54
Ortak bir statü hem de çağdaşlık adına
birlikte
ve gönüllü olarak kabul edilmiştir. Komplocu
ve darbeci yaklaşımlar cumhuriyetin asli un-
surları olarak Türk ve Kürtler gönüllü ortak sta-
tü gerçeğini ortadan kaldırmaz. 10 Mart 1922
tarihli “Kürdistan Muhtariyet (Özerklik) Yasa-
sı” ezici çoğunluk tarafından kabul edilmiştir.
Osmanlı Mebusan Meclisi de 28 Ocak
1920 yılında toplanarak, savaş bittiğinde Os-
manlı’nın elindeki toprakları referans alarak
buraları ülke toprağı kabul etmiş ve buraları
“Misak-ı Milli” (milli sınırlar) olarak tanım-
lamıştır. Birbirine düşürülmeye çalışılsalar da
Kürt ve Türklerin kader birliğine uygun olarak
birlikte mücadeleyi esas aldıkları görülür. Bu
çerçevede; İşgal karşısında Anadolu ve Kürdis-
tan’da üç cephede savaş verilir. Kürdistan’da
Ermenilere karşı yapılan savaşların ardından
2 Aralık 1920 tarihinde yapılan Gümrü Anlaş-
ması, Sevr Anlaşmasıyla Ermenilere bırakılan
illerin yanı sıra, 1878 yılında Ruslara bırakılan
Kars ve dolayları da alınır. Artvin ve Ardahan
da Gürcü hükümetine verilen ültimatom so-
nucu alınır. Etkili halk direnişleri nedeniyle
1921’in baharında İtalya, güzünde de Fransa
işgali sonlandırılıp çekilirler. Batı Anadolu’yu
işgal etmiş olan Yunanlılar da yenilecek ve 1922
yılının güzünde çekilmek zorunda kalacaktır.
Böylelikle Sevr ile belirlenen hususlar Mus-
tafa Kemal öncülüğündeki
kurtuluş hareketi
sonucu işlevsiz kılınacaktır. Bu nedenle savaş
sonrası ortaya çıkmış sorunları halletmek üze-
re yeni barış anlaşması ihtiyacı doğacaktır. (5)
İsviçre’nin Lozan (Lousanne) şehrinde yapı-
lan toplantı, itilaf devletleri ile Türk Hükümeti
arasında yapılmıştır. Konferans öncesi yapılan
birçok ikili görüşmelerinde zaten karara ula-
şılmıştı. Konferans İtilaf Devletleri’nin kara-
rını onaylayıp resmileştirmiş oldu. Anlaşmada
İngilizler adına Lord Curzon, Türk ve Kürtler
adına da İsmet İnönü ve Dr. Rıza Nur başkanlı-
ğında 27 kişilik bir heyet katılır. Heyet başkanı
İsmet İnönü “biz Türkler ve Kürtlerin temsilci-
leriyiz” derken, Kürtlerin temsilcisi olarak ka-
tılan Diyarbakır mebusu Zülfü Tigrel de “biz
Kürtlerle Türkler kardeşiz, ayrılmak istemi-
yoruz.” demiştir.(6) Fakat antlaşma metninde
Kürtlerden tek kelime söz edilmez. Rus tarihçi
M. A. Gastradya’ ya göre “canlanan Kemalist-
ler, Kürt sorununun Lozan konferansı günde-
mine alınmasına da karşı çıktılar… Sevr An-
laşması hükümlerini
yerine getirmemek için
çeşitli yöntemlere başvurmaya başladılar.”(7)
Azınlıklar meselesinde bile ileri-
ki süreçte Kürtleri de kapsayabilece-
ği endişesiyle “Gayrİ Müslüman” azın-
lık olarak ele alınmasını sağladılar. Yani
azınlık sorunu dinsel boyutu ile alınmıştır. Bun-
da İsmet İnönü’nün rolü belirleyici olmuştur.
Kürtlerin “Türklerle aynı haklara sahip”
oldukları sıkça tekrarlanıyordu. Yeni olu-
şumun Türkler ve Kürtlerin ortak devleti
olacağı, liderlerin ağzından hiç düşmüyor-
du. “Türklerin ve Kürtlerin ortak meclisi”
sözü, parlamento tutanaklarında geçiyordu.
Rus tarihçi M. A. Gastraya, “Mustafa Ke-
mal’in ve onun çevresinin öncülüğünde,
Kürtlerin hak eşitliği teşvik edilip öne çıka-
rıldı. Bütün bunlar, Kemalistlerin Sevr Ant-
laşması’nın şartlarını yerine getirmeme ko-
nusunda başarılı olmasını amaçlıyordu.”(8)
demektedir. Gerçekten de Sevr Antlaşması’nda
belirtilen Kürtlerle ilgili maddeler iptal edilmiş-
tir. Bu da çabalarının sonuç verdiğini gösterir.
Kurtuluş Savaşı yıllarında çarpışan güçler
kendi aralarında antlaşmalar imzalıyordu. Bu
antlaşmalar genelde güçlünün lehine sonuçla-
nıyordu. Yapılan antlaşmalardan biri de Sevr
Antlaşması (10 Ağustos 1920) idi. Sevr Ant-
laşması, Osmanlı hükümeti
ile itilaf Devletleri
arasında imzalanan bir antlaşmadır. Zayıf ve
güçsüz konumda olan Osmanlı hükümetine
ağır yükümlülükler getiriyordu. Bu antlaşma-
ya göre Osmanlı, İstanbul il sınırlarına hapse-
dilip böylece Türklerin Avrupa’dan atılması
gerçekleşiyordu. Batı Anadolu Yunanistan’a
Güneyde Urfa, Antep ve Amanoslar Fransa’ya
veriliyordu. Beyazıt, Van, Muş, Bitlis ve Erzin-
can’ı içine alan bir Ermenistan kuruluyordu.
Boğazlar Uluslararası kullanıma açık hale ge-
liyordu, bunun için “Boğazlar Komisyonu” ku-
rulacaktı. Osmanlı’nın askeri gücü de kolluk
gücüyle sınırlandırılıyordu. İşgal edilmedik
yer olarak iç Anadolu kalıyordu. Galip Devlet-
ler (özellikle İngiltere, Fransa) bu antlaşmayı
Osmanlı’ya kabul ettirmişlerdi. Osmanlı’nın
da içinde bulunduğu zor şartlar onu antlaşma-
ya mecbur bırakmıştır. Antlaşmanın Kürtlerle
ilgili bölümü de şu üç maddeden oluşuyordu.
1)Madde 62: İngiltere, Fransa ve İtalya hükü-
metleri tarafından kendilerine verilmiş üç üye-
den oluşan bir komisyon İstanbul’a yerleşerek
55
antlaşma başkanlığının tüzüğüne göre belirtil-
miş bulunan altı aylık süre içinde Fırat’ın doğu-
sunda bulunan ve sınırları
ileride tespit edilecek
olan Ermenistan’ın Güneyi ile Türkiye, Suriye ve
Mezopotamya’nın kuzeyi arasında belirtilmiş
bulunan ve Kürtlerin salt çoğunlukta bulun-
dukları bölgeler için, antlaşmanın 27. Maddesi
1. 2. 3. Derecelerine uygun olarak dahili planını
hazırlayacaktır. Herhangi bir sorun karşısında
oy birliğine varılması halinde, komisyon üyele-
ri durumu kendi hükümetlerine ileteceklerdir.
2) Madde 63: Osmanlı Hükümeti şu andan iti-
baren, 62. Maddeye göre kurulmuş bulunan her
iki komisyonun bildirecekleri kararlara uymaya
ve kararları üç ay içinde tatbik etmeyi üstlenir.
3) Madde 64: Antlaşma başkanlığının tes-
pit ettiği tarihten itibaren geçecek en çok bir
yıllık süre içerisinde eğer, 62.
Maddenin kapsa-
mı içinde bulunan Kürt halkı, yani bu bölgede
oturan halk çoğunluğu Osmanlı Devleti’nden
ayrılarak tamamen “bağımsız” olma arzusu-
nu belirtirse, Milletler Topluluğu Konseyi’ne
başvurursa ve eğer konseyde bu halkın bağım-
sızlık isteğini gerçekleştirebilecek kapasitede
bulunduğuna inanırsa, bunun yerine getiril-
mesini öğütlerse, Osmanlı Devleti bu örgüt-
lenmeye aynen uymayı ve bu bölgedeki bütün
hakları ve unvanlarından vazgeçmeyi ve ken-
disini buna göre ayarlamayı şimdiden üstlenir.
Bu vazgeçme işlenmenin ayrıntıları, başlı-
ca Müttefik Güçlerle Osmanlı Devleti arasında
varılacak özel bir sözleşmeye bağlanacaktır.
Bu vazgeçme işi tamamlandıktan ve Kürdistan
Devleti’nin bağımsız gerçekleştirildikten sonra
da bu bağımsız Kürt Devletiyle günümüze ka-
dar Kürdistan’ın bir parçası
olan Musul ilinde
yaşayan Kürtlerin kendi istekleriyle birleşmeyi
işletmeleri halinde Müttefik Güçler bu birleşme-
ye karşı hiçbir itirazda bulunmayacaklardır(9)
Bu Antlaşma hep yoruma açık olacak-
tı. Kürt egemenleri Kürtlerden bahsedildiği
ve Kürdistan’ın kurulması öngörüldüğünden
antlaşmadan memnun kalmış ve övgüyle bah-
setmişler. Türkler ise bu antlaşmanın Ana-
dolu’yu sömürgeleştireceği biçiminde ele al-
mışlardır. Antlaşmanın planlayıcıları Kürtleri
çok sevdiklerinden dolayı değil, ”böl-yönet”
emellerine ulaşabilmek için Kürt savunucu-
luğuna başvurmuşlardır. Zaten bahsedilen
bölgelere (Kürt Devleti kurulacağı bölgeler)
bakıldığında İngilizlerin etkinlik kurabilece-
ği yerler olduğu görülecektir. Kuzey ve Güney
Batı Kürdistan’ın büyük bir kısmı, Doğu Kür-
distan’ın ise tamamı Kürdistan’ın dışında bıra-
kılmıştı. İngilizlerin amaçlarını anlamak için
Kürtler hakkında yaptığı şu tespit önemlidir:
“Kürdistan, İngilizlerin Hindistan yolu
üzerindeki geniş
ve stratejik bir coğrafya-
da bulunmaktadır. Ayrıca, Irak’ın can da-
marı olan Dicle nehrini de kontrol etmek-
tedir. Dolayısıyla, ne pahasına olursa olsun
burası İngilizlerin denetimi altında olmalı
ve asla bağımsız bir devlet olmamalıdır.”(10)
İngilizlerin nasıl bir tuzak içinde olduğu,
halklar arasına nasıl bir nifak tohumu ektiği
görülüyor. Özel olarak da Kürt ve Türk hal-
kının ortak yaşam istemlerinin temeline di-
namit konulmaktadır. Dolayısıyla anlatımda
Kürt ve Kürdistan halklarından bahsedilse
de, özünde Kürt ve Türk halklarını birbiri-
ne düşürme, karşı karşıya getirme, parçalama
antlaşmasıdır. Dikkat edilirse, ilgili maddeler
de hep komisyondan bahseder. Komisyonda
kendilerinin kurduğu
ve onlardan oluşan üye-
lerden oluşmaktadır. Açık görülüyor ki, kendi
istedikleri gibi yön vermeye çalışıyorlar. Yine
İngilizlerin yaptığı şu tespit daha da netleşiyor:
“Kürtler, üzerinde oturdukları hazinenin ve
kendi potansiyelinin farkında olmayan cahil bir
halktır. Egemenliği altında bulundukları dev-
letlerle ve kendi aralarındaki çatışmalar, ulusal
olmaktan çok yerel sorunlardan kaynaklan-
maktadır. Öyleyse, bölge devletlerine karşı kul-
lanılabilecek bir güç, ama aynı zamanda sürekli
baskı altında tutulması gereken bir halktır.”(11)
İngilizler, Kürtlere destek vaat edip hep
umut aşılarken, Türkleri de Kürtlerin gü-
vensiz ve kendilerinden kuşku duyulacak in-
sanlar oldukları biçimde kışkırtmışlar. Yani
hem Kürtlerle görüşüp destek vaat ederler;
hem de Türklerle görüşüp Kürtlerin dev-
let kuracaklarını söyleyip tahrik etmekteler.
Tüm komplo ve entrikalara rağmen Kürtler
ve Türkler hep ortak hareket etmişlerdir. Mus-
tafa Kemal öncülüğünde verilen ortak mücadele
işgalci güçleri geri püskürtmüştür.
Bu mücadele
aynı zamanda Osmanlı Hükümeti ile İtilaf Dev-
letleri arasında imzalanan Sevr (Sevrés) Antlaş-
ması’nı (10 Ağustos 1922) da işlevsiz kılmıştır.
Dolasıyla, yeni bir antlaşma ihtiyacı doğmuş-
tur. Lozan görüşmeleri bu şekilde başlamıştır.
Lozan Barış Antlaşması (20 Kasım 1922 24