli tanrının sakinleşmesi olarak açıklamışlardır. Hıristiyan âlimlerinin çoğu bu düşünceyi reddetmişlerdir.

Hıristiyanlar kimi zaman şöyle derler: “İsa kurban oldu.” Bu düşünce Yahudilikteki kurbanlıklardan alınmıştır. Hıristiyanlar kurban amelini gerekli görmezler ve Hz. İsa’yı daimi kurban olarak sayarlar. Katolikler, Aşa-i rabbaninin ekmek ve şarabını kurbanlık olarak adlandırırlar.

Yahudi kâhinler kurban merasimini yerine getirirken kestikleri kurbanın kanının bir miktarını (Allah’ın nişanesi olarak) insanların üzerlerine sürerlerdi. Bu amelin anlamı şuydu; kurbanlık yüce Allah ile İsrailoğulları arasında birlik oluşturacaktır. Kurbanlık söz vermekle aynı anlamdaydı. Çünkü kurbanlıkla yüce Allah onların ilahı ve onlar da O’nun kavmi oluyordu.

Hıristiyanlara göre İsa’nın ölümü, sadece Yahudi kavmi için değil Allah ve bütün insanlık arasında yeni bir Ahdi gerçekleştirmiş oldu. Elimizdeki İncillerin iddiasına göre İsa son akşam yemeğinde öğrencilerine ekmek ve şarap sunarak şöyle dedi:

“Kadehi alın ve için; sizin ve birçoklarının günahlarının dökülmesi yolunda Yeni Ahit’teki kanım budur.”

Hıristiyanların inancına göre İsa’nın feda olmasıyla meydana gelen yeni hayat öyle bir şekildedir ki, günahın ayni ve toplumsal etkisi ona engel olamıyor ve insanlık, temsilcileri yani çarmıha gerilen İsa yoluyla yüce Allah’la barış içerisindedirler.



[1] Miller, V.M., Tarih-i kilisa-yi kadim der İmparatori-yi Rum ve İran (Tercüme: Ali Nohostin, Tahran: İntişarat-ı Hayat-ı Ebedi, 1981), s.244.

[1] Bu konuda daha fazla bilgi için bak. Danilo, Jean, Rişeha-yi Mesihiyet der Esnad-i Behr’ul Meyyit, (Tercüme: Ali Mehdizade, Kum, Neşr-i Edyan, 2004).

[2] Mesih’in doğumu sırasında doğuda ortaya çıkan bir yıldıza işaret edilmektedir. (Matta; 2:2)

[3] “Mars dağı” Elçilerin işleri;17:16-23.

[4] Davies, A. Powell, The Meaning of the Dead Sea Scrolls, New York: New American Library, 1956, pp.89-91.

[5] Yusuf/41-42 ve 50.

[6] Aynı şekilde son asırda Hindistan’ın devrimci lideri Gandi, Dokunulmazlar (Untouchables) ezilmiş kesimlerinin gönlünü almak amacıyla onlara “Tanrının çocukları” lakabını verdi.

[7] Bu tabir İmam Hüseyin’in Recep ayının ortasındaki ziyaretinin başında geçmektedir.

Yüklə 379,11 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   30   31   32   33   34   35   36   37   ...   52




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə