ııııııııııııı...... ............ .................................. mııııııııııııııı
1970 yılında tıp fakültesine başladığımda, doktorlar insan vücudunu
sınırlı sayıda bağım sız parçadan oluşan karmaşık bir m akine olarak
görmekteydi. Bu makine, ona iyi baktığınız ve doğru yakıt ile besledi
ğiniz sürece ortalama 75 yıl iş görmekteydi. Tıpkı üst s ın ıf bir otomobil
gibi büyük kazalar geçirmemesi ve parçalarının geri dönülmez biçimde
bozulm am ası koşuluyla gayet iyi gidebilirdi. Beklenm edik felaketleri
önlem ek için tüm yapm anız gereken yaşam boyunca birkaç kez rutin
bakıma girm ekti. Tıp, enfeksiyonlar, kazaya bağlı yaralanmalar veya
kalp hastalıkları gibi akut beliren sorunları çözm ede işe yarayan güç
lü araçlara sahipti. Ne var ki geçen 40-50 sene içinde, sağlığımızla ilgili
olarak çok temel bir şeyler ters gitti ve bu eski yaklaşım sorunların nasıl
düzeltileceğine ilişkin artık bir açıklama veya çözüm sağlayamıyor gibi
görünüyor. Karşılaşılan sorunlar tek bir organın veya geni n arızalanması
ile basitçe açıklanamamakta. Böyle bir açıklamanın yerine, bedenlerimi
zin ve beyinlerimizin hızla değişen çevreye uyum göstermesine yardımcı
olan karmaşık düzenleyici mekanizmaların, değişen yaşam tarzlarımızın
etkisi altında kaldığını fark etmeye başladık. Bu mekanizmalar bağımsız
olarak değil, bir bütün olarak çalışırlar. Beslenmemizi, metabolizmamızı
ve vücut ağırlığımızı, bağışıklık sistem im iz ile beynim izin gelişim ini ve
12
BEYIN-BAĞIRSAK BAĞLANTISI
sağlığını düzenlerler. Bağırsakların, burada yaşayan mikropların (ba
ğırsak mikrobiyotası) ve bu mikropların sahip olduğu çok sayıda genin
ürettiği sinyal moleküllerinin (mikrobiyom) bu düzenleyici sistemlerin
başlıca bileşenlerinden birini oluşturduğunun farkına varmaya başladık.
Bu kitapta, beyin, bağırsaklar ve bağırsakların içinde yaşayan tril
yonlarca mikroorganizmanın birbirleriyle nasıl iletişim kurduklarına
ilişkin devrim niteliğinde yeni bir bakış sağlayacağım. Özellikle, beyin
vebağırsak sağlığımızın sürdürülmesinde bu bağlantıların oynadığı ro
lün üzerinde duracağım. Beyin-bağırsak arasındaki karşılıklı konuşma
bozulduğunda, bunun sağlık üzerinde yarattığı olumsuz sonuçlar ile il
gili açıklamalar yapacakvebu iletişimin tekrar sağlanıp en uygun hâle
getirilmesiyle ideal sağlığa nasıl kavuşulacağının yollarını göstereceğim.
Tıp fakültesinde iken geleneksel, egemen olan yaklaşım bana pek uy
mazdı. Organ sistemlerinin ve hastalık mekanizmalarının tümü üzerinde
yapılan onca çalışmaya rağmen, beyin ve beynin mide ülseri, hipertansi
yon veya kronik ağrı gibi sık görülen hastalıklarla olan ilişkisinden nadi
ren bahsedilmesi beni şaşırtmıştı. Ayrıca, hastanede yaptığımız vizitler
sırasında, en kapsamlı tanısal incelemelerle bile belirtilerinin nedeni
anlaşılamayan pek çok hasta görmüştüm. Bu belirtiler çoğu kez vücu
dun farklı bölgelerinde (karında, karnın alt kısmında ve göğüs kafesin
de) hissedilen kronik ağrılar ile ilgiliydi. Bu nedenle, tıp fakültesindeki
üçüncü yılımda, tez çalışmamı yazma zamanım geldiğinde, bu yaygın
tıbbi durum ların çoğunu dahaiyi anlama umuduyla beynin beden ile
nasıl bir etkileşime girdiğinin biyolojisini incelemek istedim. Birkaç ay
lık bir dönem süresince farklı branşlardan pek çok profesöre danıştım.
Okuduğum üniversitede kıdemli bir dahiliye profesörü olan Prof. Dr. Kari
bana şunları söylemişti: “Bay Mayer, kronik hastalıklarda ruhsal süreçle
rin önemli bir rol oynadığını hepimiz biliyoruz. Ancak günümüzde bu
klinik fenomeni inceleyebilmemiz için bilimsel bir yöntem yok ve bütün
bir tezi bu konu üzerinde yazabilmenizin de kesinlikle hiçbir yolu yok.”
ZIHIN BEDEN BAĞLANTISI GERÇEKTİR
13
Profesör Karl ın ve tüm tıp biliminin kabul ettiği hastalık modeli belli
akut hastalıklar —aniden beliren ve/veya uzun sürmeyen hastalıklar—
için oldukça iyi işlemekteydi (örneğin enfeksiyonlar, kalp krizleri veya
apandisit gibi cerrahi acil durumlar). Modern tıp bu başarılara dayana
rak, kendine güven duymaya başlamıştı. Gittikçe daha güçlenen antibi
yotikler sayesinde tedavi edilemeyen bulaşıcı bir hastalık kalmadı. Yeni
geliştirilen cerrahi teknikler, pek çok hastalığı önleyebiliyor vetedavi
edebiliyordu. Bozulan parçaların çıkarılıp değiştirilme imkânı vardı.
Yapmamız gereken tek şey, bu makinenin çalışmasını sağlayan parçaların
her birinin ince mühendislik ayrıntılarını anlamaktı. Sağlık sistemimiz,
yeni gelişen teknolojilere gitgide dahaçokbağlı kalarak, kanser belası da
dâhil olmak üzere, en ölümcül kronik sağlık sorunlarının dahi önünde
sonunda çözülebileceği konusunda yaygın bir iyimserliği destekledi.
Başkan Richard Nixon 1971’de Ulusal Kanser Yasası nı imzaladığında,
Batı tıbbı bambaşka bir boyut ve yeni bir askeri müttefik kazanmış oldu.
Kanser ulusal bir d ü ş m a n ın s a n vücudu da muharebe meydanı hâline
geldi. Bu savaş alanında hekimler vücudu hastalıktan kurtarmak amacıyla,
kanser hücrelerine giderek artan bir güçle saldırmak için toksik kimya
sallar ve ölümcül radyasyon kullanarak, cerrahi girişimler uygulayarak
her şeyi yakıp yıkan bir yaklaşım sergilediler. Tıp, bulaşıcı hastalıklarla
mücadelede, bulaşıcı hastalıklara neden olan bakterileri yok etmek için
geniş spektrumlu (birçok bakteri türünü öldürebilen veya etkisiz hâle
getirebilen) antibiyotikleri kullanıma sokarak benzer bir stratejiyi za
ten başarıyla kullanmaktaydı. Her iki durumda da zafer elde edilebildi
ği sürece, vücuda verilen hasarkabul edilebilir bir risk hâline gelmişti.
Tıbbi araştırmalarda gündemi, yıllarca mekanistik, militer hastalık
modeli belirledi: Makinenin bozulan parçasını tamir ettiğimiz sürece
sorunun da çözüleceğini düşündük. Sorunun asıl sebebini anlamaya hiç
gerek duymadık. Bu bakış açısı, yüksek tansiyonun tedavisinde kullanılan
vebeyinden kalp ve kan damarlarına giden anormal sinyalleri engelleyen
14
BEYIN-BAĞIRSAK BAĞLANTISI
beta blokerler ile kalsiyum antagonistlerinin ve mide yanması ile mide
ülserini m idenin aşırı asit üretimini baskılayarak tedavi eden proton
pompa inhibitörlerinin geliştirilmesine yol açtı. Tıp ve bilim, tüm bu
sorunların başlıca nedeni olan beyindeki işlev bozukluğuna hiç dikkat
etmedi. Bazen ilk uygulanan yaklaşım başarısız olabiliyordu, o zaman
son çare olarak çok daha yoğun çaba gösteriliyordu; proton pompa in-
hibitorü ülseri geçirmezse beyni sindirim sistemine bağlayan ana sinir
liflerini içeren vagus sinirinin tümünü kesmek her zaman mümkündü.
Hiç kuşkusuz, bu yaklaşımlardan bazıları dikkat çekici şekilde başarılı
olmuştu ve tıp dünyası ile ilaç endüstrisinin yaklaşımlarını değiştirme
leri için herhangi bir neden bulunmuyordu; veya en başından sorunun
ortaya çıkmasını beklemeden önlenmesine yönelik hastaların bilgilen
dirilmesi üzerinde de durulmuyordu. Özellikle, beynin ve onun stres ya
da olumsuz zihinsel durumlar karşısında vücuda gönderdiği sinyallerin
belirgin rolü göz önüne alınmıyordu. Yüksek tansiyon, kalp hastalığı ve
mide ülseri için kullanılan ilk tedavi yöntemleri yavaş yavaş yerlerini ha
yat kurtaran, acıları dindiren daha etkili tedavilere bırakmış, bu arada
ilaç endüstrisini de zenginleştirmişti.
Ancak günümüzde, eski mekanik metaforlar geçerliğini yitirmeye
başladı. Geleneksel hastalık modelinin dayandığı 40 yıl öncesinin maki
neleri —otomobiller, gemiler ve uçaklar— günümüz makinelerinde çok
önemli bir rol oynayan gelişmiş bilgisayarların hiçbirine sahip değildi. Aya
giden Apollo uzay gemilerinde bile günümüzde kullanılan iPhone’lardan
milyonlarca kat daha güçsüz, olsa olsa 1980’lerdeTexas Instruments’ın
ürettiği hesap makineleri ile kıyaslanabilecek, oldukça ilkel hesaplama
cihazları vardı. Beklendiği üzere, o günün mekanik hastalık modelleri
hesaplama gücüne veya zekâya sahip değildi. Bir başka deyişle, beyin
hesaba katılmıyordu.
Teknolojideki değişime koşut olarak, insan bedenini kavramsallaş
tırmak için kullandığımız modeller de değişti. Hesaplama gücü katlana
ZİHİN BEDEN BAĞLANTISI GERÇEKTİR
15
rak arttı; otomobiller düzgün çalışmayı garanti altına almak için çeşitli
parçalarını algılayarak kontrol eden hareketli bilgisayarlar hâline geldiler
ve kısa süre sonra sürücü olmadan kendi kendilerine gidebilecekler. Bu
arada mekaniğe ve motorlara olan eski hayranlık, yerini bilgi toplama ve
işlemeye karşı bir hayranlığa bıraktı. Makine modeli tıpta bazı hastalık
ların tedavisinde yararlıydı. Ancak iş bedenin ve beynin kronik hastalık
larını anlamaya geldiğinde, bu yaklaşım artık bize yardımcı olmamakta.
Makine Modelinin Bize Ö dettiği Bedel
Hastalığı karmaşık bir mekanik cihazın bağımsız parçalarının bozulma
sı olarak gören ve bunun ilaçlarla ya da cerrahi girişimle düzeltileceğini
varsayan geleneksel model, sonuçta sürekli büyüyen bir sağlık sektörü
oluşturdu. 1970 yılından beri ABD’de kişi başına sağlık harcaması yüz
de 2.000’nin üzerinde arttı. Bu muazzam harcam anın bedelini karşı
lamak için ABD ekonomisinde üretilen tüm malların yaklaşık yüzde
20 si gereklidir.
Ancak Dünya Sağlık Ö r g ü t ü n ü n 2000 yılında yayınladığı çarpıcı
bir raporda, ABD’deki sağlık sistemi harcamaları, çalışmaya dâhil edi
len 191 üye ülke içinde maliyet bakımından dünyada birinciyken, genel
performansta hayal kırıklığı yaratır bir şekilde 37. sırada ve genel sağlık
düzeyine göre 72. sırada yer almıştır. Kısa bir süre önce Commonvvealth
Fund tarafından yayınlanan bir rapora göre, ABD’deki sağlık sistemi 11
Batılı ülkesi arasında kişi başına maliyet açısından en masraflısı olarak
sıralanmış olup, bu maliyet araştırmaya alınan diğer ülkelerden yakla
şık iki kat daha yüksek bulunmuştur. Aynı zamanda, ABD genel perfor
mansta sonuncu gelmiştir. Bu veriler, ABD'de sağlık sorunları ile başa
çıkmak için harcanan kaynaklargiderekartmasına rağmen, kronik ağrı
durumlarının, irritabl bağırsak sendromu (ÎBS) gibi beyin-bağırsak bo
16
BEYIN-BAĞIRSAK BAĞLANTISI
zukluklarının veya klinik depresyon, kaygı veya nörodejeneratif bozuk
luklar gibi zihinsel hastalıkların tedavisinde çok az ilerleme kaydedildi
ğini göstermektedir. İnsan vücudunu anlama modellerimizeski olduğu
için mi başarısızlığa uğramaktayız? Bu varsayımla hemfikir olacak çok
sayıda tamamlayıcı sağlık uzmanı, fonksiyonel tıp uygulayıcısı ve hatta
klasik bilim insanı vardır. Artık değişim ufukta.
Sağlık Kalitemizdeki Gizemli Azalma
İrritabl bağırsak sendromu, kronik ağrı ve depresyon gibi pek çok kronik
hastalığın etkili olarak tedavi edilememesi geleneksel, hastalığa dayalı tıp
modelinin tek yetersizliği değildir. 1970’lerden beri obezitede ve bununla
ilişkili metabolik bozukluklarda görülen hızlı artışa ek olarak inflamatuar
bağırsak hastalıkları, astım ve alerji gibi otoimmün hastalıklar ile gelişen
ve yaşlanan beyne ait otizm, Alzheimer ve Parkinson gibi hastalıkların
yer aldığı, sağlığımızı tehditeden yeni durumları da gözlemlemekteyiz.
Örneğin, ABD'deki obezite oranı 1972’de yüzde 13 iken 2012 de yüz
de 35’lere yükselmiştir. Günümüzde 154,7 milyon Amerikalı yetişkin ve
2 ile 19 yaş arasındaki çocukların yüzde 17 si, yani 6 çocuktan biri fazla
kilolu veya obezdir. Her sene fazla kilo veya obezite nedeniyle en az 2,8
milyon insan yaşamını kaybetmektedir. Küresel olarak, diyabet hastalığı
nın yüzde 44’ü, iskemik kalp hastalığının yüzde 23 u vebazı kanserlerin
yüzde 7 ila 4 l ’i aşırı kiloya ve obeziteye bağlı olarak gelişir. Obezitenin
bu şekilde yaygın oluşu önlenemez ise obezite ile ilişkili hastalıklardan
muzdarip kişilerin tedavisinin maliyeti yıllık olarak şaşırtıcı bir şekilde
artarak 620 milyar dolara çıkacak gibi görünmektedir.
Bu yeni sağlık sorunlarının birçoğunun aniden artışını açıklamak için
hâlâ kafa yoruyor olsak da çoğuna dair henüz etkili çözümler üretemedik.
ABD’deki yaşam süresindeki artış diğer birçok gelişmiş ülkedeki artışa
ZIHIN-BEDEN BAĞLANTISI GERÇEKTİR
17
paralel iken hayatımızın son on yıllarına ulaştığımızda fiziksel ve zihinsel
sağlık açısından oldukça geride kalmaktayız. Yaşadığımız yılların sayı
sındaki artışın bedelini bu yılların kalitesinde azalma olarak ödüyoruz.
Bu zorluklar karşısında, bedenin nasıl çalıştığını, en iyi şekilde nasıl
çalışır durum da tutulacağını ve bir şeyler ters gittiğinde onu güvenli ve
etkili bir şekilde nasıl düzelteceğimizi anlamak için insan vücudu ile
ilgili geçerli olan modelimizi güncellemenin zamanı geldi. Modası geç
miş modelimizin neden olduğu ağır bedellere ve bunlara bağlı ikincil
zararlara daha fazla dayanamayız.
Genel sağlığımızı korumak açısından bakıldığında, bedenlerimizdeki
en karmaşık ve en önemli sistemlerin ikisinin kritik rolünü şimdiye kadar
görmezden geldik: bağırsaklar (sindirim sistemi) ve beyin (sinir sistemi).
Zihin-beden bağlantısı artık bir efsane değil, biyolojik bir gerçek ve tüm
bedenimizin sağlığı bakımından hayati öneme sahip bir bağlantıdır.
Sindirim Sistemimizi Süperbilgisayar
Olarak Görmek
Onlarca yıldır, sindirim sistemini tü m vücudun bir makine olarak gö
rüldüğü modele dayanarak ele almaktaydık. Bu modelde bağırsaklar,
çoğunlukla 19. yüzyılın buhar m otorunun ilkelerine göre işleyen eski
moda bir cihaz olarak kabul edilmekteydi. Her birimiz yemek yiyor ve
çiğneyip yutuyorduk. Sonra midemiz, bunları derişik (konsantre) hid-
roklorik asidin ve mekanik öğütme kuvvetlerinin yardımı ile iyice par
çalayıp homojenize edilmiş gıda hamurunu ince bağırsağa boşaltıyor ve
ince bağırsaklar kalori ve besin maddelerini emerek sindirilmemiş gıdayı
kalın bağırsağa gönderiyordu. Kalın bağırsak da sindirimi tamamlayarak
kalan posayı dışarı atıyordu. Bu endüstriyel çağ metaforunu kavrayabil
mek oldukça kolaydı vegünümüzdeki gastroenterologlar ile cerrahlar da
18
BEYIN-BAGIRSAK BAĞLANTISI
dâhil olmak üzere nesillerce doktoru etkilemişti. Bu görüşe göre, sindirim
sisteminin arızalı parçaları kolaylıkla atlanmakta veya çıkartabilmekte
ve kilo vermeyi kolaylaştırmak için de yeniden bağlantılar kurulabil
mekteydi. Bu girişimleri yapmada o denli yetenekli hâle geldik ki artık
bu tür işlemlerin önemli bir bölümü açık ameliyata gerek kalmadan bir
endoskopla bile yapılabiliyor.
Ancak sonradan bu modelin f azlasıyla basit olduğu ortaya çıktı. Tıp,
sindirim sistemini beyinden büyük ölçüde bağımsız olarak görmeyi
sürdürse de bu ikisinin birbiriyle karmaşık bir ilişki içinde olduğunu
artık biliyoruz; bu anlayış kendisini bağırsak-beyin ekseni kavramı ile
göstermektedir. Bu kavrama göre, sindirim sistemimiz bir zamanlar
varsaydığımızdan çok daha hassas, karmaşık ve güçlüdür. Son yıllarda
yapılan araştırmalar, yerleşik mikroplar ile yakın ilişkiler içinde olan
bağırsakların temel duygularımızı, ağrıya karşı duyarlılığımızı ve sosyal
etkileşimlerimizi etkileyebildiğini ve hatta yiyecek tercihlerimiz ve yedi
ğimiz yemeklerin miktarı dışında diğer konularda aldığımız kararların
birçoğunu da yönlendirdiğini göstermiştir. Nörobiyolojik açıdan “ba
ğırsak temelli” (içinizden geldiği gibi) karar vermenin popüler ifadesini
doğrulayan bağırsak ve beyin arasındaki karmaşık iletişim, en önemli
yaşamsal kararlarımızın bazılarını etkiler.
Zihnimiz ile bağırsaklarımız arasındaki bağlantı yalnızca psikologları
ilgilendiren, salt aklımızla ilintili bir şey değildir. Bu bağlantı beyin ve
bağırsak arasındaki anatomik yapılarla oluşturulmuş ve kan dolaşımıyla
taşınan biyolojik iletişim sinyalleri ile desteklenmiştir. Ancak daha ileri
gitmeden önce bir adım geriye dönüp basit bir gıda işleme makinesinden
çok daha karmaşık olan “bağırsak" sözcüğüyle —sindirim sistemimiz
le— nedemekistediğim edaha yakından birgözatalım.
Bağırsaklarınız diğer bütün organlarınızdan daha üstün olan, hatta
beyninizle rekabet edebilecek düzeyde yeteneklere sahiptir. Bağırsaklar
bilimsel literatürde enterik sinir sistemi ya da ESS olarak bilinen ve çoğu
ZIHIN BEDEN BAĞLANTISI GERÇEKTİR
19
zaman medyada “ikinci beyin” olarak bahsedilen kendi sinirsistemine
sahiptir. Bu ikinci beyin 50 ila 100 milyon arasında sinir hücresinden
oluşur ki bu omurilikteki sinir hücrelerinin toplam sayısı kadardır.
Bağırsaklarınızda yerleşik bulunan bağışıklık hücreleri vücudunuzdaki
bağışıklık sisteminin en büyük bölümünü oluşturur; başka bir deyişle,
kan dolaşımında veya kemik iliğinizde bulunandan daha fazla sayıda ba
ğışıklık hücresi bağırsaklarınızın duvarında yaşamaktadır. Bu hücreleri,
yediklerimizin içindeki ölümcül olabilecek pek çok mikroorganizmayla
karşı karşıya kalan böyle özel bir yerde toplamanın arkasında iyi bir ne
den yatar. Bağırsaklardaki bağışıklık sistemi, kontamine olmuş (mikrop
bulaşmış) yiyecek veya su ile sindirim yoluyla vücuda istemeden alınan
tehlikeli bakteri türlerini belirleyerek onları yoketme becerisine sahiptir.
Daha dikkat çekici olan şey ise bağırsaklardaki bağışıklık sisteminin bu
görevi bağırsaklarınızda, yani bağırsak mikrobiyotasında yaşayan diğer
trilyonlarca iyicil mikroptan oluşan devasa bir okyanus içinde az sayıda
bulunan ve ölümcül olabilen bakterileri tanıyarak yerine getirmesidir.
Bu zorlu görevin başarılması, bağırsak mikrobiyotamız ile mükemmel
bir uyum içinde yaşayabilmemizi sağlar.
Bağırsaklarınızın iç yüzeyi, gerek duyulduğunda kan dolaşımına
salınabilen 20 farklı hormon türü içeren çok sayıda endokrin hücre ile
kaplanmıştır. Tüm bu endokrin hücreleri bir yığın hâlinde bir arayage-
tirebilseydiniz diğer tüm endokrin organlarınızdan (gonadlar —erkek
lerde testis, kadınlarda yumurtalıklar—, tiroid, hipofiz ve böbrek üstü
bezlerinin toplamından) daha fazla yer kaplardı.
Bağırsaklar aynı zamanda vücudumuzdaki en büyük serotonin depo
sudur. Vücuttaki serotoninin yüzde 95'i bu depolarda saklanır. Serotonin,
bağırsak-beyin ekseninde önemli bir rol oynayan bir sinyal molekülü
dür: Sadece sindirim sistemindeki yiyecekleri hareket ettiren eşgüdüm
lü kasılmalar gibi normal bağırsak fonksiyonları için gerekli olmakla
kalmaz, aynı zamanda uyku, iştah, ağrı duyarlılığı, ruhsal durum ve bir
20 BEYİN-BAĞIRSAK BAĞLANTISI
bütün olarak fiziksel sağlık gibi yaşamsal işlevlerde de çok önemli rol
oynar. Bahsettiğimiz beyin sistemlerinin bazılarının düzenlenmesinde
yaygın olarakyeraldığı için, bu sinyal molekülü, serotonin geri alım in-
hibitörleri dediğimiz önemli bir antidepresan grubunun ana hedefidir.
Bağırsaklarımızın tek işlevi sindirimi yönetmek, bu benzersiz özelleşmiş
hücreleri ve sinyalizasyon sistemini neden içeriyor? Bu sorunun bir ya
nıtı, vücudumuzda en geniş yüzeyi kaplayan ve büyük bir duyu organı
olarak önemli işlevi olan bağırsaklarımızın pek bilinmeyen bir özelli
ğinde saklıdır. Bağırsaklar düz bir yüzeye yayıldığında bir basketbol sa
hası büyüklüğünde olup, yiyeceklerde bulunan sinyal moleküllerindeki
büyük miktarda bilgiyi kodlayan binlerce küçük alıcı ile doludur; alıcı
lara iletilen bu bilgiler tatlıdan acıya, sıcaktan soğuğa, keskin baharatlı
tatlardan yatıştırıcı olanlara kadar çeşitlilik gösterir.
Bağırsaklar beyne, her iki yönde bilgi aktarabilen kalın sinir kabloları
ve kan dolaşımını kullanan iletişim kanalları ile bağlıdır; Bağırsakların
ürettiği hormonlar ve inflamatuar (yangısal-iltihapla ilgili) sinyal mole
külleri beyne, beynin ürettiği hormonlar da bağırsaklardaki düz kas, sinir
veya bağışıklık hücreleri gibi çeşitli hücrelere sinyal ileterek çalışmaları
nı düzenlerler. Beyne ulaşan bağırsak sinyalleri sadece hoş bir yemekten
sonra doygunluk, mide bulantısı ve rahatsızlık duygusu veya kendini iyi
hissetme gibi bağırsak duyularını oluşturmakla kalmaz, aynı zamanda
beynin verdiği yanıtların da bağırsaklara geri iletilerek belirli bağırsak
tepkilerinin ortaya çıkmasını da sağlar. Ve beyin bu duyguları unutmaz.
Bağırsaklarda oluşmuş içsel duygular beyindeki geniş veritabanlarında
saklanır ve ileride yeni kararlar alırken bunlara erişilir. Bağırsaklarımızda
hissettiklerimiz, sonuç olarak sadece yemek ve içmekle ilgili aldığımız
kararları değil, birlikte vakit geçirmeyi seçtiğimiz insanları ve çalışan-
• Bu t ü r antidepresan lar seroton in in geri a lın m a sın ı engelleyerek o rta m d a k i seroton in
m ik ta rın ı a rtırırla r.—ç.n.
ZİHIN-BEDEN BAĞLANTISI GERÇEKTİR
21
lar, jüri üyeleri ve liderler olarak diğer önemli bilgileri değerlendirme
şeklimizi de etkileyecektir.
SEKİL 1. BAĞIRSAKLARLA BEYİN ARASINDA GERÇEKLESEN İKİ YÖNLÜ İLETİŞİM
Dostları ilə paylaş: |