Büyük Tasarım



Yüklə 2,44 Kb.
Pdf görüntüsü
səhifə36/42
tarix30.04.2018
ölçüsü2,44 Kb.
#40546
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   42

131
mentlerin  ilk  olarak  hidrojenden  geldiğine,  onun  ilk  gerçek  öz  ol­
duğuna  inanıyordu.  Hidrojen  en  basit  atom  çekirdeğine  sahip­
tir;  bu  çekirdek  yalnızca  tek  bir  protondan  oluşur  ve  bu  proton 
ya  tek  başınadır  ya  da  ona  bir  veya  iki  nötron  eşlik  eder.  (Hidro­
jenin  farklı  biçimlerine  ya  da  proton  sayısı  aynı  elektron  sayısı 
farklı  çekirdeklere  izotop  denir.)  Günümüzde  çekirdeğinde  iki  ve 
üç  proton  olan  helyum  ve  lityum  atomlarının,  evren  yaklaşık  200 
saniye  yaşında  iken  çok  daha  küçük  miktarlarda  ve  ilksel  ola­
rak  sentezlendiklerini  biliyoruz.  Öte  yandan  hayat  daha  karmaşık 
elementlere  bağlıdır.  Bunların  içinde  en  önemlisi  ve  tüm  organik 
kimyanın temeli olan karbondur.
Akıllı  bilgisayarlar  gibi  “yaşayan”  organizmaların  silikon  gibi 
diğer  elementlerden  üretildiği  söylenebilir,  ama  hayatın  karbon 
olmadan  kendiliğinden  oluşabileceği  kuşku  götürür.  Bunun  ne­
denleri  teknik  olmakla  birlikte  karbonun  diğer  elementlerle  bağ­
lanma  biçimindeki  eşsiz  davranışla  ilgilidir.  Örneğin  karbondiok­
sit  oda  sıcaklığında  gaz  halindedir  ve  biyolojik  olarak  çokyarar- 
lıdır.  Silikon  periyodik  tabloda  karbonun  hemen  altında  yer  aldı­
ğı  için  benzer  kimyasal  özelliklere  sahiptir.  Ancak  silikon  dioksit, 
yani  kuartz,  taş  koleksiyonları  içinde  organizmaların  ciğerlerin­
de  olduğundan  çok  daha  yararlıdır.  Yine  de  kendilerine  silikon­
la  ziyafet  çeken  ve  sıvı  amonyak  içinde  kuyruklarını  ritmik  ola­
rak  çevirip  duran  hayat  formları  gelişebilirdi.  Bu  türden  egzotik 
hayatlar  bile  yalnızca  ilksel  elementlerden  oluşamaz,  çünkü  bu 
elementler  yalnızca  iki  tür  dengeli  birleşim  oluşturabilir:  Renksiz 
bir  kristalin  olan  lityum  hidrat  ve  hidrojen  gazı  ki,  ikisi  de  üre­
yebilmek  şöyle  dursun  birbirinden  hoşlanmaları  bile  mümkün  ol­
mayan  bileşimlerdir.  Bunlar  bizim  karbondan  olma  hayat  form­
ları  olduğumuz  gerçeğini  değiştirmez;  böylece  çekirdeği  altı  pro­
ton  içeren  karbon  ve  bedenlerimizdeki  diğer  ağır  elementler  na­
sıl oluşmuştur sorusu gündeme gelir.
İlk  aşama  daha  eski  yıldızların,  iki  hidrojen  çekirdeğinin  çar­
pışıp  kaynaşmasıyla  ortaya  çıkan  helyumu  biriktirmeye  başlama­
sıdır.  Yıldızların  bizi  ısıtan  enerjisini  yaratan  bu  kaynaşmadır.  İki 
helyum  atomu  çarpışarak,  çekirdeği  dört  protondan  oluşan  bir 
atom  olan  berilyumu  yaratır.  Berilyum  bir  kez  ortaya  çıktıktan 
sonra  üçüncü  bir  helyum  çekirdeği  ile  kaynaşarak  karbonu  oluş­
turması  beklenir.  Ama  böyle  olmaz,  çünkü  berilyumun  izotopu 
oluştuğu anda bozularak helyum çekirdeğine geri döner.
Yıldızın  hidrojeni  bitmeye  başladığında  durum  değişir.  Bu  ol­
duğunda,  yıldızın  çekirdeği  ısı  100  milyon  derece  Kelvin’e  ulaşın­


132
caya  dek  çöker.  Bu koşullar altında çekirdekler  birbirleriyle o  ka­
dar  sık  çarpışırlar  ki,  berilyum  çekirdeği  ve  helyum  çekirdeği  bo­
zulmaya  fırsat  bulamadan  birleşir.  O  zaman  berilyum,  helyum  ile 
birlikte  eriyerek  bozulmayan,  dengeli  bir  karbon  izotopu  üretir. 
Ancak  bu  karbon,  bir  kadeh  Bordeaux  şarabının  tadını  çıkaran, 
alevli  lobutları  havada  çeviren  veya  evren  hakkında  sorular  so­
ran  kimyasal  bileşik  kümelerini  oluşturmaktan  epeyce  uzaktır. 
İnsanlar  gibi  varlıkların  oluşabilmesi  için  karbonun  yıldızın  için­
den  çıkıp  daha  dost  canlısı  bir  mahalleye  taşınması  gerekir.  Bu 
da  ancak,  hayat  döngüsünün  sonuna  gelen  yıldız  bir  süpernova 
olarak  patlayıp,  sonradan  bir  gezegen  olarak  yoğunlaşacak  olan 
karbonu ve diğer ağır elementleri uzaya saçtığında gerçekleşir.
Bu karbon yaratma sürecine üçlü alfa süreci denir, çünkü “alfa 
parçacığı”  ismi,  helyum  izotopunun  çekirdeğine  verilen  bir  baş­
ka  isimdir;  süreç  her  üçünün  kaynaşmasını  gerektirir.  Olağan  fi­
zik  üçlü  alfa  süreci  yoluyla  karbon  yaratımının  oldukça  az  sayıda 
olması  gerektiğini  öngörüyor.  Bunu  dikkate  alan  Hoyle  1952’de 
berilyum  çekirdeği  ile  helyum  çekirdeğinin  enerji  toplamlarının, 
karbon izotopunu oluşturan kuantum durumunun enerjisi ile tam 
olarak  aynı  olması  gerektiğini  ileri  sürdü;  nükleer  tepkimenin  hı­
zını büyük oranda artıran bu duruma rezonans denildi. O sıralar­
da  böyle  bir  enerji  düzeyi  bilinmiyordu,  ancak  Hoyle’un  önerisini 
dikkate alan Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü’nden William Fow-
Üçlü alfa süreci 
Karbon yıldızların içinde, üç helyum çekirdeğinin çarpışmasıyla oluşur, nükleer 
fizik yasalarının kendine özgü bir özelliği olmasaydı karbon oluşması olası değildi.


133
ler  araştırdı  ve  buldukları  karmaşık  çekirdeklerin  yaratımı  konu­
sunda Hoyle’un görüşlerine önemli bir destek sağladı.
Hoyle  şöyle  yazıyor:  “Kanıtları  inceleyen  herhangi  bir  bilim  in­
sanının  nükleer  fizik  yasalarının,  yıldızların  içinde  üretilen  so­
nuçları  özellikle  dikkate  alarak  tasarlandığı  çıkarımında  buluna- 
mamasına imkân yoktur.” O zamanlar kimse, tam olarak bu fizik­
sel  yasalara  yol  açan  rastlantısallığın  boyutlarını  anlamaya  yete­
cek  kadar  nükleer  fizik  bilmiyordu.  Ancak  güçlü  antropik  ilkenin 
değerini  araştıran  fizikçiler,  son  yıllarda  doğanın  yasaları  farklı 
olsaydı  evren  neye  benzerdi  sorusunu  kendilerine  sormaya  baş­
ladılar.  Günümüzde  üçlü  alfa  tepkimesinin  hızını  doğanın  temel 
kuvvetlerine  göre  hesaplayan  bilgisayar  modelleri  yapabiliyoruz. 
Bu  hesaplamalar  gösteriyor  ki,  güçlü  nükleer  kuvvetin  gücünde 
yüzde  0,5’lik  bir  değişiklik  veya  elektrik  kuvvetinde  yüzde  4’lük 
değişiklik  bile  her  yıldızdaki  bütün  karbonu  veya  bütün  oksije­
ni  ve  dolayısıyla  bizim  bildiğimiz  anlamda  hayat  olasılığını  orta­
dan  kaldırabilirdi.  Evrenin  kurallarını  azıcık  değiştirmek  bile  bi­
zim varlığımızın koşullarını ortadan kaldırıyor!
Fizik  kuramları  belli  yöntemlerle  değiştirildiğinde  üretilen  ev­
ren  modellerini  inceleyerek,  fizik  yasalarındaki  değişikliğin  etkile­
ri üzerinde metodik olarak çalışılabilir. Bizim var olmamız için ge­
reken düzeni kuranın sadece güçlü nükleer kuvvet ile elektroman­
yetik  kuvvet  olmadığı  anlaşılmıştır.  Kuramlarımızdaki  temel  de­
ğişmezlerin ince bir ayara sahip oldukları, minik miktarlarda yapı­
lan değişikliklerde bile  ortaya çıkıyor;  evren niteliksel olarak fark­
lı  bir  hale  geliyor  ve  pek  çok  durumda  hayatın  gelişmesine  elve­
rişli olmuyor. Örneğin diğer nükleer kuvvet, zayıf kuvvet biraz da­
ha zayıf olsaydı, erken evren döneminde kozmostaki bütün hidro­
jen helyuma dönüşürdü ve bu yüzden de normal yıldızlar olmazdı; 
biraz  daha  güçlü  olsaydı  patlayan  süpernovalar dış  muhafazaları­
nı  kıramazlardı  ve  böylece  yıldızlararası  uzayı,  gezegenlerin  haya­
tı  beslemesi  için  gereken  ağır  elementlerle  tohumlayamazdı.  Eğer 
protonlar  yüzde  0.2 oranında daha ağır olsaydı bozularak nötron­
lara  dönüşür,  atomların  dengesini  bozardı.  Bir  protonu  oluşturan 
kuarkın  kütle  toplamı  yüzde  10  gibi  küçük  bir  oranda  değiştiril­
seydi, bizi oluşturan sabit çekirdekli atomlardan çok daha az mik­
tarda olurdu; aslında kuark kütlelerinin toplamının, sabit çekirdek 
sayısının en yüksek sayıda olması için ideal olduğu ortada.
Gezegen  hayatının  gelişmesi  için  birkaç  yüz  milyon  yıllık  sabit 
yörünge  gerektiği  varsayılırsa,  uzay  boyutlarının  sayısı  da  bizim 
varlığımızla  sabitlenmiştir.  Çünkü  yerçekimi  yasasına  göre  ancak


Yüklə 2,44 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   32   33   34   35   36   37   38   39   ...   42




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©genderi.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

    Ana səhifə