58
Yüzyıllık Bir Sorunun Doğuşu:
Komplo ve Şeyh Said İsyanı
Şahap Elbasan
Bir Umudun Tükenişi
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan “1925
Sadece isyanın değil, asıl
olarak komplonun, iha-
netin ve soykırımın başlangıç tarihidir” der.
Bu öyle bir tarih ki, etki ve sonuçlarıyla
Cumhuriyetin miladı gibidir. Cumhuriyetin
Habil ve Kabil hikayesidir. Bugün yıkık duran
köprünün enkazı o tarihten kalmadır. Bu tarih
neden böylesi miladi bir etkiye sahiptir? Sınırlı
düzeyde buna cevap bulmaya çalışacağız.
Elbette karşımıza, Kürdün ulu çınarlarından
Şeyh Said isyanı, komplosu ve trajedisi çıkacak.
Her adımda da ikilemler (isyan mı, komplo mu;
din mi, ulusallık mı?)Karşılayacak bizi. Ki bu
da o dönemin niteliğinden kaynaklıdır. Bir an-
lamda Şeyh Said gerçekliği Kürtler ve Türkler
açısından bir geçiş süreci gibi görünüyor. Neye
geçiş sorusu, bizi 1925 öncesi ve sonrasını anla-
maya götürür. Dolayısıyla, isyan öncesinin ka-
rakterini anlamak oldukça önem taşıyor.
Batı’da yükselen ulus-devlet rüzgarı,
19.yy’da ve 20.yy’ın başında Ortadoğu’yu, do-
layısıyla, Osmanlı topraklarını da etkisine alır;
birçok halk kendi ulus-devletini kurar. Asır-
lardır birlikte yaşayan Hristiyan ve Müslüman
topluluklar, batının etkisiyle bu süreçte karşı
karşıya gelir. Aralarına fay hattı girer. Ermeniler
bu sürecin kurbanı olarak 1915’te İttihatçıların
soykırımına uğrar. Rumlar,
Süryaniler de ben-
zer bir akıbeti yaşarlar. Osmanlı, İttihatçıların
Turancılık hülyalarıyla 1.Dünya savaşı’ na gire-
rek yenilgiye uğrar ve enkaza dönüşür. Hayalleri
kabusları olur. Ama İttihatçılar o enkazın içine
yerleşir. Osmanlı yıkıntıya dönerken, saltanat
ve halifelik makamları bu yıkıntıya yakılan ağıt
gibi kalır. Bir zamanların koca devi Osmanlı
ölmüş, cenazesi yerde kalmıştır. Batı’nın büyük
ve egemen güçleri olan itilaf devletleri (İngiltere
ve Fransa) önce “hasta” düşürüp sonra ölümü-
nü seyrettikleri bu meftanın mirasçılarıydılar.
Önce Sykes-Picot, sonra Sevr’le bu mirası bö-
lüştüler. Ardı sıra harekete geçtiler. Yunanlıları
destekleyip Ege ve çevresini işgal ettiler; İngi-
lizler de bizzat İstanbul’u aldı. İtalyanlar Akde-
niz’i; Fransızlar Çukurova, Antep, Maraş, Ur-
fa’yı yine İngilizler de G. Kürdistan’ı aldı.
Öte yandan Osmanlı enkazının altında
(Ermeniler),içinde (Türkler)üstünde(Kürtler)
yaşayan halklar vardı. Yani Anadolu ve Me-
zopotamya‘ nın sahipleri…
Bu enkazdan sağ
çıkabilecekler miydi, üzerlerindeki toprağı ata-
bilecekler miydi? Ermeniler soykırımdan son-
ra Doğu’da bir Ermeni devleti arayışına girdi.
Sevr bu umutları güçlendirdi. Kürtlerse 1.dünya
savaşından sonra yeni arayışlara girdi. Wilson
ilkeleri ve Sevr’de geçen özerklik umutlarını bü-
yütür. Büyük güçlere bel bağlarlar. Ama kafaları
karışıktır. Özerklik mi, bağımsızlık mı ikilem-
de kalırlar ama yine de enkaza rağmen arayış
ve direnç halindedirler. Ne var ki, bu belirsizlik
durumları ve dışa bağlı umutları onları adım
adım yeni bir Kürt trajedisine götürecektir.
Türkler Osmanlı’nın enkazına ağıt yakar-
ken, galipler mirası pay ederken ve Kürtler sta-
tü ararken Atatürk öncülüğünde yeni bir çıkış
gerçekleşir. Atatürk’ün bu noktadaki basireti
imparatorluğun çöküşünü, ittihatçıların hayal-
perestliğini görmesi ve canlı
kalan sese kulak
vermesidir. Tüm dünyada ulus-devletin şahla-
nışını gören gözlere de sahip olduğundan, Mi-
sak-Milli perspektifiyle adımlarını Anadolu ve
Mezopotamya’ ya yöneltir. Osmanlı’nın son as-
rında Hristiyanlarla tüm köprüler atıldığından
Müslüman Kürtler en iyi İyi ittifak olarak gö-
rülür. Doğu’da Ermeni ‘’tehlikesi’’ de bu ittifakı
gerekli kılar. Öte yandan bu ittifakın köklü bir
tarihi var. Tarihte nasıl ki bu ittifakla Anado-
lu’ya girilmişse, şimdi de Anadolu kurtarılabi-
lirdi. Yanı sıra, gerçekleşecek ittifakla Kürd’ün
bağımsızlık hayalleri sonlanmış olacaktı.
Külden değil közden ateş harlandırılacağı-
na göre Kurtuluş savaşı’ nın başlatılacağı yer
59
bellidir. Direnişçi bir ruha sahip olan Kürtler,
o günün deyimiyle ‘ecnebi gavurlara’ karşı za-
ten ayaktaydılar. Bunu gören Atatürk ayağını
sağlam basacağı sırtını güvenle dayayacağı yeri
de belirlemiş olur. Samsun’a çıkışı
sembolik bir
değere sahip olsa da, Kurtuluş savaşının meşa-
lesini Kürdistan’da Erzurum Kongresiyle ya-
par. Dinin, yani Müslümanlığın bu toprakların
mayası olduğunu bilir. Abdulhamit’ in pan-İs-
lamist düşüncesinin çağdaş ve gerçekleşebilir
bir versiyonunu öne çıkarır. Kürtlere “ulusal İs-
lamcılıkla” seslenir. ’’Gavura’’ karşı Müslüman-
lık, işgale karşı yurt savunması vurgusunda
bulunur. İşgal ve Ermeni tehlikesi, Kürtleri bu
söylemler etrafında Türklerle ittifaka götürür.
Öyle bir andı ki, yurt savunması, Kürtler için
nasıl bir gelecek sorusunun önüne geçer. Ata-
türk daha önce bölgede askeri görevde bulun-
duğundan bölge insanını iyi tanırdı. Pragmatik
ve kişiliğiyle Kürt ileri gelenleriyle temasa geçip,
gerektiğinde ellerini öperek onların desteğini
kazanır. Ancak Kürtlerin bir statü arayışında
olduklarının da bilincindedir.1918’de Kürt Tea-
li
Cemiyeti, Seyid Abdulkadir şahsında özerklik
arayışındadır. Yine Bedirxan ailesinin başını
çektiği İngilizlerin himayesinde bir ‘’bağımsız-
lık’’ arayışı söz konusudur. Kürtler bu yönüyle
parçalıdır; ancak arayışları da sürüyor. İngi-
lizlerin hükümdarlık emeliyle Kemalistlerin
Misak-i Milli hedefi atışma halindedir. Kürtler
bu noktada hem coğrafik, hem de direnç gücü
olarak stratejik bir konuma sahiptir. İşte Kürtler
için özerklik statüsünün cömertçe en çok dil-
lendirildiği dönem, bu kurtuluş savaşı yıllarıdır.
Atatürk Kürtleri yanına çektikçe, İngilizler de
Binbaşı Noel’i Kürtlerin Lawrence ‘i
yapmaya
çalışıyordu. Kürtlerin umudu iki avuca dağı-
lır. Bir avuçları büyük güç İngilizlere tutunur,
diğeri Kemalistlere… Garip olan şu ki, Kema-
listlerin elinden tutan kendileri iken, gittikçe o
ele bakar oldular. Özetle, kendi umudunu yara-
tamayan Kürtler, başkasının yarattığı umuda
sarıldılar.
Gerçekte İngilizlerin Kürt statüsüne dayalı
bir politikası yoktur. Yaklaşımı konjonktürel-
dir. Irak’ta Kürtleri oyalayıp Arapları tercih
etmesi, G. Kürdistan’a Musul-Kerkük sorunu
olarak bakması, Sevr’i imzalayıp rafta tutması;
ama buna rağmen Kürtleri destekliyormuş gibi
görünmesi bunun ifadesidir. Zaten amaçları-
nı elde ettiği an Kürtleri yüzüstü bırakacaktır.
Dışa dayalı beklentiler azaldıkça, Kürtler de
kendileri sayesinde yükselişe geçen Kemalist-
lerle ittifakını güçlendirirler. Atatürk’ün usta
ve pragmatik politikası bu süreci hızlandırır. O
günün koşullarında İslam’da ‘Halifelik’ sembo-
lü, Kürtlerin çoğunda
önemli bir yer edindiğin-
den; Atatürk bu vurguları öne çıkarır. Ayrıca
sıklıkla ortak vatan, ortak devlet vurgusu ya-
pılır. Yani kardeşlik türküsünün söylendiği yıl-
lardır. Kürt vekiller, meclise yerel kıyafetleriyle
katılır, “Kürt mebusu” diye çağrılırdı. Henüz
Kürtlerin kimlik inkarı yoktur; tersine özerk-
liğe dayalı statü tartışmaları öndedir.1921 Ana-
yasası, bu sürecin ve tartışmaların etkisiyle belli
düzeyde bu iklimi yansıtır. Kürt ve Türkleri ku-
rucu olarak tanıyan bir içeriğe sahiptir. Din ve
hilafet konusunda Kürtlerin çoğunu ikna eden
Atatürk, Kürtlerin
özerklik hassasiyetini göze-
tir. Öyle ki 1920’de El Cizire cephesi komutanlı-
ğına özerklik içeren bir talimat verilir. Bu arada
mevcut ittifakta kendini görmeyen ve haklarını
arayan Koçgiri-Dersim hattındaki Kürt Alevi-
leri Koçgiri hareketini başlatır. Osmanlı’nın yı-
kıntılarının ardından işgalle ve savaşla bir hayli
meşgul olan Kemalistler, diplomatik hile ve sı-
nırlı askeri güçle bu çıkışı engeller.
Öte yandan umut vermeye devam ederler.
Özerklikten yine bahsederler ama somut tartış-
maları ‘kurtuluştan’ sonraya bırakırlar. 1923’e
kadar böyle gider. Olasılıkla özerklikle ilgili en
son belge Atatürk’ün Ocak 1923’teki İzmit ziya-
retinde yaptığı konuşmadır. Belgeye göre hangi
eyaletler ağırlıklı olarak Kürtlerden oluşuyorsa,
onlar kendilerini özerk bir biçimde yönetecek-
lerdir. Fakat bundan bağımsız olarak ‘Türkiye
halkını birlikte tanımlamamız gerekmektedir’
der.
1923’e kadar rüzgarıyla yol alan gemi bu ta-
rihten sonra yavaş yavaş yer değiştirir. Bu du-
rum Kürtlerin Güneyde Fransızlara karşı Türk-
lerin de Batı’da Yunanlılara karşı başarı elde
etmesinden sonra gerçekleşir. Savaşmasını çok
iyi bilen ama ne için ve kim için savaşacağını
bilmeyen Kürtler için yeni bir trajedi eşiktedir.
Çünkü savaşın acısı Kürtlerin,
zaferi de Kema-
listlerin hanesine yazılır. 1920’lere kadar zaten
isyanlarla köprüler atılmıştı Kemalistler Kurtu-
luş Savaşına güçlü bir ittifakla (İslam-sol Kürt)
girdi. M. Suphiler şahsında sol tasfiye edildi
peyderpey İslami kesimler de irtica adı altında
bastırılıyordu. Geminin kaptanlığına oturan ve