134
üç boyutta dengeli eliptik yörüngeler mümkün olabiliyor. Daire
sel yörüngeler bir başka boyutta olanaklı, ancak bunlar Newton’ın
korktuğu gibi sabit değiller. Üç boyut dışındaki herhangi bir bo
yutta küçücük bir bozulma, örneğin diğer gezegenlerin çekimin
de oluşan bir değişiklik, gezegeni dairesel yörüngesinden çıka
rır, Güneş’e uzak veya yakın dönmesine neden olurdu, yani ya do
nar, ya da yanardık. Ayrıca üçten fazla boyutta iki cisim arasında
ki çekim kuvveti, üç boyutta olduğundan çok daha hızlı bir şekil
de azalırdı. Üç boyutta uzaklık iki katına çıktığında çekim kuvveti
değerini 1/4 oranında kaybeder. Dört boyutta 1/8, beş boyutta 1/16
oranında kaybeder. Sonuç olarak üçten fazla boyutta Güneş, içsel
basıncının çekim gücünün çekimini dengelediği sabit bir konum
da kalamaz. Ya parçalanır ya da çökerek bir kara deliğe dönüşür
ki, öyle ya da böyle gününüz berbat olur. Atomik ölçekte elektrik
kuvveti çekim kuvveti gibi davranır. Yani atomlardaki elektronlar
ya kaçar ya da çekirdeğin içine düşer. Her iki durumda da bizim
bildiğimiz anlamda atomların olması olası değildir.
Zeki gözlemcileri destekleme becerisine sahip karmaşık yapı
ların ortaya çıkışları çok kırılgandır. Doğanın yasalarının biçim
verdiği bir sistem olağanüstü ince bir ayara sahiptir ve bildiğimiz
hayatın gelişme olasılığını ortadan kaldırmadan yapılabilecek de
ğişiklik çok küçüktür. Fizik yasasının kesin ayrıntılarında bir di
zi şaşırtıcı rastlantı olmasaydı, insanlar ve benzeri yaşam formla
rı varlık kazanamazdı.
En etkileyici ince-ayarlı rastlantı, Einstein’ın genel görelilik
denklemlerindeki kozmolojik sabitini içerir. Daha önce de belirtti
ğimiz gibi 1915’te kuramını formüle ettiğinde Einstein evrenin du
rağan olduğuna inanıyordu, yani evren ne genişliyor ne de daralı
yordu. Bütün maddeler diğer maddeleri çektiğinden, evrenin ken
di üzerinde çökme eğilimiyle savaşması için yeni bir karşı-çekim
kuvvetini kuramına ekledi. Bu kuvvet, diğer kuvvetlerin tersine,
herhangi bir kaynaktan gelmiyordu, uzay-zamanın kendi içinde
oluşturulmuştu. Kozmolojik sabit bu kuvvetin gücünü tanımlar.
Evrenin durağan olmadığı keşfedildiğinde Einstein kozmolojik
sabiti kuramından çıkardı ve onu denklemlerine eklemeyi hayatı
nın en büyük yanlışı saydı. Ancak 1998’de çok uzak süpernovaların
gözlemleri, evrenin artan bir hızla genişlediğini ortaya çıkardı; bü
tün uzayda etkili olan bir tür itici kuvvet olmaksızın bunun olanak
sız olduğu anlaşıldı. Kozmolojik sabit böylece yeniden doğdu. Ar
tık bu sabitin değerinin sıfır olmadığını biliyoruz, ama neden böyle
bir değeri var sorusu geriye kalıyor. Fizikçiler, kuantum mekanik
135
lerinin sonuçlarına göre nasıl ortaya çıktığını açıklamak üzere tar
tışmalar başlattı, ancak buldukları değer 120 basamaklıydı (birden
sonra gelen 120 adet sıfır) ve bu, süpernova gözlemlerinde ulaştık
ları gerçek değerden daha güçlüydü. Ya hesabın mantığı yanlıştı,
ya da mucizevi bir şekilde; hesaplanan sayının hayal bile edileme
yecek küçüklükteki kesri dışında kalan bölümünü geçersiz kılan
başka bir etki vardı. Kesin olan tek şey, kozmolojik sabit sahip ol
duğu değerden çok daha büyük olsaydı evrenimiz galaksiler oluş
madan önce parçalanırdı - ve yine bildiğimiz hayat olmazdı.
Bu rastlantılara ne anlam verebiliriz? Temel fizik yasasının ke
sin biçimi ve doğasındaki şans ile bizim çevresel unsurlarda bul
duğumuz şans birbirinden farklıdır. Kolaylıkla açıklanamadığı gi
bi fiziksel ve felsefi sonuçlan çok daha derindir. Evrenimiz ve ya
saları bizi desteklemek üzere oluşturulmuş bir tasarıma sahip gi
bidir ve eğer biz varsak bu tasarımda değişiklik olması pek müm
kün değil. Bu kolayca açıklanabilecek bir durum değil ve doğal
olarak niçin böyle olduğunu soruyoruz.
Pek çok insan bu rastlantıları Tanrı’nın işlerinin kanıtı ola
rak kullanmak isteyecektir. Evrenin insanlığa kalacak yer sağla
mak için tasarlandığı düşüncesi günümüzden binlerce yıl öncesi
ne uzanan teolojilerde ve mitlerde yer almıştır. Mayaların mitsel-
tarihi anlatılarının yer aldığı Popol Vuh’ta tanrılar şöyle der: “Bi
linç bahşedilen insan var oluncaya kadar yarattığımız bütün şey
ler için ne övüldük, ne de onurlandırıldık.” MÖ 2000 tarihli tipik
bir Mısır yazıtı şöyle der: “Tanrı’nın sürüsü olan insanın iyi yaşa
ması sağlanmıştır. O (Güneş Tanrısı) onun yararı için gökyüzü
nü ve yeryüzünü yaratmıştır.” Çin’de Taocu filozof Liezi (LieYu-
kou) (MÖ 400) bu düşünceyi bir öyküdeki karaktere söyletmiş-
tir: “Tanrı büyümesi için beş çeşit tohum yarattı, yüzgeçli ve tüy
lü kabileleri özellikle biz yararlanalım diye yarattı.”
Batı kültüründe Eski Ahit yaratılış öyküsünde ilahi tasarımdan
söz eder, ancak geleneksel Hıristiyan bakış açısı, “kasıtlı bir tasa
rıya göre işleyen akıllı doğal dünyaya” inanan Aristoteles’ten de
büyük ölçüde etkilenmiştir. Ortaçağ Hıristiyan din bilimcilerin
den Aquino’lu Aziz Tomasso, Tanrı’nın varlığını kanıtlamak için
Aristoteles’in doğanın düzeni hakkındaki düşüncelerini kullanır.
18. yüzyılda bir başka Hıristiyan din bilimci o kadar ileri gitmiş
tir ki, tavşanların kuyruklarının daha kolay vurabilmemiz için be
yaz olduğunu söylemiştir. Hıristiyan görüşünün daha modem bir
örneği birkaç yıl önce Viyana başpiskoposu Kardinal Christoph
Schönborn tarafından verilmiştir; “Şimdi 21. yüzyılın başlangıcın
Dostları ilə paylaş: |