ÇAĞDAŞ İNSANIN RUHSAL SORUNU
201
Bu akımlara karşı gösterilen aşırı ilginin dinin geçerliğini yitirmiş
kalıplarına artık aktarılmayan ruhsal enerjiden kaynaklandığı kesin.
Böylece, bilim sellik taslasalar bile, bu akım lar gerçek nitelik
taşımakta. Dr. Rudolf Steiner, Antropozofisi’ne «Ruh Bilimi» dese,
Mrs. Eddy, «Hıristiyan Bilimi»nden söz etse de, hiçbir şey değişmez.
Bu örtbas etme girişimleri, yalnızca, dinin nerdeyse siyaset, ya da
dünya devrimi kadar kuşku yarattığını göstermekte.
Çağdaş insanın, ondokuzuncu yüzyıldaki kardeşinin tersine, dik
katini ruhuna, ondan büyük şeyler bekleyerek yönelttiğini söylersem,
aşırı gitmiş olmam sanıyorum: Çağdaş insanın davranışı, herhangi
geleneksel bir inançtan değil, Gnostiklerdeki dinsel yaşantı kavramı
gibi bir duygudan ileri geliyor. Sözü edilen akım lara birtakım bilimsel
havalar vermeye çalışmalarını karikatürize etmememiz, onları gülünç
görmememiz gerekir: Batı dinlerinin özü olan inanç’tan çok «bilim»
veya bilgi peşinde olduklarının bir işaretidir bu. Çağdaş insan inanç
üzerine dayanan buyurucu varsayım lardan ve bunlar üzerine
dayandırılan dinlerden nefret ediyor. Bilgi içeriği, ruhsal yaşamın
derinliği bakımından kendi yaşam ıyla uyuştuğu oranda ancak onları
geçerli saymaktadır. Dileği bilmektir. Söz konusu yaşantıyı kendi duy
mak istemektedir. St. Paul’ün Papazlar Kurulu Başkanı Inge, Anglikan
K ilisesi’nde aynı amaçları olan bir akımdan söz ediyor.
Yeryüzünün araştırılm adık köşesi kalm adığına göre, coğrafî
keşifler çağı da kapanmış bulunuyor. Bir zamanlar, Kuzey D ağları’nın
ötesinde sonsuz ışık ve bolluk ülkesinde yaşadığı düşünülen insanlara
artık inanmayan veVîilinen dünyânın sınırlarının ötesinde neyin var
neyin yok olduğunu kendi gözleriyle görüp öğrenm ek isteyen kimse
lerle başladı bu iş. Çağımız, ruhun içinde ne var ne yok, bilmek isti
yor, İspirtizma seansları düzenlenen çevrelerde sorulan soru şu:
“M edyum, bilincinden uzaklaştığında, neler oluyor?»; Teozofist ise,
«Daha yüksek bilinç düzeylerinde ne gibi bir yaşantım olur acaba?»
diyor kendi kendine. Astrologun sorduğu soru da şu: «Bilinçli
niyetimin ötesinde, yazgımı etkileyen güçler neler?» Psikanalistin
sorduğu soru ise: «Nevrozun ardındaki bilinçdışı güdüler nelerdir?»
sorusu.
2 0 2
ANALİTİK PSİKOLOJİ
Çağımız, ruhsal yaşamında, yaşantıları kendi duymak istiyor.
Başka çağların yaşantısı üzerine dayalı varsayımlardan bıkmış artık.
N e var ki bunlardan kuram sal bir biçim de yararlanm aktan da
kaçınmıyor; örneğin belli başlı dinler ve gerçek bilim yoluyla. Dünün
Avrupalısı, bu uçurumun derinliklerine dalm aya görsün, baştanbaşa
bir ürperti kaplıyor benliğini; bu araştırm a konusu tekin gelmiyor ona,
karanlık buluyor onu; üstelik başvurulan yöntemleri bile, insanın en
ince zihin başarılarının, insanı afallatıcı derecede kötüye kullanılması
gibi görüyor. Üç yüz yıl önce bir zayiçe çizmesine karşılık, bugün en
azından bin zayiçe çizilmektedir denilse, ne der günümüzün astrono
m u? Dünyanın, Yunan A ntikite çağından bu yana tek bir boş
inancından kurtulmadığı söylense, eğitimci ne der acaba, felsefedeki
A ydınlıklar Çağı savunucusu ne der? Psikanalizin kurucusu Freud’un
kendi, ruhsal ardülkenin pisliğine, karanlığına ve kötülüğüne parlak bir
ışık tuttu, içeriğini, çöp yığını, cüruf olarak gösterdi, böylece
arkalarına bakıp, bir şey aramalarından alıkoymaya çalıştı onları.
Başaramadı, uyarısı ise, ters tepki yarattı, tam engellemesini istediği
şeye yol açtı: M illete bütün bu pisliğe karşı bir hayranlık uyandırdı.
Buna düpedüz sapıklık desek yeri; ne var ki, bunun pislik sevgisi
olmadığı, bu insanları çeken şeyin, ruhun kendi büyüsü olduğu da
gerçek.
Ondokuzuncu yüzyılın başından beri, Fransız Devriminin unutul
maz yıllarından bu yana, insan, ruha daha önem vermeye başladı; ruha
gittikçe artan bir dikkat yöneltmesi, onu her gün daha bir çekici bul-
m asındandı. N otre-D am e K ilisesi’nde, Us Tanrıçasının simgesel
olarak tahta oturtulması, Batı dünyası için son derece önemliydi.
W otan’ın meşe ağacının Hıristiyan misyonerlerince kesilip devrilmesi
kadar önemli. Bu devrim sonucu, gökten, öç alıcı bir yıldırım düşüp
çarpmış değil küfredene.
Tuhaf bir rastlantı, tam o sıralarda, Anquctil du Perron adında bir
Fransız, H indistan’dan 1800’lerin ilk yıllarında ülkesine dönerken,
yanında, elli U panişad’ı içeren U pnekhaf ın bir çevirisini getirmişti;
bu, Batı dünyasını, Doğunun şaşırtıcı zihni ile ilk kez karşılaştırmış
oluyordu. Tarihçi için bu olayın herhangi bir deneme ve sonuçla ilgisi
ç a ğ d a ş
İ
n s a n i n
r u h s a l
s o r u n u
203
yoktur. Am a hekimlik görgüme dayanırsam, işin içinde başka bir şeyin
olduğunu söylemem gerek. Geçerliği hiç değilse kişisel yaşamda tam
olan ruhbilimsel bir yasayı karşılıyor gibi geliyor bu bana. Önemini ve
değerini yitiren her bir bilinçli yaşam parçası için — yasaya göre— bi
linçdışm da bir denge gücü oluşuyor. Fiziksel dünyadaki enerji
korunumuna benzer bir şey var bunda, çünkü ruhsal süreçlerimizin bir
de nicelik yönü var. H içbir ruhsal değer, yerine aynı yoğunluk dere
cesinde başka bir değer konulmadıkça, yok olamaz. Bu, psikotera
pistin her gün karşılaştığı bir gerçek; bu olgu her gün yinelenmekte, bir
kez olsun sekteye uğramış değildir. İçimdeki hekim, bir halk toplu
luğunun yaşamının da ruhbilim sel yasaya uyması gerektiğini söylüyor
bana. Topluluk hekimin gözünde, bireye oranla, karm aşık bir ruhsal
yaşam görünümünde, o kadar. Başka bir açıdan bakacak olursak, ruhu
nun «uluslarından» söz eden ozanı anım sayalım . Ruhun türlü
görünümleri vardır ya, bunlardan, biri, bireysel değildir; bu bireysel
almayan yanı, ulustan, topluluktan, hatta insanlığın bütününden
oluşur. Ama şöyle, ama böyle, tek bir, Swedenborg’un deyimiyle, «En
Büyük Adam»m o heryeri kaplayan ruhsal yaşamının bir parçasıyız
biz.
Bir paralel çizelim: Bendeki karanlık birey nasıl yardımcı ışığı
çağırırsa, bir ulusun ruhsal yaşam ında da durum aynıdır. Notre-Dame
K ilisesi’ne akan yıkım a and içmiş kalabalıkta, bireyin ayaklarını yer
den kesen karanlık ve adsız güçler rol oynuyordu; Anquetil du
Perron’u etkileyen ve onun tarihte unutulmayacak bir yanıt vermesine
yol açan gene de bu güçlerdi. Schopenhauer ile N ietzsche’nin kökü
hurdadır. Doğu zihnini onlar Batıya getirmişlerdi, bunun üzerimizdeki
etkisini ise henüz ölçebilecek çapta
değiliz, am a önemsemezlik
etmeyelim. Şimdiye dek bunun A vrupa’daki zihinsel yaşam düzeyinde
etkisi yok gibi; tek tük şarkiyatçı, tek tük Budizm heveslisi, Madame
Blavatsky ve Annie Besant gibi birkaç ünlü kişi görüyoruz. Bu belir
tiler, dağınık adalar sanki; aslına bakacak olursanız, deniz .altındaki
çok büyük sıradağların dorukları bunlar. Kültürsüz kişiler, yakın
zamanlara kadar, m üneccimliğin artık ortadan kalktığına inanıyordu,
kahkahalarla gülünüp geçilecek bir durum a sokulmuş nicedir. Ama
Dostları ilə paylaş: |